Behruz Dijurian'la, Aşk, Acı, Anarşi ve ...

Behruz Dijurian
33

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Behruz Dijurian'la, Aşk, Acı, Anarşi ve bunların türevi olan Şiir üzerine söyleşi- Her Şeye Karşın Edebiyat Dergisi Geçen Ayki Sayısı

-Behruz Dijurian kimdir?
Ben 21.03.1961 Hamedan,İran’da doğdum. Hepsi yüksek eğitim almış ve sanatın çeşitli dallarıyla -müzik, resim, yazı, hat, sinema, grafik, vb.- içli dışlı olan toplam iki erkek ve dört kız çocuğu olan merhum şair bir babanın (Mehdi Dijur) ve ömrü uzun aziz bir annenin (Şemsozzaman) ilk erkek ve üçüncü çocuğuyum. İlk, ortaokul ve liseyi Hamedan’da bitirdim. Yanı sıra özel bir okulda Fransızca öğrendim. 1980’de yüksek eğitim almak için Türkiye’ye geldim. Bir yıl Ankara O.D.T.Ü.’de İngilizce okudum. Sonra İstanbul İ.T.Ü.’den 1986’de Metalürji Mühendisliği bölümünden mezun oldum. İ.Ü.'de İnsan Kaynakları Bölümünde yüksek lisansımı devam ettim. Değişik işlerde çalıştım ve şuan birkaç yıldır sadece yazı, kitap çevirisi ve şiirle ilgileniyorum.

-Dil ve dolaysıyla onunla ilişkisi olan şiir üzerinde görüşünüz nedir?
Edebiyat ve dil bir kültürün temeli ve tüfeğidir. Şiir de bu tüfeğin kurşunu. Kurşunu olmayan bir tüfek de ancak asa niyetinde kullanılır. Edebiyatı ve şiiri olmayan bir dilin ve kültürün de uzun süre ayakta kalması mümkün değildir.

-Türkiye'de yaşayan bir İranlı olarak şiirlerinizi Türkçe yazıyorsunuz. Şiir için neden Türkçeyi seçtiniz?
Son sözümü başta söyleyeyim sonra da devam edelim: Aşk.
Bakınız bir sanat eseri yaratılırken -Tanrı’yı tanıma veya kendini tanıma durumları gibi- özel bir tecrübeden yola çıkılır. Ama bazen bir sanat eseri o kadar güçlü ve görkemlidir ki özel bir tecrübeyi ele alırken onu genele de yayabilir ve bir eseri evrensel kılabilen en önemli olaylardan biri de budur. Tabi bunu yaparken dil ve dilin kullanım biçimi de çok önemlidir. Bildiğiniz gibi iletişim kurmak insanların en önemli ihtiyaçlardan biridir ve iletişim kurabilmek için de araç gerekir. Ve dil de bu araçların en önemlisidir. Güçlü bir iletişim güçlü bir ilişkiyi de beraberinde getirir. Ne kadar dili ve olanaklarını iyi bilirsek ve bu iletişim aracını iyi kullanırsak ilişkilerimiz de o denli berkitilip etkilenir. O halde diyebiliriz ilişki gücünü bir nevi iletişimden alır. Tabi aşk da bu iletişimin ve ilişkinin doruk noktasıdır. O halde bir şair etrafı ve evrenle ilişki kurabilmek için en önemli iletişim aracını yani dili kullanır. Her ne kadar Farsça benim ana dilim olup benim ve şiirim için özel yeri varsa da burada Türkçeyi seçmiş olmamdaki sebeplerden biri bu dilin imkanları ve incelikleri -en azından bu kitapta- benim düşüncelerimi ve duygularımı daha kolay ve daha yerinde ifade edebilmeme yardımcı olmuştur. Diğer sebeplerden bir de, özel ve daha sonra da genel muhatabımın da Türk ve oradan yola çıkarak dünya insanının olmasıdır ama tabi amacımın hepsi özel değildir. Yanı sıra benim hayatımın nerdeyse yarısından çoğu Türkiye’de geçmiştir. Burada yüksek eğitim aldım, burada sevdim, sevildim ve başa dönersek şayet; Aşka yani, Türkçe sevdiğim bir dildir ve bir yazımda da belirttiğim gibi: ’’Türkçe Behruz Dijurian’ın ana dili değildir ama o onu ana gibi kucaklamaya çalışmıştır’’.

