Bazen vazgeçmen gerekir. Kurduğun hayallerin üzerine çizik atman gerekir. Bazen canın çok yandığı halde susman gerekir. Ya da gece yarısı birdenbire ağlamaya başladığında sesini duymasınlar diye yüzünü yastığa bastırman gerekir. En kötüsü de o değil midir zaten. Gizli gizli ağlamak, göğüs kafesinin tam ortasına yerleşen ve bir türlü yok olmayan o ağırlığın daha da artmasına sebep olmuyor mu?
Bazen kalabalık bir arkadaş ortamında üzüntünü belli etmemen gerekir. Ya da babasıyla birlikte eğlenen bir çocuğu gördüğünde gözlerin dolmamalı. Hem bazılarımız o kadar şanslı doğmuyor, biliyorsun. Ne kadar yalnız olduğunu kimse fark etmemeli, böylesi daha iyi. ” Keşke beni de böyle seven insanlar olsa” cümlesini kimse duymamalı.
Bazen sevdiğin insanın seni ne kadar çok üzdüğünü düşünmemen gerekir. Zamana bırakmak en iyisi derler. Zaman her şeyin ilacıdır sözüne inanmamalısın. O söz sadece uydurma. Zaman hiçbir şeye ilaç olamıyor, sadece yaşadıklarına alışıyorsun. Bir nevi uyuşturucu gibi bir şey oluyor senin için. Unutmuş gibi yapıyorsun ama unutmuyorsun, üzülmemiş gibi davranıyorsun ama üzülüyorsun. İşin en kötü tarafı kimse üzüldüğünü anlamıyor. Anlıyor da umursamıyor da olabilirler. İnsanlarda bencillik denen şey olmasa keşke.
Bazen seni mutlu eden anıların şefkatli kollarına sığınman gerekir. Hem iyi şeyleri hatırlamak gülümsetir belki seni, kim bilir. Bazen biriktirdiğin fotoğrafları yakman gerekir. Unutmak için yok olması gerekir bazı şeylerin. Bazen bir mekanda duygusal bir şarkı işittiğinde aklına o gelmemeli. Hatta onunla ilgili hiçbir şey gelmemeli. ” Keşke yanımda olsa” gibi özlem dolu cümleler sarf etmemelisin. Çünkü bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Sadece üzüntü kat sayını arttırıyor. Bitmiyor, sadece bazen belki güneşli bir günde veya kalabalık bir gecede geçtiğini sanıyorsun ama geçmiyor esasında. Alışıyorsun zamanla.
Bazen en yakın arkadaşının sana karşı birdenbire yabancılaştığını fark ettiğin zaman üzülmemen gerekir. İnsanların gidişine engel olamıyorsun bir süre sonra. Dört duvar arasında sıkışıveriyor yalnızlığın, duvar saatinin tik tak sesi eşlik ediyor yalnızlığına. İşin kötüsü ne biliyor musun? İnandığın her şeyin yalandan ibaret olduğunu fark etmek. Hiçbir zaman istediğin gibi olmadı her şey, biliyorsun. Ya bir şey eksikti hayatında ya da sen yabancıydın etrafındaki olaylara.. Sustukça birikiyor içindeki kelimeler ve farkında olmadan çığlık çığlığa büyüyor sessizliğin. Ve bir sabah o çok inandığın uğruna ömrünü feda edebileceğin hayallerin, koca bir yalandan ibaret olduğunu fark ediyorsun.. Ondan sonrası mı? Yazmaya gerek yok.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta