Çoğul nefes almalarımda hep sayıklar oldum adını, ne ardı vardı ne de öncelikleri, sadece tekrarlama ve haykırmaktı amacım, tüm ağlama zamanları artık arkada kalmalıydı, çünkü ben nefesinle yaşam içindeydim...
Sadece ses ve ışıktı aradığımız…
Sadece nefesinin sesi dolaşmalıydı,siyah gecenin kuytusunda... İşte buna sadece özlem denmeliydi başka kelimeler yetmezdi geceye...
Geceydi yaşanmışlıkların çoğunun yaşandığı zamanlar.
Karanlıklar kaplamıştı çoğu zaman sokakları. Işıklar çoğuldu tek tek yanardı sokaklarda. Biz ellerimiz birbirine kavuşmuş dolaşırdık. Çoğu zaman gözlerimiz bir birine kilitli gibi başka hiçbir yöne dönmezdi. Kırpik uçlarımız titrerdi birimize gülerken diğerimiz ışıkta kalırdı.
Ama biz yasak sokakların çocukları idik. Bize sevmek yasaklanmıştı. Bize beraberce gülmek yaşaklanmıştı. Bize parklar yasaktı ve yasakların kaldırım taşlarında nefesler alırken biz, biribirimizi yasaklarla beraber sevmiştik.
Gülmelerin gölgeliğine sığınırken yasak gülüşlerimiz olurdu hep.
Ve biz nefeslerimizi sadece birbirimiz için alırdık…
Bu şehir, bu karanlıklar, bu sokaklar, başı boş bedenimin kül olmamak için, uğraş verdiği savaş alanım, kendimin kendi ruhumla dalaştığı zamanları taşıyan, kör bir dolaşma alanı ve bu zamanlar içinde yaşarken, ruhumla savaş veren bir ben, benliğim...
Sustum, havanın bulutuyla,
yağmuruyla, rüzgarıyla sustum.
Dinlenecek tüm sevgili sözlerine sustum.
Kederin eksiklendiği yerdeyim.
Eridi bedenim, tükendim yalnızlığa.
Kararmış tüm ışıkların altındaki yanmışlıkla sustum.
Geriye baktım bir kez daha sustum
ve de düştüm, toprağın yeşiline.
Suyun durusuna, yalnızlığın koyusuna düşerek sustum.
Bu gece gök yüzünün yıldızsız yanına sustum,
bir ateş yaktım isinden sustum.
Adına sustum,
gelirsin diye beklediğim zamanlarca sustum.
Baktım ki kızıl bir gün başlangıcına atmış,
zaman kendini, sustum.
Geceden kalma tüm düşlerimle sustum,
ki artık gün doğumu ertesi
adımlanacak tüm yolların kaldırımlarına sustum.
Ve düştüm sevdanın hiçliğine
yine sustum ki
beklentisiz zamanların ardında da yoksun,
bittim ve de tümden sustum…
Adın Eylül olmalıydı, ilk seslenişinde hüzün akmalıydı bana doğru, biraz azalmalıydın kasvetten, gamdan, geri kalan yaşam nasıl olsa boşaltılmış zamanları taşır, bir tek adın söylenmeliydi hüzne eş ve bir tek hüznün olmalıydı paylaşabildiğim.
Gerisi mutluluğa koşan çocuk düşleri olmalıydı.
Çocuk seslerinin masumiyetine karışan, bir tek sen, sonra bir ben olmalıydım uzakların inleme seslerinden kopuşan…
Ve geri kalan sen düşleri olmalıydı, ip atlayan çocuklar misali ile, mutlulaşan benle beraber…
Gözlerini taşımalıydı gözlerim uzun sevgi yolunda. Bir tek gözlerin kalmalıydı mutluluğumun simgesi ve sen olmalıydın yarınlarımın amacı…
O kopuş sahnesinde gök puslanarak karakışta idi sanki.