-İran'da sanat ve edebiyat hakkında bize biraz bilgi verir misiniz?

Bildiğiniz gibi İran’ın tarihte uzun geçmişi ve zengin kültürü vardır ve bu kültürü doğuran ve bu kültürün de doğurdukları sanatçıları ve şairleri. Bu şairler arasından nerdeyse herkesin evinde şiir divanından bir cilt bulunan ve her İranlının en az bir dize şiirini ezbere bilen klasik şairlerimizden Hafız-ı Şirazı en önde gelir. Tabi Hafız’la aynı yüzyılda (14.cü asırda) yaşayan öyküleri ve öğütleri Türkiye’de de bilinen Sadi Şirazı, keza Firdevsi, Nizami, Hayyam vd. ve elbette ortak şair ve düşünürümüz Mevlana. Geçtiğimiz yüzyılda şiirin Türkiye’de olduğu gibi İran’da da Avrupa ve Amerika’nın şiirinden -ve tabi ekonomik ve sosyal ve siyasi vs. düşüncelerden- etkilenip çağdaşlaşması ve edebiyatımızın monoton ve sürekli kendini tekrar etmesinden dolayı gerekli olan bu olayın sonucu yeni ve modern denen akımları -Nima Yushij ve daha sonra da A. Şamlu, Fruğ, S. Sepehri vd.- beraberinde getirmiştir ki zikredilen klasik şairlerin de olduğu gibi Türk okuru için aşina isimlerdir. Yanı sıra değerli çağdaş yazarlarımızdan merhum Sadık Hidayet ki dünyaca tanınan bir yazardır. Son zamanlarda bu iki ülke arasında kültür ve edebiyat alış verişinin artmaya başlaması ve keza Orhan Pamuk beyin Nobel ödülünü almasıyla, İran okuru Türk yazarlarına biraz daha çok ilgi duymaya başladı. Her ne kadar ki Nazım Hikmet ve şiiri çok eskiden beri İran’ın şiir sever ve okuru tarafından saygı ve ilgiyle biliniyordu, keza yazarlardan Yaşar Kemal veya Aziz Nesin. Konu uzun vakit de dar olduğundan kısaca böyle diyebilirim.
Şimdiyse İran’ın şiiri, sanatı ve sineması zor bir dönemden geçmektedir. Sanatçılar adeta saksıda çınar yetiştiriyorlar ve başarılar genelde kişisel çabalarla gerçekleştiriliyor. Her ne kadar sanatçılar güzel şeyler üretmeye çalışıyorsa da ama gene de ekonomik, sosyal ve politik olaylardan etkileniyorlar ne yazık ki. Ancak her şeye rağmen inancım şu ki iyi sanat sel ve kader gibidir, kimse önünü tutamaz, yola çıktı mı, akar, cereyan edip elbette ki sonuca varır.

-Şiirlerinizi nasıl yazarsınız, ilham nasıl geliyor?
İlham aslında hiç haber vermemiş, davet edilmemiş misafir gibi genelde hiç ummadık zamanlarda çat kapı her şairin kapısını çalan ama her defasında değişik armağanlar -hüzünler ve mutluklar- getirendir. Hani bir söz vardır; gelene git denmez ama her gidene de gel denmez. Genelde şiirin peşinden gitmem ama bırakıp da şiir peşimden gelsin diye de onu rahat bırakmam. Cananın gelişini bekler gibi ortamı özenli ve düzenli tutmaya çalışırım, geldiğinde de misafirperver olmak isterim. Gerçi geldiğinde genelde ev darmadağınık olur, bu da yalnızlığın her yere yayıldığı zamandır. Bu durumda ilham misafirinin sık sık uğraması kaçınılmazdır. Yalnızlık ve ilham da birbirine alışmış artık. Her ne kadar meşhur atasözümüz demişse ki: misafir misafiri sevmez, ev sahibi hiçbirini ama bu durum bunlar için ve bu ev sahibi için geçerli değildir.
İlham yalnızlığı sever, yalnızlık da ilhamı. Çünkü ilham hiç olmazsa hastanın başına giden ziyaretçi gibi çok oturmaz. Gelir bir durum tespiti yaparak teskin ve teselli etmeye çalışır ve yapabilirse de tedavi eder, bazen de durum vahim olduğundan ikinci, üçüncü ve... ziyaretlere erteletir ve hasta da öylece bekler durur (bu durumun en iyi örneği “ve kalp ve kovan ve KIZ KULESİ” şiiridir diyebilirim) ve şiir de bu gelgitler sonucunda oluşur ki Oliver’in dediği gibi: ve serüven böylece devam eder..!

