Bayramları Bayram Yapan Şehitler

Mehmet Şükrü Baş
267

ŞİİR


5

TAKİPÇİ

Bayramları Bayram Yapan Şehitler

Bir köşe yazarı olarak bu gün ne yazayım?
Bayramın özelliğini güzelliğini bu vatanın mukaddesliğini mi anlatayım.
Ne yapayım?
Ömrünün baharında bu vatan uğruna kara topraklara giren ve bizlere bayramlar yapma imkânı sunan fidanlarımıza mı yanayım.
Ne yapayım? ...
Gelecek nesillerimize şehitlerimizi mi anlatayım,
Başkomutanımızı mı anlatayım. Onların sayesinde vatanın vatan olduğunu, onların sayesinde bayrağın dalgalandığını, onların sayesinde arımızın, namusumuzun korunduğu ve onların sayesinde bu günün bayram olduğunu mu anlatayım.
Ne yapayım? ...
Her mutluluğumuzun onlara borçlu olduğumuzu ne olur unutmayalım.
En iyisi biraz geriye gideyim 24 Mayıs 1993 tarihinde şehit olan Mehmetçiklerimi yâd edeyim. Onların aziz ve mübarek ruhlarına Fatiha’lar Yasin’ler göndereyim.
Öyleyse buyurun hep birlikte bizlere bu günleri bayram yapan aziz ve mübarek şehitlerimize gidelim.
Onları unutmayalım unutturmayalım onları rahmet ve şükranla analım.
***
“Tarih 24 Mayıs 1993
Elazığ’dan Bingöl istikametine ardı ardına giden üç otobüs.
Bu otobüslerde Malatya ve Elazığ’da iki aylık eğitimini tamamlayan sivil giyinişli askerler var. Daha iki aylık askerler bazılarının eline tüfek bile değmemiş askerler…
Ana kucağından, baba ocağından ayrılan gencecik fidan gibi askerler.
Doksan kişilik bu grup dağıtıma gidiyor kimisi Muş’a, kimisi Bingöl’e, kimisi Siirt’e, kimisi Bitlis’e kimisi Van’a gidiyor. Peygamber ocağı dediğimiz askerlik ocağında vatanını yurdunu beklemeye gidiyor.
***
Otobüsün ilk iki sırasında Konyalı Erkan Kaçar, Ali Arar, İlyas Uyar, Hilmi Şahin, İbrahim Ertan ve Mustafa Yılmaz biri birlerinin omuzlarına yaslanmış uyumaya, biri birlerinden memleketin kokusunu almaya çalışıyorlar.
Bir arka sırada Denizli’den Ramazan Akkaya, Mehmet Öztürk, Ahmet Apak, Hüseyin Çelik ve Ercan Çobanoğlu Deniz’linin ya aynı mahallesinden ya aynı okulundan, yâda aynı köyünden arkadaşlar. Onlarda otobüste aynı sıradalar. Onlarda başlarını arkadaşlarının omzuna dayamış vatan hizmetine giden vatan yolunda uyuyorlar.
Kastamonu’dan Nihat Odabaşı, Âdem Zöngür ve Uğur Bozacı kendi aralarında şakalaşıyor,
Kırıkkale’den Murat Elibol,
Çanakkale’den Baki Mutlu ve Aydın Kuzey,
Hatay’dan Hasan Gültutan, yarı uykulu, yarı uyanıklar.
Samsun’dan Cavit Yaman ile mahalle arkadaşı Şenol Cansız Samsun limanında demirli Atatürk’ün bandırma vapurunun azametini anlatıyorlar.
İstanbul’dan Ünal Kalafat ve Uğur Bozacı kısık bir sesle konuşuyorlar. Geride bıraktıklarını yavuklularını anlatıyorlar.
Manisa’dan Ahmet Aran elindeki küçücük cep defterine bir şeyler yazıyor,
Isparta’dan Selahattin Aysan avucunun içerisinde sakladığı küçücük bir resme bakıyor,