Kesme taşlı yollara gölgeler düştü. Sonra aniden sağanak yağdı ve iki ters istikâmete giden biz dudaklarımızdan, yağmur suyu boşalıyordu.
Bu bir veda balaklığı idi…
Ve o kopuş sahnesiydi yıllara eskiyerek geri düşen bir bedendik artık…
Geceydi. Gecenin sessizliğini dinliyordu kadın. Yalnızdı. Anlar hükmediyordu beynindeki girdaplara. Nemin kokusu vardı burnunda. Sessizdi. Öksürmek istedi tuttu kendini. Tıkandı nefesi. "Geçmiş” dedi, “mızrak gibi saplandı boğazıma, hıçkırarak ağlamak istemiyorum geçmişe." Dedi, sustu. Kaç gecenin öfkesiydi bu? Kaç geceye düşmüştü bu düşüncelerin içinden fırlayan öksürükler?
Nefretin içinde gizliydi sevginin ilk harfi. Aşkın son hecesini düşündü bir anda. Saklıların öfkesi deldi geçti şah damarını. Gözlerini yumdu. Uzaktan yasemen kokusu karışarak gül kokusuyla daldı ciğerlerine.
Sanki yüz yıl önceye gitti düşüncelerdeki algıladıkları. Gülümsedi. Belki de yıllardır ilkti bu gülümseyiş. Durdu mırıldanarak gülümsedi, sesli olarak bu sefer. Ve ekledi, "vurgundan da korkmuyorum artık, nefes aldıkça da korkum yok vurgundan, sadece yarınlara uzayan nefesim olsun." Dedi kendi kendine gülümseyerek...
Gün geceden sıyrılıyor, sabaha doğru. Ve ıssızlıkla geçen düşüncelerim, yavaş karanlıktan kopuşuyor…
Gözlerim kızarıklıklarla karşımdaki aynada beni gözlüyor. Bedenim ter içinde, uykusuzlukla verdiğim mücadeleyi kaybettim.Kısık sesli radyodan bir müzik tınısı, içimi parçalayacak sanki. Her yer karanlık” diyor, çok eski bir şarkının sözlerinden bir cümlenin tınısındaki ses ve ben, içimde çarpışan kin ve hırslarla, kendime küçük bir gülüş hediye ediyorum…
Kimse bilmiyor bu saate kadar ne yaptığımı. Kaç kitabın, kaç sayfasını değiştirerek okuduğumu.
Eski mektupların birer satırını okuduktan sonra, özenle kenara koyduğumu ve her satırdaki anlamı, gözlerimde canlandırarak, o tarihteki veya öncesindeki, yaşamıma perçinlenmiş konuları, dudaklarımı büzerek kimi anda da gülümsemeye veya tersi hiddete uzanmaya çalışırken, yüzümdeki ifadeleri hiç düşünemez olmuştum…
Yıllardır seni sadece kalbimdeymişsin gibi farzettim. Sen de kalbimi sakın suçlama. Kızmışsan bana sadece "artık beni düşünme ben iyiyim" de ki senin iyiliğin kalbimin sancısının dinmesine sebeptir...
Şehir şehir dertler üstümde.