-Şiirde düşünce ve güzellik yeterli bir olgu mudur, bir de her güzel şey yararlı mıdır?
Hayır, düşünce tek başına yeterli değildir. Coşkudan yoksul olan bir şiir de bana göre eksiktir. Bence şiir ilk önce kendi şiirsel kimliğini ispatlamalı daha sonra da düşünce, duygu, güzellik, zarafet ve diğer faktörler söz konusudur. Güzellik de düşünce gibi şiirin gerekli ama yeterli olmayan şartlarındandır. Ayrıca her güzel şey aynı anda yararlıdır diye bir şey de yok, ama yararlı olan bir şeyi güzel sunabilmektir önemli olan. Ve sanatın da gücü ve görkemi burada bence.

-Sizce güzellikle gerçek arasındaki fark nedir?
Güzellik göreceli, kişisel ve özeldir, halbuki gerçek genel ve mutlaktır. Onun içindir ki şiirin amacı ve tamamı güzellik değil ama güzellik onun bir gereğidir ancak yeterlisi değildir ki gerçeğe gitmek ve gerçeğe ulaşabilmek şiirin en kutsal amacıdır.

-Tercüme şiire bakışınız nasıldır? Sizce tercüme şiir, şiir midir?
Tercüme konusunda çok şey yazılıp çiziliyor ve herkes kendi tecrübesinden ve bilgisinden yola çıkarak haklı olduğu şeyler söyler. Çağımızda tabi bizim edebiyatımız -iyi eser anlamında- çok üretken olmadığından ayrıca dünyada şiir ve kitap konusunda olup bitenden haberdar olmamız gerektiği için çeviriye gerek duyarız, duymalıyız da. O halde madam ki dünya farklı diller ve kültürlerden oluşmuş, o zaman çevirinin var olması olağan bir şeydir. Ama bu çevrilen eser acaba orijinaline sadık olurken güzel olabilmiş midir veya tam ters? ! Bu özellikle ve ne yazık ki her şiir için geçerli değildir. Bu olay roman ve yazı için o kadar sıkıntı yaratmıyordur. Kültürler ve insanlar arasında olduğu gibi her ne kadar dillerin arasında benzerlikler farklılıklardan daha çoksa da, şiir için öyle değildir. Şiiri nesirden farklı kılan -ses, akustik, ritim, vezin,kalıp, kafiye vs.- yeni dilde değişik olabileceğinden tamamen çevrilmesi mümkün olmayabilir. Gerçi bazen çevrilen bir eser orijinalinden de daha güzel olabiliyor ve bazen de apayrı bir şey olup çıkı veriyor, ki örneğin bu olay klasik şairlerimizden Mevlana ve çağcıl şairlerinden Nazım Hikmet’in şiirlerinin çoğu için -örnek verilen nedenlerden dolayı- geçerlidir, ama bu şiirler diger dillere keza Farsçadan veya Farsçaya çevrildiğinde (örnekleri çoktur) ne yazık ki şiiri şiir yapan özelliklerini kayıp ediyor ve yeni dildeki okur ancak şiirdeki anlamla yetinmek zorunda kalır. Buna benzer örnekler bir çok şairin şiirlerinde söz konusudur. O halde biz bazen asıl şairin tafsil ve yorumunu değil de daha çok çevirmenin tavzih ve tefekkürünü okumuş oluyoruz. Ama sonuçta okur ve keza şairin -şiirinin ve düşüncesinin zenginleşmesi için- diğer dünyadaki şairlerin ve sanatçıların eserinden haberdar olup faydalanmalıdır ve onun için çeviriler değerlendirilirken bu etkenler üzerinden olaya bakılabilmelidir diye düşünüyorum.