Afyon Karahisar’dan Birol irfan Aşkan gözlerini yoldan ayırmıyor, bu yolun ne zaman biteceğini merak ediyordu.
Antalya’dan Abdullah Kara.
Malatya’dan Hikmet Özdemir,
Adana’dan Mehmet Tura derin bir uykudalar.
***
Başlarına yakılan kınalar kurumadan Çanakkale’ye gider gibi Doğuya ve Güneydoğu’ya gidiyorlar. Bölük pörçük uykularında rüyalar görüyorlar. Yavuklularını, arkadaşlarını, kardeşlerini görüyorlar. Başlarında silahlı muhafızlar bile yok. Bellerinde silahları, ellerinde tüfekleri yok. Asker desen asker değiller sivil desen sivil değiller. Daha on dokuz yirmi yaşlarındalar bu kınalı kuzular.
Onlara “Haydi oğul vatan senden hizmet bekliyor koş vatan hizmetine” denilmiş onlarda gençlik uykusundan uyanarak, ana kucağından kalkarak vatan hizmetine koşmuşlar. Birliklerine, kışlalarına gidiyorlar.
***
Otobüs Elazığ-Bingöl Karayolunda gecenin karanlığını yararcasına yol alıyordu. Bingöl’e on kilometre kala saatler gecenin 01’ini gösterdiğinde 50–60 kişilik bir hainler gurubu yolu kesiyor. Otobüs durduruluyor, kapısı açılıyor “İnin aşağı” diye hain bir ağızdan hain bir komut çıkıyor. Uyku mahmurluğu içerisindeki ana kuzuları ne olduğunu bile anlamadan otobüsten iniyorlar. Arkadan gelen otobüslerde bekleniyor onlarda durdurulup doksan asker, doksan vatan evladı, doksan kınalı kuzu teker teker otobüslerden inip yol kenarında sıraya diziliyorlar. PKK denilen kanlı çetenin başındaki (Büyük ihtimalle Şemdin Sakık) muzaffer bir komutan edasıyla PKK lehine söylemlerde bulunuyor, Türk milletine Türk askerine Türk devletine yönelik ihanet dolu konuşmalar yapıyor, askerleri bölgelere göre ayrılıyor. Kendilerine göre batılı dedikleri askerleri bir araya getirdiklerinde kendisi susuyor kaleşnikoflar konuşuyordu. Silah sesleri gecenin karanlığını delip Konya’ya, Samsun’a Manisa’ya, Hatay’a varıyordu. Hain parmakların çektiği her tetik bir canı bedenden ayırıyordu. Analar rüyalarında kınalı kuzularını görürken kınalı kuzular teker teker dallarından koparılıyordu. Her bedene elliden fazla mermi isabet etmişti. Bu olayın bir benzerini 1963 yılında Kıbrıs’ta Rumlar, 1915 yılında Çanakkale’de İngilizler, Fransızlar ve Yunanlılar yapmışlardı.
***
Bu gece burada bir can pazarı yaşanıyordu. O kanlı gecenin o mübarek kahramanları ölümü görmelerine rağmen hiç birisinde korkunun izi görülmüyor. Biri birlerine sarılıyor kelime-i şahadetlerini getiriyor göğüslerine saplanan onlarca kirli kurşunla birer fidan misali biri birlerinin üzerine yıkılıyorlar.
Göğüslerine aldıkları elliden fazla mermiyle “Son nefeslerinde Vatan Sağ olsun” deyip can veriyorlardı.
Otuz üç vatan evladı, otuz üç can, otuz üç fidan. Yüzükoyun üst üste yatıyorlar. Ceplerinde ana babalarına, arkadaşlarına, yavuklularına yazdıkları ancak postaya veremedikleri mektupları al kanlara boyanıyordu. Bedenlerinden akan mübarek kan oluk oluk akıyor. Akif’in dediği gibi “Bir hilal uğruna yarab ne güneşler batıyor.”du….
***
O gece kapkaranlık bir geceydi. O gece Bingöl dağlarında pusu ve ihanet kol kolaydı. O gece vatanı bekleyenlerle vatana ihanet edenler karşı karşıyaydı. Ve o gece hainlerin gecesiydi. O gece Sarıkamış’taki gibi dondurucu ve öldürücü bir geceydi.
O gecenin karanlığında içimizdeki beyinsizlerin, içimizdeki hainlerin Rumlarla ve diğer dış mihraklı Türk düşmanlarıyla el ele verip kendi topraklarında kendi milletine kurdukları pusu vardı, ihanet vardı alçaklık vardı, şerefsizlik vardı. Dahası insanlık tarihinin şahit olmadığı ve olamayacağı kadar bir kahpelik vardı...
***
Hain ellerin sarmaladığı kan kusan silahlar gecenin üçüne kadar ihanet kustu, kan kustu, ölüm kustu. Tan yerinin emaresi görüldüğünde yol kenarında ana kucağından kalkıp vatan hizmetine koşan bu kınalı kuzular dallarından koparılan taze fidan gibiydiler. Bursalılar, Maraşlılar Antepliler, İzmirliler üst üste koyun koyunaydılar.
Onlar vatan için can verdiler. Birer melek oldular. Uçtular cennetin has bahçesine kondular. Çanakkale’de can veren, bir dünyaya nam veren iki yüz elli bin şehide arkadaş, peygambere yoldaş oldular.
***
Odur budur her buradan geçtiğimde şehitlerimizin anısına dikilen şehitlik anıtında durur yanaklarımdan süzülen birkaç damla yaşa aldırmadan onların ruhuna Yasin’ler okurum, fatiha’lar okurum.
Onları Bedr’in aslanlarının yerine korum.
Onlarla konuşurum.
O anıtın hemen yanı başında bir şiir dile getirilmiş. İnsanın tüylerini diken diken eden yaralı bir kalbin yazdırdığı bir şiir. Gözlerimizi nemlendiren, okuyanların dudaklarını titreten bir şiir. Bakınız şair o gidenleri “Gittiler” ifadesi ile nasıl yola salmış, nasıl göndermiş.
***
Bin yıllık çınarın dalları gibi
Soylu arıların balları gibi
Sancağın solmayan alları gibi