Ne bir eksik ne de biraz azalan. Bu sıkıntılar beynimde. Kaç gecenin sabahı bu gözlerimi yummadığım? Kaç gecenin yangını bu içinde tepindiğim ve sen hâlâ uykusuz gözlerimin yarısısın…
Bir de hasreti ekledik üstüne. Düşmediğim kaldırım kalmadı bu dermansızlığımla. Gene yoksun, gene sessiz, sessizsin. Ve gene, gene yorgundur koşmalarımdaki yüreğim…
Şimdi düşünüyorum da, şüphesiz yaşıyorum ama, bakıyorum da “yarım sende kalmış” ve ben bu yarım bedenle durmaya çalışıyorum bu hengameli yaşamın ortasında…
Yüzümde eksikli bir gülümseme, uçan kuşların kanat seslerinin düşüncesi, saklamak istediğim sen gülüşünün sessizliği, arkada kalan zincirlenmiş anıların kareleri ve yaşamın maviye çalan eski düşünceleri, hepsi yarım ve eksikti…
Sadece tamlamaya çalştığım sen görüntülerinin hareketli kareleri…
Bir de beynime mıh gibi saplanamadın ve adının tarifleri…
Bir de, bir de o eski yürüyüşlerin. Ardına bakmadan dönüp ağır ağır adımlarla pervasızca gidişin…
Şimdi hepsi puslu birer karalı şekliyle beynimde çiçek açmaya çalışan bahar dallarına dönüşecek umutsuzluğu ile aklımda. O eski yazlardan kalan özlemlerimle…
Şimdi hepsinin yanına çocukluğumun o saf ve temiz bakışlarımı eklemek isterdim, kirlenmeden bu kadar anılar…
Her gün birer birer eksiliyoruz yaşamın içindeki günleri…
Zaten eksilerek yaşıyorduk tüm yaşam içindeki kıyılarda. Gelecek günlerin tamlanmasında eğitirken bedenimizi, yaşamın ardında kalan günlerce eksiliyorduk hayattan…
Oysa yarınlar vardı, geçmişe göre hayatımızda umutla nefes alacağımız…
Ve biz bu kıyılıklarda dolaşırken için için çürüyerek, eksiliyorduk, anılara bıraktığımız acılarla beraber…
Benim bakışlarım hep gök yüzüne bakınca buğulaşır…
Yarın olacak sevgili, yarın olmalı da. İşte o yarınların birinde, bana verdiğin her şeyi sana iade edeceğim, buna çektiğim acılar da dahil olacak. Sen her şeyi almaya alışık ellerinle, bunları da alıp, sindireceksin içine…
Bizim, gecelerimiz hüzün kokardı, o konuşur ben susardım, o bilmezdi ağladığımı, sessizlik çökerdi odaya, korkardı, bense titreArdim ağlamalardan, o bilmiyordu, sadece uyuduğumu sanıp titrerdi gözleri sevinçten, biz hiç sesli gülmezdik, gözlerimizden akanlar ağladığımız içindi, gülmelerimizden isen göz kapaklarımız titrerdi, yosun kokardı sesimiz biz hep hüzünle nefes alırdık beraber olduğumuz zamanalarda, şimdilerde ise baharı özlüyoruz, tek tek, ayrı ayrı yerlerde...
Gözlerime doluşan tüm düşmanlık hislerimi def edip, senin bakışlarını yerleştirdim oraya, artık umutla bakışıyorum tüm renklerin mavisine…
Gündüzün gecesini verdiler bize aşkla gelen acıdır diye.
Sustuk, gecenin sabahını sundular içimize, aşkla gelen hüzündür diye.
Bir ertesi günü bağışladılar öksüzlükle gelen yalnızımsı anlar diye. Hep inandık, sonra güvendik, daha sonraları da aklımız başımıza geldi diye. Güvendik, yanıldık, neresi aşk, neresi güvenle sığındığımız omuzlardı bunlar ki, alev alev ısındıkça ısındı yüreğimizdeki kan.
Sonra başımız ellerimizin arasında.Yazılmış senaryoyu okuduk, dahil olduk kurguya. Ağlamayı öğrendik, aşktır, sevdadır dediler yanıltıldık ki sevginin acı çekmek olduğunu öğrendik.
Gülmeye başladık ağlamalarımızdan sonra.
İşte o zaman da bunalmayı öğrendik.
Boşmuş be sevgili seninle dalaşmak da boşmuş. Sadece içinde hüsran dolanan bir sevdayı sindirdik içimize.
İşte o zaman da yanmayı epeyce ders alarak öğrendik...
Varlığın bu günkü hüzünlerimin sebebi ise, yokluğun, bunları yok edemedi…
Karanlık, bir zindan duvarlarının arası sanki. Beni attığın yaşam yerim…
Zifti bir koku, karbeyazı düşüncelerde yüreğim.