-Kısaca bize çevirilerinizi nasıl yaptığınızı açıklar mısınız?
İlk yaptığım şey çevireceğim şiir veya kitapla gönül ilişkisi kurmamdır. İkinciyse çevireceğim konunun acaba ikinci dildeki insan için yararlı olup olmayacağını düşünürüm. Üçüncü olarak da yayıncı için ekonomik boyutunun olmasıdır (sıralama karışmasın lütfen) . Daha sonra da en iyi şekilde çevrilmesi için elimden geleni yaparım. Çeviriyi yaparken iki gözlemciyi hep başımın üstünde hissediyorum; birincisi eserin sahibini (hata yapmamak için) ikincisi de bilinçli ve farkında olan okuru. Bazen bir şiiri veya kitabı defalarca yüksek sesle ve değişik zamanlarda okuduğum oluyor ve bir kelime için gün boyu düşündüğüm de. Aşkta ve hayatta olduğu gibi sanatta da benim için mühim olan nicelik değil, niteliktir keza kanımca önemli olan zaman kaybı da değil belki yolu bulmaktır. Ve her şiir, çeviri veya sanat eseri de bu yolun adımlarından biridir diye düşünüyorum.

-Yakında da yeni baskıya giden yeni şiir kitabınız ''ve kalp ve kovan ve KIZ KULESİ'' nasıl oluştu?
Maviler ortasında, beyazlar içinde güzel bir gelin gibi asırlardır kocasını bekleyen ve hiç kocamayan Kız Kulesi’nin kendisini ilk gördüğüm günden beri İstanbul’a bağlandım. Kim bağlanmaz ki?! Her ne kadar bir şiir bir şairin sadece belirli bir zamanına, mekanına ve hatta insanına ait değilse de, ama kitaptaki Kız Kulesi’nin geçmişi çok eskilere dayanmaz. Aşağı yukarı 5-6 yıl evvele kadar. Kitaba yansıyan yaşanan bir ilişkinin –aşkın- içinden ve ardından şiirler oluştu ve ben de tüm gerçekçiliğiyle onu kitaba yansıtmak istedim.

-“KIZ KULEŞİ” birçok şiirinizde değişik temalarla işlenmiş dile gelmiştir, kimdir, nasıldır, o konuda bize biraz açıklama yapar mısınız?

“Kız Kulesi” benim şiirdeki mahlasımdır, bir de “aşkın” ve de sevgilinin takma adı.
Biliyorsunuz Türkiye’de bir önceki sene Şems-i Tebrizi yılı seçilmişti ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde, Konya’da ve İstanbul’da da düzenlenen ve dünyanın değişik yerlerinden katılanlar, Şeb-i Arus törenlerinde buluşmuştu. İstanbul’daki törenlerde de ben davetli olarak Mevlana’nın orijinali Farsça olan bazı şiirlerini katılanlara okumuştum. Gösterilen ilgiyle beraber orada İran’dan gelen bir TV kanalıyla yaptığım bir söyleşide sorulardan biri şöleydi: Acaba kısaca bize diyebilir misiniz Mevlana için Şems neydi? Biraz duraksayarak demiştim ki: Şems mi? Şems bir bahaneydi. Yaprak yakanın (yazın) ortasında Mevlana’nın harmanına düşen farkındalık kıvılcımı. O yanmaya çoktan hazırdı, Şems de geldi ve o bahane oldu işte!
’’Kız Kulesi’’ de benim için bir bahanedir belki de, veya bir boşluk, ama yeri dolan veya doldurulması gereken bir boşluk değildir! (Aşk boşluk doldurmaz, boşluğu doldurulamaz!)

“OYUN”

bir ucunda güneş bir ucunda ay
Sallanan ellerinde gökkuşağı
ve bir yağmur ertesi
denizin ortasında
ip atlıyor KIZ KULESİ

-Kitabınızın kapağı çok ilginç KIZ KULESİ çölde veya kurumuş Boğaz’ın üzerinde, bu konuda ne diyecekseniz?
Evet, bir sanat olayında, onu yapanın ve yazanın tarafından tam bir fikir verip bakanın ve okurun hayal gücü kısıtlamak istemiyorum ama kitabın resmi -önü ve arka- ruhu şad olsun fotoğraf sanatçısı dostum Saber Anvari’ye aittir. Türkiye’ye birkaç yıl evvel gelmiş ve daha sonra burada kalıp sanatını devam etmişti. O resim de İran’ın Tuz Çölünden çektiği bir resimdi. Geçerken bir arabanın tekerlek izini üzerinde görmüş ve fotoğrafını çekmişti. Ben de o fotoğrafı çok sevip ondan satın almıştım ve uzun yıllar hep masamda duruyordu. Ta ki kitap söz konusu oldu ve kapak için hep düşündüğüm bu resmi -fazla dokunmadan- sadece orada bir Kız Kulesi resmi yerleştirdik ki sanırım içerikle de uyum sağlamıştır