Kanlarıyla karılarak gittiler
Bayraklara sarılarak gittiler

Rahmet iner akan sular durulur
Bingöl yaylasında otağ kurulur
Hainlerden bir gün hesap sorulur

Bu gerçeği bile bile gittiler
Şehit olup güle güle gittiler.
***
“Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır” ne doğru bir söz. İşte vatan yolunda, vatan uğrunda hep bir aradalar. Hataylısı, Maraşlısı, Konyalısı, İzmirlisi, Anteplisi kol kola, can canalar. Dağlara taşlara “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” yazmakta, ay yıldızlı bayrağına selam durmaktalar. Bu ruhla geldiler bu ruhla gittiler. Bunlar o gece ölümü gördüler. Kahramanlığı gördüler. Bunun yanında ihaneti, alçaklığı, kahpeliği gördüler.
Ve onlar bu gece cenneti gördüler. Nebi’ler Nebi’sini gördüler. Ona gittiler.
Lise öğrencisi iken okullarını bırakıp Çanakkale’ye ölüme koşan Kınalı Kuzulara özenerek gittiler.
Ulu Önder Atatürk’ün “Ben size ölmeyi emrediyorum” emrine riayet ettiler.
Başlarındaki kınalarıyla gittiler.
Kabirleri nurla dolsun.
Mekânları cennet olsun.
***
Ey bu şehitler ülkesini yönetenler! ...
Bürokratlar, vekiller, parlamenterler.
Askerler ve siviller….
Görmemişseniz burasını gidiniz, görünüz. Giderseniz orada bir Çanakkale ruhunu görürsünüz. Orada mertliği ve kahpeliği görürsünüz. Orada ihaneti ve sadakati görürsünüz.
Orada Mehmetçiği görürsünüz.
Gidiniz orada Otuz üç mübarek şehidin künyelerini okuyunuz.
Onların ruhuna Yasinler, Fatiha’lar gönderiniz. Ama lütfen bunlara tetik çeken hain elleri affetme gibi bir varsayımı telaffuz bile etmeyiniz. Onların dağların zirvesine kanayan tırnakları ile yazdıkları Mustafa Kemal Atatürk’ün en önemli vecizelerden birisi olan ve Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini anlatan “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” yazılarını sakın ola silmeyiniz, sildirmeyiniz. Bu otuz üç şehidin kemiklerini sızlatmayınız.
Ne olur bizleri bir kere daha ağlatmayınız.
Dünyamızı karartmayınız! …” (Nurhak 26 Mayıs 2009)
***///***
Mehmet Şükrü Baş 19 Eylül 2009 Elazığ Nurhak Gazetesi

Mehmet Şükrü Baş
Kayıt Tarihi : 18.9.2009 18:27:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Ahmet Sargın
    Ahmet Sargın

    Mehmet Bey gönlünüze saglık yazınızı okudum selamlarımla..

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Mehmet Şükrü Baş