Bir akşam satın alsam sadece sen yürüsen sokaklardan
Üstünde beyaz fistan
Dudakların sessiz şiir
Yanakların al al…
Ve beni aramaya çıksan şehir şehir
Gamzende su içmek dudaklarınla
Dudaklarınla çağırmak mutluluk güneşini
Gülüşünün sıcaklığında uyumak teninde
Hüznün yağmurunda üşümek istiyorum
Bakışlarımla bakamıyorum sana
Bir köy türküsü değilsin arık yüreğimde
Ne kadar ilerlesem geriliyorum
Beyazlarla süzülürken bahçede
Bir umut damladı kadehteki mezeme
Nerdesin, kiminlesin, ne haldesin bilmem de
Her sabah üşüyen güvercinsin gönül penceremde
Yanaştıkça kalbimdeki limana
Bilinmeyen bir sokağın en başındayım. Sokak bilinmez olunca bir bilinene ihtiyaç var acilen... Bir bilinen arıyorum kalbimin derinliklerinde. Tek tesellim gökle barışık olmam ve göğün bana güzel bir gece sunuyor olması mehtaplar içinde. Sokağı her dönüşüm şahı mata götüren bir hamle… Satrançta Yavuzla Şah İsmail yok bu sefer uçsuz bucaksız yollar ve ben…
Yürüdüm yürüyorum ve yürüyeceğim…
Hangi iklimle buluşacağım kim buyur edecek beni yüreğine, kimin çayında dudak payı olacağım acaba kimin dudağına dokunacağım…
Fer kalmadı ayakta biraz dinlenmeliyim durup düşünmeliyim. Durmalı durulanmalı durulmalıyım ama önce durmalıyım.
Bir ses değdi kalbimin minaresine
—Merhaba
Neden şimdi bilmiyorum
Yarınlardan mı korkuyorum
Gözlerinde veda busesi
Ayrılıyoruz anlıyorum
Her an gönlündeyim sevgili
Bir kalem bir kâğıt kaldı elimde bir de bu yaşıma kadar taşıdığım düşüncelerim. Bu üç unsur sermayemdir dünya serüveninde. Öyle bir yangın çıkartır ki bu üç al yazmalı güzel, ateş-i Suzan olup yıkar tahammül mülkünü selimi zebun, yoku var, varı yoktan beter eder…
Beyin haykırmak ister dünyaya yaşadıklarını, yaşlandırdıklarını. Çözmek ister hayat bulmacasını ebcet hesabıyla. Hesapların tutmadığı nadan dünyada bir ümit penceresi açmak, umutlarını zerk edip hücrelere ertelememek ister yaşam efsanesini.
Kalem beynin bu isyanını sezince acır peygamber edasıyla atar kendini beş parmaklı ahtapotun arasına. Artık kalem esiridir beynin. Bir dediğini iki etmez. Ana şefkati ile bağlıdır, Leyla için Mecnun Kerem için Aslı insan için hava, âşık için maşuk ne ise beyin için kalem de odur işte. Beyindekiler kalemle şekillenecektir. Fikir işçiliği yapacaktır kalem beyne.
Ama kalem nereye serpecektir harfleri kim kabul eder ki kalemin siyah teninde kirlenmeyi kim ıslanmak ister ki duyguların kurşun yağışlarında. Kim taşımak ister ki Nietzsche’nin Halil Cibran’ın Tolstoy’un Franz Kafka’nın Sartre’nin kallavi düşüncelerini. Kalemin fikir yangınına kim dayanabilirdi ki…
Hikâye bu ya girer kâğıt sessizce kalemin koynuna. Ya aşüftesi olacaktır kâğıt kalemin ya da yâri belki de sadece sırdaşlıkla yetinecekler belki de fikrin gizli tarihliği ile… Ve kâğıttan bir nara –sen yaz ey kelamın tercümanı kalem ben söylerim cümle âleme…
Şehir damlıyor gözlerimden kalbine
Bakamıyorum gökyüzüne sensiz
Bir yıldız kaysa korkuyorum
Sonra seni yüreğime serpiyorum
Ümit türküsü çığırırken gözlerin
Yıllardır hasret kaldım sevmeye ve sevilmeye
Hep akacak bir ırmak aradım
Bin derenin değil bir derenin suyuydu istediğim
Susayıp içemek Susayıp içmek
Susayıp tekrar içmek istedim seni
Önce susayışlarım sonra susmalarım olurdun hep
Gece parlar mıydı yarabbi
Sabahtan daha karanlık mıydı gece
Gül sararır mıydı geceyi görünce
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!