Bedelini Sorarlar Şiiri - Muammer Bilim

Muammer Bilim
27

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Bedelini Sorarlar

Her ne ki aşktan gayrı, kapımızı kapattık,
Ağyarı gönülden de, dilden de söküp attık.
Ten yurdunu toprağa, canı canana sattık,
Bedelini sorarlar; zakkum-u zehir tattık.

Muammer Bilim
Kayıt Tarihi : 25.11.2007 21:07:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


FERHAT Yaşadıkları asırlardan günümüze kadar; gönüllerimizde hiç ölmediklerinin nişanesi olarak, doğan çocuklarımıza isimlerini verdiğimiz, ölümsüzlük kervanının kutlu yolcularından Ferhat'ın, Şirin yüzünden dağlara sürülüp orada AŞK ŞEHİDİ olması bir de şöyle hikaye edilir. Amasya beylerinden Acem asıllı Hüsrev; adı gibi kendisi de oldukça güzel bir Ermeni dilberi Şirin'i sever. Sevgisi karşılıksız değildir. Şirin de onu sever. Sarayı andıran bey konağında yapılacak olan düğün gününün kararı verilmeden önce, avlu içerisine büyükçe bir havuz inşaa edilmesini isteyen Şirin'in bu arzusu, Amasya beyi için emirdir, fermandır. Yörenin en iyi ustasını bulmak üzere kullar seferber edilir. Cevherin kadri kıymetini bilen gönül sarraflarının dükkanlarını açık tuttuğu, sanatın makbûl, sanatçının da el üstünde gezdiği zamandır o asır. Yapısında mevcut asalet ve inceliğini, işçiliğinde de göstermekte ki maharetinin yanında sükûneti, seviyesi, kararlı tavrı ve bu sıfatlara oldukça yakışan bir vücut iklimine de sahip oluşuyla, etrafında bilinip sevilen taş ustası Ferhat'a, haber gelmekte gecikmez ve konağa davet edilir. Ertesi gün konağa gelen Ferhat'ı hizmetliler karşılar ve Şirin hanımefendinin kendisini beklediğini söyleyerek içeri alırlar. Yalnızca fikir ve arzusunun değil, havuzun mimari yapısının, ölçülerinin, şekil ve şemalinin nasıl olacağının karar sahibi de olan Şirin, konağın merdivenlerinden inerek, gelişinden habersiz başı önünde bekleyen Ferhat'a; ─ 'Hoşgeldiniz! ' der. Cümle dört hecedir ama toprak, hava, su ve ateş gibi dört unsurdan oluşan bu vücut ikliminden, şirin dudaklarından dökülen hitap, ona ait olmayıp, sanki ötelerin ötesinden gelerek yankılanır Ferhat'ın kulaklarında. Şekil verip işlediği taş misali, bu endam ve güzelliğin karşısında aklını ve konuşma kabiliyetini yitiren Ferhat, orada taş kesilir de hoşbulduk bile diyemez. Ustanın da vaktini almak istemeyişinin inceliğiyle hemen konuya giren Şirin, onun gönlünde kopan fırtanadan habersiz, sonradan gelmediği belli asalet ve ifade üslûbuyla, nasıl bir havuz istediğini anlatmaya başlar. Kehribar'ın saman çöpünü ya da mıknatısın demir tozunu kendisine doğru çektiği gibi, büyülenmiş halde hiç konuşmadan peşinden gelen Ferhat'a birden dönerek; ─ 'Anladınız değil mi? ' manasıyla baktığında; avcının, elinde can vermesi için beklettiği ceylan yavrusu gibi yalvaran nemli gözleriyle sanki; Madem ki avcısın bari al götür, Eşiğinde hadim, kulun olayım. Ya bir yay daha çek işimi bitir, Mahmur göz okunla ölün olayım.' dercesine, Ferhat'ın kendisini seyrettiğini anlayıp, o tatlı tebessümüyle başını öne eğerek; ─ 'Diyeceklerim bu kadar, gidebilirsiniz.' der. Avludan çıkarken yolcu