- Behruz Bey sizi neler üzer?
Hayatta ne yazık ki sevinmekten çok üzülmek için bahanemiz var. Aklımıza hemen geleni; –yalan, riya, ölüm, zulüm vs.- demeyeceğim (ki demiş oldum) . Her ne kadar bunlar bahane değil de hayatımızın gerçekleriyse de, beni üzen ayrılıklardır ve de açlıklar, ki bunlar diğerleri de içine alıyordur zaten. Sekiz kişinin bir odada (bir çadırda) yaşadığını görmek gibi, veya bir aşkın ardından bir ömür boyu bir ayrılığı yüreğe yedirememek gibi!

-Kendi şiirinizin kimliğini nasıl tarif edersiniz, sizin şiiriniz politik midir?
Bana göre şiirin amacı bütün politik, sosyal, ekonomik vb. olaylardan üstün ve ötedir. Şiir bütün bunların tamamıdır. Politika şiirin ancak bir bölümü veya amaçlarından biri olabilir ama onun tamamı değildir. Benim şiirim de elinden geldikçe bu olaylardan bir kısmını veya tamamını değmek istemiştir -tasvire çekmeye, tespit etmeye, itiraz ve isyan etmeye, paylaşmaya ve yapabilmişse de çözüm aramaya çalışmıştır. Ama sadece politik amaçlı değildir. Bu durum onu sınırlı kılar ve ben şiirin ve sanatın sınırlarla kapatılmaması gerektiğine inanırım.
Ayrıca şiirin ana amacı dünyayı temelden değiştirmek ve bize yüklenen veya kendi kendimize yüklediğimiz, inanç, anlam ve değerlerine ışık ve ayna tutup yeniden sorgulamak ve gerçeği aramak. Kafka’nın bu sözü hoşuma gittiği için söylüyorum: “Şiir gerçeği bulabilmek için çıkan bir yolculuktur, ve gerçekten de daha kutsal ne olabilir ki?!” O halde benim şiirime de şayet bir kimlik oluşturmak istersek, bir yazımda da dediğim gibi: ABC üçgeni değil, AAA; Aşk ve Acı ve Anarşi köşeli bir Bermuda ki içinde hayatımızın kağıttan kayığı yüzer.

-Şiirleriniz gördüğümüz kadarıyla yalın ve lirik tarzında yazıyorsunuz, bir de kitabınızdaki çeviri bölümündeki J. Prevert şiirlerine de benzerliği görünür, şiirinizin dilini nasıl tarif ederseniz?
Bana göre bir şairin şiir dili onun aşka bakışını yansıtır. Ben şiirimde yalın ve derin dili, sehl-i mümteni (sade ve çözülmez) sade ama basit olmayan dili tercih ederim. Bana göre çok sayıda yabancı sözcükle karmaşıklaştıran anlatımın, eserin duygu eksikliğini örtme çabasından kaynaklandığını ve okurun dikkatini dağıtan süslemeler ve çetrefilli ifadeler çoğunlukla şiiri duygu evreninden uzaklaşmaktadır. Neden ki yalın ve lirik şiir dürüsttür, eli açık, duru, diri, derin, sade ve saydamdır. Vefanın, sevdanın ve de sadakatin zor ve sabırlı olması gereken muhteşem ve kutsal yolunda yürümek isteyen herkesin şiiridir. Elbet ki diğer şiir türlerine de saygım vardır ama lirik şiirin dünyanın en zor, en keskin, en zeki ve de en zevkli şiir türü olduğunu inancını taşıyorum.
J. Prevert ve onunla olan bağlantısına gelince, bir yere kadar doğrudur bu. Bu akımın yolcusu olan bu geçen çağın değerli şairi lirik şiirleriyle meşhurdur. Öyle rivayettir ki küçük bir eşeğin heykelini yaparak masasına koyup şöyle diyormuş: öyle bir yazacağım ki sen bile anlayasın ve onunla hemfikir olan üniversite öğrencileri de ağır dilde yazan hocalarıyla alay etmek için, onların küçük heykellerini masalarına koyarak şöyle diyorlarmış: öyle bir yazacağım ki sen bile anlayamazsın!