Oysa endişeli hisler var beklenmeniyle arasıra benliğime yapışan…
Ve sen sanki bir mabedin içindesin. Yüreğimdeki düşünceler, o eski yaşamdı, özlediğim. Gidişinin kokusuydu bulantı yaratan içimde. Ben sadece eski günlerin güzel olanlarıyla nefeslerim doluşuyor ciğerlerime…
Sensizlikle yaşamanın bana çok ağır geldiğini söylüyordum çoğu zaman sana, ama bu kadarını da tahmin edememeştim ki artık zorladığım acı sınırının sonuna çok yaklaştım galiba.
Bu da sevgimden şüphe etmemek olduğunu öğretti bana, yıllar, yıllar sonra da olsa...
Önce sen gittin, ardından ben bittim ya, geriye kalan nedir diye sordum kendime, bana gönderdiğin mektuplarla, sana yazdığım çaresizliklerim kaldı şimdi aramızda…
Zaman zaman okuyorum yazdıklarını, sonra ben, neler yazmışım diye, bakıyorum yazdıklarıma. İkimizin arasında gidip gelen cümlelerle, yılların yaşamı anlatılıyor.
Aslında bakıyorum da, acıların kendi aralarında titreyişleri bunlar.
Veya cümlelerin savaşı sanki. Neticesiz, sebepsiz veya gereksiz bir can yakma savaşı sanki bunlar. Ama unutulmaması gereken bir gerçek vardı ortada, yaşanmış ama bitmemiş duygularımızın acı içinde kıvranışlarıydı bunlar…
Gerçek şu ki, sen beni, ben seni çok sevdik. Belki de sen kadar sevemedim seni, ama bu bir sevgide üstünlük mücadelesiydi…
Sert de olsa yaşanmış ama ölememiş duygular bunlar.
Bu gün bunları inkâr etmekti asıl ölmek…
Yıllarımızı aldı bu cümleleri dinlemek...
Belki de geçmişe dair çok şey gömdük bu labirentin içine...
Geriye kalan tek şey vardı galiba, kırılmışlık...
Uzun uzun düşler kurduk bu cümlelerle,
uçurumlardan düştük sandık kendimizi.
Bazen de gökyüzünde uçar bulduk kırıklarımızla kendimizi…
Nerelerden nerelere geliyorduk bu cümlelerin ardından,
Çoğu kez ıslanıyorduk.
Çoğunda da düşüyorduk çavlana sanki.
Aslında tüm sıkıntılarımızı boşaltırdım bu şiirin cümlelerine.
Yabandık kendimize.
Yabanıldık çevreye.
Vurulurduk acılanmalarla ve düşerdik yalnızlık kulvarına.
Adı mı neydi bu iç çekişlerin,
yalnızlık...
Aslında sen benim gerçeğimdin ki bilemedin sevgili…
Düş ve hayâl ile uzaklar…
Düş ve uzaklar, sadece bakmakla kalabildiğimiz yakınlıklardır aslında. Belki de en güzel hayâlleri birleştirdiğimiz o kısacık zamanla başlayan uzun ve kontrol edemediğimiz zamanlara ulaşan hayâl gücümüz, düş ve hayâl tam da an..zamanlarına sığan beklentilerimizse eğer yaşam zaten buydu şüphesiz…
Tüm yaşamımız boyu kendimize yalnızlaşmışık, gelecek korkusu ayrılık korkusundan ötede kalmıştı. Sadece düşlerle beklentisiz sevme duygusunu yaşarken sadece kendimize acınılası bir duygu ile yabancılaşmak istemiştik. Çünkü her insan gibi ben de acıların o derin duygusu ile boş vermişliğe atmıştım kendimi. Ve yüzleşemiyordum kendimle. Sadece hak edilmemiş duygularla acılanmalara tek taraflı sebepler veriyordum ki artık yalnızlaşmaya doğru ağır adımlar atıyordum…
Sadece düşlerim ve de hayâllerim vardı. Bu iç güdünün içine saklandığım zamanlarda ve her acı kendi, kınından fırlıyor, kendi kınına içindeki kanlarla dönüyordu. Durmayasıya deşiliyordu yüreğin masumiyet tarafı. Ve inanılmaz bir iç güdü ile sarsılmak gerekliydi, kendini, yani ruhunu bulabilmek için…
Oysa aklın hükmü uzaktı bu anlarda ve kendine güven duygusu tükendikçe tükeniyordu. Geçmişte kalan anıların an zamanları fırlayıp fırlayıp geliyordu gözler önüne. Ve her an tekrar bir yalnızlaşmaya götürüyordu iç duygularını…
Artık güç ve hayâl birleşmesi yavaş yavaş masumlaşarak hayâl gücüne dönüşüyordu pişmanlıklara uğrayarak…
Güç ve yalnızlık, sadece tek taraflı kaybedişti ve asla kolay değildi. Yalnızlık hep önde ve de hükmedici olandı. Ki artık kopuşlar hayâllerin içinde dolanıyordu.