etmek için kapıda bekleyen hizmetlilere yaklaşan Ferhat, usulca eğilerek; ─ 'Şirin bana ne anlattı acep? ' diye sorunca, onlarda şaşkın gözlerle gülüşürler. Şirin konağından ayrıldığında; dudaklarından dökülen şu cümleleri, eve gelene kadar ağlayarak divane gibi mırıldandığı söylenen rivayetler arasındadır; ─ Anan ölsün ey Ferhat..! Anan ölsün ey Ferhat..! Anan ölsün de seni böyle görmesin! Dermanı olmayan bir derde düştün ey Ferhat! Sevdiklerine çile ızdırap verip, onların inceleyerek ahu figan etmeleri adeti üstüne kurulan muhteşem ilahi tuzağa, aşk pazarında değerine paha biçilmez bir av daha düşmüştür şimdi. Ferhat..! Avcı muhteşemse, avı da muhteşem olur. Zaten hakiki bir avcı gidip de dağlarda porsuk, kokarca ya da sırtlan avlamaz. Onların avı ancak, karnının altı mis gibi kekik kokan ceylandır .Ceylan gönüllülerdir. O sebeple aşk pazarına her canı isteyeni sokmazlarmış. Can pazarı olduğundan korkakları, cimrileri, hased edenleri, dünya perestleri, sevgiden ve sevgiliden habersiz ölüleri, aşkı haram bilen haramileri, o gönül kalesinden içeri bir adım dahi attırmazlarmış. Gündüzleri yâr konağında geceleri ise gönlünde kurulan tuzak ağında gittikçe eriyen Ferhat, yemeden içmeden kesilmiş, neredeyse, adını sorsalar Şirin diyecek hale gelmiştir. Ta ilk günden beri durumdan işkillenen hizmetlilerin tavrını farkeden Şirin, Ferhat çalışırken artık yanına gelmez hatta pencereden bile bakmaz olmuştur. Onu görememenin ızdırabını; ─ 'Ziyanı yok. Görmesem bile, hiç değilse burada olduğunu biliyorum ya! O beni bir şekilde görüyor ya! Bu da yeter.' diye kendisini teselli ederek dindirmeye çalışan Ferhat'ın işi uzadıkça uzar. Nice aşk ehlinin gönlüne kurulan bu ilahi cilve tuzağının bir tecellisi, gereği olarak, bu durumdan rahatsız olup bey gözüne girmek isteyen riyakâr hasedcilerin, o güne kadar korkudan gönüllerinde gizlediklerini artık dillendirme vakti gelmiş ve fitne ağı örülmeye başlanmıştır. Edep, saygı ve vakarında asla eksilme olmadığı gibi, işindeki ciddiyetinde de samimi olmasına rağmen; insanların bakış, duruş ve tavrından anlayacak kadar zeki ve tecrübeli olan Hüsrev Bey, Ferhat'ın halinin doğruluğuna kısa bir takipten sonra iyice emin olur. Fazla dallanıp budaklanmadan, herşeyden habersizce Ferhat'ın ağzını aramak ve hadiseyi kısa yoldan halletmek için bu sevdadan vazgeçmesini söylediğinde, Ferhat'ın yüzünün hali beyi dehşete düşürür. Ölümü; en güzel vuslat, en kısa kurtuluş ve cana nimet bilecek kadar pervasız aşk halinin, Ferhat'ta zirvede oluşu, beyi kurnazca bir plâna sevkeder. Üstelik Ferhat, Amasya'da oldukça sevilen ve bilinendir de. O yüzden plân eksiksiz uygulanmalıdır. Nihayet ertesi gün Ferhat'ı çağırıp; ─ 'Açık olacağım sana karşı. Ben de seviyorum sen de seviyorsun. Ya sen, ya ben! ' der bey. Ferhat; ─ Buyurun! Dinliyorum. ─ Havuza dökülecek olan suyu, dağdan benim istediğim güzergâhtan getirmeyi becerirsen eğer, ben Amasya beylerinden Hüsrev, buraları terkedip gideceğim. Şirin'i de... Yok getiremezsen, sen bu işten vazgeçeceksin. Bu anlaşmaya ne dersin? Zaten aklı başında olmayan Ferhat, Şirin adını duyar