-Şiirlerinizde birçok yerde aşktan demişsiniz aşka değmişsiniz, aşk sizin için nedir bir de onunla ilişkisi olan ölüme nasıl bakıyorsunuz?
Mehdi Dijur der ki: Aşk ve aşkın gamı, yüreğin yüz akı ve itibarıdır. Ve Hafız Şirazı da şöyle der: Bir hikayeden fazla değildir aşkın gamı ama hangi dilden duyuyorsam sanki tekrarlanmamış gibidir, ve gene de başka bir şiir de şöyle der: aşkın hikayesini -daha doğrusu derdini- ne anlatın ne de dinleyin!
O halde bana göre nasıl ki şair tarihin ve şiir özgürlüğün çerçevesiyse, aşk da hayatın çerçevesidir. Keza hayat bir çeşit animasyon ve ilizyondur diye düşünüyorum ve hokkabazın elindeki en sihirli ve çözülmez oyunu da aşk. Ölümse bu numaralardan başka biri. Orada da bir yere kayboluyoruz ama nereye?! Sevgili Hayam da bu hususta şöyle der: “Bu hayatın sırrını ne sen bilirsin ne de ben, Bu bilinmez muammayı ne sen çözersin ne de ben/ Perdede habersizce oynuyoruz ben ve sen, Perde düştüğünde ne sen kalırsın ne de ben.”
Ölüme ve aşkla olan ilişkisine gelince; bir sanat eserinde ve görüşümce onunla iç içe olan hayatta da, dikkatimi çeken unsurlardan biri de sanatçının veya insanın zamana ve mekana ve bu her ikisinden de bağımsız olan ölüme ve de aşka nasıl baktığıdır. Kitabımdaki sevgiliye -KIZ KULESİ- yazılan mektubumda da dediğim gibi:… Ben hayata ve şiire hep iki gerçek üzerinden bakmaya çalıştım: birisi aşk, birisi ölüm. Birisi önümde, birisi de arkamda. Birisi güneşim, diğeriyse gölgem. Ne zaman güneş uzaklaşsa gölge uzar ve ne zaman güneş tam tepede olsa gölge yok olur bilirsin. Belki de onun içindir bu denli aşka bağlılığım bağımlılığım. Neden ki ölümü unutturur bana veya sonsuzluğu hatırlatır. Dünyada kaç kişi güneşin sürekli tepelerinde olmasını ister ki! Acaba ondan mıdır aşkın ömrünün kısa sürdüğü?! Aşk yakar çünkü..!

-Aşk ve acının yanı sıra ‘yalnızlık’ da sizin şiirlerinizde farklı temalarla işlenmiş, gerçi bir şair zaten sözünü şiirinde söyler ona sorular sormak nedenli doğrudur bilemem ama gene de bakışınızı sormak isterim, bir de sizce bir şair gerçekten yalnız mıdır?

Evet dediğinize katılıyorum yalnızlık da değişik izleklerle benim şiirimde işlenmiştir. Bana göre şairin soru ve cevap dili şiiridir zaten ve kanımca şairin iki durumda çenesi düşer; biri şiiri çoksa (anlaşılmak için açıklamalara gerek duyar) , diğeri de şiiri azsa (delikleri doldurup makyaj yapmak için)! Sorunuza gelince, sadece bir şair değil, aslında hepimiz yalnızız. Her ne kadar ki kelebekler ovada buluşur ama bir kozada sadece bir kelebek yaşar. Bu yeni bir keşif değildir ama her zaman da doğru. Hepimiz kalabalık bir pazarda veya karanlık bir sokakta annesini kaybetmiş ağlayan bir çocuk kadar çaresiz ve de yalnızız. Tabi başka bir açıdan bakışla bu bana gör bir yalnızlık değildir belki kimsesizliktir ve kısa bir şiirde de dediğim gibi “dışımızdaki olan kimsesizliktir, yalnızlık içimizdedir.”
Şefkat ve sevgiyle beslenmemiş toplumlarda, insanlar “Seni Seviyorum”u sırf yalnız kalmaktan korktukları için birbirine rüşvet diye veririler. Ve ne yazık ki bu durum daha sonra aşkı aşktan çıkartıp sahiplenmeye ve esarete dönüştürür ve tabi bunun sonuçları da çıkmazlar olur. Ama şairin yalnızlığı sadece bu anlamda bir yalnızlık değildir. Şiir kendisi yalnızlığın derinliğinden gelen bir haykırış ve isyandır. Neden ki şairin dünyası o kadar özel ve kişiseldir ki hatta onu onaylayan ve onunla hemfikir olan kişilerin olması ve artması da bu duruma bir paradoks oluşturarak bir katkı değil de belki bir o kadar ters etki eder. Ve “yalnız BEYOĞLU yalnız”şiiri de bu anlamda bir yalnızlıktır.

