Aslında hepimiz, içimizde ki o kayıp çocuğu arar dururuz. O kah bir ağacın gölgesine saklanır, bazen de bir kuş yuvasına. Bulanlar mutlumudur bilinmez, bildiğim tek şey var, o çocuk, hep aranır ve çocuksu sevgisiyle hep sever aynı kişiyi. Sevilen beklenendir ve hep uzaklardadır, umut da öyle değilmi dir, güneşte her sabah yeni umutlarla doğmaz mı üzerimize uzaklardan.
Hayat tam sıkı sarıldığımızda
Avuçlarımızın içinde kopan, kendirden bir ip
Bir düşünün yaşam ve ömür denen muamma ne garip
Oysa hayat bize böyle anlatılmamıştı. Her elimizi tanrıya açtığımızda, bize bütün güzellikleri sunacak, hiçbir ağaç yalnız kalmayacak, tek başına üşüyen bütün ağaçlar orman’a dönüşecek, sular akıp yatağını bulacak, bütün sevenler birbirine kavuşacaktı.
Paslı namlulardan çıkan kurşunlar, kanatlarına değmeyecekti kuşların. Tüm insanlık bebekler gibi gülüp, her acıya birlikte ağlayacaktı. Susuzluktan çatlayınca topraklar, bahar yağmurları başlayacak, canlanacaktı filizler.
Mesela sen, yüreğinde kocaman bir acı ile yaşamayı bilirmisin, bilemezsin. O hiçbir yüke benzemez, taştan topraktan ağır, yansa da çiğerinin en mahzun köşesi, aç kollarını göklere, istediğin kadar bağır, bağır bağırabildiğin kadar duyuramazsın. çünkü esince o deli rüzgarlar, bütün uzaklar, bütün hasretler, sevenlerin kırık dökük pencerelerinden, camından içeri girer. Öyleyse diyorum ki…
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,