duymaz; ─ 'Evet..! Evet..! Evet, olur! ' der ve anlaşırlar. Çocukları bile gülderecek kadar imkânsız denilen işlere, ancak bir zümre vardır ki onlar evet derler. Mecnun olup aklını zayedenler. Böylelikle artık Ferhat yalnız konaktan değil, şehirden de uzaklaştırılmış olur. Bey rahattır şimdi. Çünkü; dağın o güzergâhındaki taşlar, kırılması yapı olarak en sert, en çetin olanlarıdır. Hatta onlarca işçinin bile aylarca uğraşsalar netice alamayacakları bir iştir. Yani gönüllü sürgün... Kendine yemek için azık getirenler ve iniş çıkışı yorucu olduğundan, tek tük sevdiklerinin ziyareti dışında , Ferhat'ın yanına gelip giden pek olmaz. Yalnızdır ve gece gündüz orada yatar kalkar. Her geçen gün öyle bir hâl almaktadır ki; yemesi, içmesi, yatması, kalkması, gözünde hayali, dilinde zikri hep Şirin olur. Tahtını gönlüme gelip kurdun da, Tutan elim, gören gözüm sen oldun. Belâ yağdırsan da bu gam yurdunda, Ağzımda her cümle sözüm sen oldun. Seni böyle sevmek günahsa eğer, Tövbe etmemeye yeminler ettim. Sensiz cennet ırmağını verseler, Ondan içmemeye yeminler ettim. manâsında, aşkını dile getiren türküleri o zamanın lehçesi ve kendi üslûbuyla söyleyip, her ağlayışında, elindeki künk (balyoz) havaya kalkmada ve yere inişinde o sert kayalar, yaba ile savrulan saman gibi toz halinde dağılmaktadır. Gönlünde tecelli eden aşkın azametiyle, taşa, kayaya değilde, sanki yumuşak hamura vurur balyozunu Ferhat. Bunun harikuladelik, mucizevi bir hal olduğunun farkında bile değildir. Olsa da ona iltifat edecek, aşkından başka hiç birşeye itibar gösterecek hali de yoktur Ferhat'ın. Dünyayı içindekilerle birlikte verseler, Şirin yoksa eğer neylesinki. Zira onun olmadığı cennete bile yüzünü çevirip bakmayacaktır. Olup bitenleri gelip görenler, haberi şehre yetiştirmişlerdir çoktan. Ferhat'a verilen gücün, yüzüne inen farklı bir güzelliğin de yanında, kayaların yumuşayıp hamur gibi oluşu, işin çok kısa zamanda biteceği haberi çalkalanır şehirde. Şirin'in, bu haberleri duyduğunda gönül hali nedir, ehli olanların dışında kimse bilmez ama, Amasya beyi Hüsrev telaştadır. Balyozu her vuruşunda Şirin adı dökülür dudaklarından. Şirin..! Şirin..! Şirin..! Nihayet öyle bir hâle gelir ki, nereye baksa Şirin görünür gözüne Ferhat'ın. Hem de o ilk günkü tebessümüyle. Ağaca bakar Şirin, toprağa bakar Şirin... Tam bu kararsızlık halinde kayaya vuracakken, orada da Şirin tebessüm eder. Vurabilir mi hiç balyozu Şirin yüzüne? En son elindeki balyozda da Şirin'i görünce, havaya fırlatıp başını altına koyar. Düşmekte olan balyoza bakarken, Şirin hâla tebessüm ederek iner ve başı ezilerek orada şehit olur. Ferhat'a ve onun gibi Şirin yüzünü bir kez görebilmek için gönül dağlarına aşk balyozu indiren Ferhat'lara selâm olsun.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Alaaddin Uygun
    Alaaddin Uygun

    4 x 4 alkışşşşş

    Cevap Yaz
  • Ali Sekülü
    Ali Sekülü

    Hayrı şerri bir bilenler, acı tatlı hep yiyenler, nazıda azık yapıp bize böyle diyenler.Alah sizden razı olsun. Bizide sizden ayırmasın.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Muammer Bilim