“yalız BEYOĞLU yalnız”

kalabalık olması bir caddenin
onun yalnız olmadığı anlamına gelmez
acaba ondan mıdır
yalnızların kalabalık ettiği
yalnız BEYOĞLU’nun yalnızlığı? !

-Şiir dışında neler yapıyorsunuz, çalışmalardan biraz bahseder misiniz, bir de bir göçmen olmak nasıl bir duygu? Sıkıntıları, zorlukları vs…
Şiir dışında, çeviriyle ilgileniyorum. Bu yeni çıkan bir kitap veya sevdiğim bir şiir, öykü ya da roman olabilir. Farsçaya çevirdiği kitaplardan meşhur ‘The Secret’-Sır- (Rhonda Byren) kitabını diyebiliriz. Bu sene de Türk yazar Serdar Özkan Beyin birçok dile çevrilen ‘Kayıp Gül’ romanını Farsçaya çevirdim. Ki yayınlanmasından birkaç hafta geçmeden “en çok satılan kitaplar listesine girdi ve İran medyası da bu kitap ve çevirisi üzerine ve ayrıca son yıllarda Türkiye’deki edebiyatın durumu ve şiir üzerinde de söyleşiler yaptım. Bir de Türkçeye çevirdiğim İran’ın ve dünyanın yazarlarından da seçilmiş öyküler içeren bir çeviri kitabım var ki yakında Türk okuruyla buluşur umarım. Yanı sıra uzun yıllardır düzenli spor yapıyorum. Uzakdoğu dövüş sanatları vücut geliştirme vb., bir de sokak kedileri ve kimsesiz hayvanları besliyor ve bakıyorum mümkün oldukça.
Göçmen olmak mı? İlk defa bu sözü duyduğumda bu söze incinmiş hüzünlenmiştim. İçinizdeki yalnızlığınıza bir de dışınızdaki kimsesizlik duygusu eklenmiş gibi. Yakınmayı ve onun türevi olan acınmayı sevmen ama sorduğunuz için söylüyorum, her ne kadar her yerde olduğu gibi -bizim gibi ülkelerde daha çok- yabancılara daha çok etkileyen, iş bulma, oturma ve çalışma izinleri ve prosedürleri ve bunların etkiledikleri geçim ve iş bulma zorlukları vs. sorunları sizi epeyce yorup sürekli meşgul etse de onlara alıştım artık. Ama göçmenlik hala biraz sisli geliyor bana. Bir yazımda da dediğim gibi, “Mesele ne ayrılıktır ne de ayrı düşmekten korkmak, mesele belki de yalnızlıktır ve onunla baş edememek!

-Söylemek istediğiniz başka bir şey var mı, okurumuza ne tavsiye ederseniz?
Rica ederim, tavsiye de ne demek efendim. Paolu Coelho der ki: dünyada en tehlikeli şeylerden biri birine nasihat vermektir ve ondan daha da tehlikelisi birinden nasihat almak!
O halde nasihatlerden ve tehlikelerden uzak, sorumluluk, sevmek ve sadakatin yanı sıra iyi kitap okumaları ve birbirine tavsiye etmeleridir. Neden ki iki kitabımızın olması iki gömleğimizin olmasından iyidir. Son olarak bir de aldıkları kitabı başkasına borç vermesinler, herkes gitsin ve kendi kitabını alsın. Rahmetli bir büyüğümün manalı ve mizahi sözüyle konuyu noktalayayım: “kitabı bir başkasına verenin bir eli kesilmeli ve o kitabı geri getirenin de iki eli!” derlerdi.

-Bize zaman ayırdığınız için şimdiden teşekkür eder, başarılar dilerim..Sevgi ve selamla..Nurdan Ünsal
Ben de çok teşekkür ederim, özellikle sizin gibi değerli bir şair hanımla bu söyleşi yapıtığım için. Derginize başarılar dilerim. Behruz Dijurian

Behruz Dijurian
Kayıt Tarihi : 5.4.2011 04:25:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Söyleşiyi yapan şair Nurdan ÜNSAL

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Behruz Dijurian