İşte tam bu anlarda bir silkeleniş gerekti herhangi bir şekilde etken olan bir şey olmalıydı. Ve bu etkenlik sadece alnın iç etrafında dolaşan beynimdeki kendime acıma duygularıydı ki artık kurtuluş buradaydı. Uzakları yakın eyleyip geçmişin resimlerini islendirmek gerekti…
Kaybolası resimler sanmıştık, o günlerden bu günlere uzayıp gelen.
Gün ışığına çıktığında her şey çok değişmişti. Çoğul göçmen kuşlar tükenmişti göç yollarında. Yetmemişti nefesleri, umuda varmaya. Çoğu zaman boşa geçmişti umuda varış isteği.
Bizim yaşantımızda da böyleydi yaşam arzumuz. Çoğu zaman da kaybolmuştuk umutsuzlukla isteklerimizin yokluğunda…
Bir çok an da da gözlerimizden aktı damlalar. Geriye hak edilmiş kalandı bu nefesler. Oysa yaşamın gülmeleri vardı belki de alnımıza yazılan. Çoğu düşlerde kaldı isteklerimizin, çoğu da beklentisizlikle anılarda.
Şimdilerde sadece bir yalnızlık basıyor beynimizin kuytularını. Ve ya garip garip olmayasıya özlemler. Mesela sevdim seni dediğimizdi en çok özlenen. Aslında tekti o özlemlerin içinde kalan.
O ise şimdi uzaklıklarla bir başka uzakta..Ya ben kendime uzak mı veya uzakların nefeslerinde miyim?
Yoksa iç içe mi yaşıyorum bu özlemlerle?
çoğu düşlerde kaldı isteklerimizin, çoğu da beklentisizlikle anılarda…
Bense seni yazmıştım, unutulmaz aşkların içindeki seni yazdım ben, sense kendin için haykırasıya ağlamak üzeresin hissediyorum, ben seni yazarken, saçının renginden, gözünün buğusuna kadar düşlerken kelimelerle, sense ağlamak istiyorsun bensiz, hani beraberce şarkılar tutar mırıldanırken, şimdi sen yoklukların sesindesin, hayat bu sevdiceğim deyip basıp gitmek var mıydı haritasında sevginin bu yolu?
Biz kaçıncı yazların, kaçıncı soğukların çocuklarıyız ki, şimdilerde yokuştan aşağı koşan çocuktu senin düşmelerine benziyen, biz çocukların gülmelerine alışmıştık ki, şimdilerde uğultulu rüzgâra dokunmuş ağlamarını dinliyorum şimdi senin.
Evet sevgili, bu kış fırtınasıydı böyle savrulduğumuz, böylesine haykırarak ağlayışlarla yaşadığımız, oysa geceden sonra çıkacak güneşin ışıkları düşecekti omuzlarımıza ve sen susacaksın vaz geçeceksin ağlamalardan ki ben senle beraber gülebileyim.
Hoş kal sevdiceğim, dinç kal sevgili, yüzündeki buğu düşecek avuçlarıma beklentisi sardı tüm düşlerimi…
En çok isteğim eski günlerden birinin geri gelmesi beni ne kadar da çok sevindirirdi ama böyle bir şansım asla olamazdı sadece o günü düşünüp gülümsemem yetecekti, o kadar çok şey geride kaldı ki, bir çoğu içimi sızlatıp duruken hepsinin yerine tek bir ses oluştu…
İşte böyle biryerden bir sebeple tutunuyor insan birine...
Bitmez sandığımız gece sabaha ulaşıyor. Gözler yorgun, düşler yorgun. Kaçıncı söz veriş bu yarınlara ulaşan. Sendin yıllar yıllar boyu beklediğim. Gidişinin ardından yıllar düştü toprağa, bir tek kelimenle düşmedin kulaklarıma. Artık vaz geçilmiş zamanların sonu bu. Belki yarınlar olacak sensiz ama hayat bitmeyecek bu acılarla. Oysa günahsız da değildik gecelere uzarken benliğimiz. Kanatma yaralarımı, yeteri kadar kanadık her ikimiz de acıyla...
Her canlı dara düştüğünde bir kurtuluşu hayâl ederdi ki bu da yaşam savaşının başı olurdu… Ve ben bu savaşı hep kazanmak için uğraş verdim geçmişin mutlu veya huzursuz karelerinin önüne isli bir düşünce takarak…Ne geceler yetti bana, ne de geceler boyu düşünceler yetti. Gecemi kıskandım gündüzlerden. Çünkü o dört duvarın içinden çıkamazdım…
Bu gün nedense tekrar tekrar artık kimse için ağlama diyordum kendi kendime, neden bu kadar tekrarlıyordum ki bu cümleyi, düşünüyorum şimdi de, galiba özlem duygusu baskındı tüm gün boyu…
Kendi kendime bir zamanlar vardı, yalınızlığın bulunmaz gizeminde idim, galiba kalabalıklaştım şimdilerde, unuttum artık kırılmışlıklarımı, beni paramparça yaşatan düşüncelerimi...Hoş geldin hayat ve umutla yaşam...
Evet sevgili, sana geliyorum veya gelmek istiyorum. Olmadı senin gelmeni veya geldiğini görmek istiyorum. Sonra mı, sadece bir fısıltı ile ses vermeni veya seni sevdiğimi bildiğini söylemeni istiyorum. Olmadı mı, boş ver olmayabilir de sadece tek gerçek var seni sevdiğimdi bir zamanlar, gerisi mi zaten hayâl veya rüya, işin aslı lafı_güzaf…
Dedim ya senin gelmeni hayâl etmenin de güzel tarafı burası olsa gerek, lafı_güzaf…
Evet yarınlarda var olmalıydım ve de belki yarınlarda vardı mutluluk başlangıcı…
Kayıt Tarihi : 18.12.2014 12:30:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Geceydi yaşanmışlıkların çoğunun yaşandığı zamanlar. Karanlıklar kaplamıştı çoğu zaman sokakları. Işıklar çoğuldu tek tek yanardı sokaklarda. Biz ellerimiz birbirine kavuşmuş dolaşırdık. Çoğu zaman gözlerimiz bir birine kilitli gibi başka hiçbir yöne dönmezdi. Kırpik uçlarımız titrerdi birimize gülerken diğerimiz ışıkta kalırdı. Ama biz yasak sokakların çocukları idik. Bize sevmek yasaklanmıştı. Bize beraberce gülmek yaşaklanmıştı. Bize parklar yasaktı ve yasakların kaldırım taşlarında nefesler alırken biz, biribirimizi yasaklarla beraber sevmiştik. Gülmelerin gölgeliğine sığınırken yasak gülüşlerimiz olurdu hep. Ve biz nefeslerimizi sadece birbirimiz için alırdık…
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!