Bay Kompüter - ÖYKÜ Şiiri - Mahir Çiçek

Mahir Çiçek
165

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Bay Kompüter - ÖYKÜ

- Sekreter birilerine soruyor, Başkanı gördünüz mü?

- Birileri hayır görmedik, neden arıyorsunuz

- İdareden telefon ettiler kompüter geliyormuş.

- Hoş gelmiş sefa gelmiş, sordun mu nereden geldiğini.

- Soramadım ama, Almanya’dan bir heyet bekleniyordu galiba onlar dedi.

- Allah, Allah kimmiş bu kompüter, hiç onlardan bahsetmemişti.

- Aldırma buralardadır, birazdan gelir.

- Israrla bulmalıyım dedi sekreter,

- Bir kat yukarı çıktı Baş Mimarın odasına girdi, başkanı gördünüz mü diye sordu,

-Biraz evvel Yardımcısının odasında görmüştüm dedi Baş Mimar.

-Sekreter nihayet, yardımcısının odasında buldu Başkanı.

- Efendim, İdareden telefon ettiler kompüter geliyormuş.

- Başkan Yardımcısı da bilmiyordu kimin geleceğini, başkana dönerek, bu

ne telaş, kim bu kompüter söylesene yahu dedi.

Başkan, şirketin eski genel müdürlerinden birisinin kardeşiydi, eski Genel Müdür ise

Şirketin bağlı bulunduğu Bakanın sınıf arkadaşıydı. Başkan, Bakanın tavassutuyla kısa

sürelerde kademe atlatılarak, koskoca yatırım dairesinin başına getirilmişti. Başkan, kırklı

yaşlarda, bekâr, kimsenin fikrine saygı duymayan, kendinden başkasının aklını beğenmeyen,

aslında hiç bir şeyden haberi olmayan fakat her şeyi iyi bildiğini iddia eden, bilgi cahili koca

kafalı biriydi.

O yıllarda bilgi edinilecek tek kaynakça, ansiklopediler, teknik konularda neşredilen ve

lazım diye devletin sırtından aldırılıp sonra şahsidir damgası vurulan dergilerdi. Sonra

sonra bu neşirler teker evlerdeki kitaplıklara taşınırdı. Başkan, böyle yapanlardan değildi

doğrusu. O, devletin hiç bir şeyini şahsi işinde kullanmazdı. Toplantılarda öğünürcesine

üstüne basa basa " iki kalemden birisinin cebinde, diğerinin masasında olduğunu söyler,

devletin yazısını devletin kalemiyle, şahsi yazılarını kendi kalemiyle yazdığını söylerdi.

Başkanın, içkisi, kumarı, gece hayatı yoktu, akşamları evine gider, yemekten sonra

Ansiklopedi de ilgisini çeken ya da gündüzden aklına düşen her hangi bir konuyu açar okur

döner dolaşır bir daha okur ve o konuya kendisini hazırlar, ertesi gün müdürlerini toplantı

yapma adı altında sekreteri aracılığıyla çağırtırdı. Güya günlük işler hakkında neler

yapılacağını ya da yapıldığını sorar, bilgilenmiş havasına girmiş gibi görünür sonrasında da,

malum konuyu onlara çaktırmadan yöneltir, bu konuda bilgisi olan var mı diye sorardı.

Müdürler bahsedilen konuyu bilseler dahi bilmiyormuş gibi davranır, onu keyiflendirmek için

Bir bilgi arz etmezlerdi. Başkan, çok biliyormuş edasıyla, oturduğu yerden, sol kolunu yine

doksan derece kaldırır, sağ kolunu büküp elini ceketinin koltuk altına sokar koltuk altını

karıştırıyormuşçasına, Müdürlerin ilgisini o noktaya çeker, akşamdan öğrendiklerini

toparlayarak sunma fırsatı bulur anlatırken keyif alırdı. Sizin bu konuyu bilemeyeceğinizi

biliyordum, ben Teknik Üniversitede okurken bu konunun dersini almıştım diyerek,

başkanlığın verdiği rahatlıkla, koltuğunda kaykılıyordu. Müdürler kurt gibiydiler, onu çok

bilen havasına sokmak için ellerinden gelen gayreti gösterirler, hayretle parmaklarını ısırır, bu

konuda bizi aydınlattığın için sana çok teşekkür ederiz efendim derlerdi. Onu mutlu ederek,

saflığından faydalanır, günlük işlerini bildikleri gibi yönetir, yönlendirirlerdi. Başkana, teknik

konularda kesinlikle bildiklerini öğretmez, sormadıkça izahat vermez, sorsa da basit bir

konuymuş gibi geçiştirir, devranı istedikleri gibi döndürürlerdi. Bu sebeple, Başkanın her

dediğine, anlattığı palavralara eyvallah eder, fikrine fikir üretmez, ne söylerse söylesin can

kulağıyla dinliyor görünürlerdi. Aslında, Başkan ve yardımcısı düzgün insanlardı, ama işgal

ettikleri makam onlara göre değildi. O makamda bilgiye önem veren dirayetli birisi olmalıydı.

Bilgisizlikleri ve kaprisleri yüzünden düzgün adam olmalarına rağmen, bilmeden Devlete

zarar veriyorlardı.Başkan ve Yardımcısı, görünmezde cin fikirli Müdürlerin piyonuydular.

Başkan ne anlatırsa anlatsın, o gün ne iş bitireceklerinin hesabını yapıyorlardı. Arada bir

kaynak olsun diye, yahu Başkan maşallah senin de bilmediğin yok, nasıl kafana sığdırıyorsun

bu kadar bilgiyi der, havaya sokup, o huy kaptıkları kısık sesiyle keyif kahkahası atmasını

sağlarlardı.Başkan koz kapmışçasına, beyler siz okumuyorsunuz, ben, Teknik Üniversiteyi

birincilikle bitirdiğimden beri, yabancı dergilere aboneyim iyi derecede yabancı dilim var, o

kaynakçalardan öğreniyorum derdi. Müdürleri sinsi sinsi sırıtıyor, içlerinden, küllen

yalan söylüyor namussuz, yüzüne karşı da haklısın başkan, öyle başkan, biz kara düzen

okuduk öyle gidiyoruz valla Başkan der, kibarca müsaade isteyip odasından ayrılırlardı.

Başkan keyifle, nasıl alt ettim amma kerkenezleri diye böbürlenirken, Müdürlerde, biri

birilerine bakarak, ulan yine bize martaval okudu angut, bizde her zaman ki gibi yiyor

göründük, öbürü lafa karışıp, biz halimizden memnunuz oğlum, giden geleni aratır, şeytanın

kulağına kurşun de aman ha, otursun oturduğu yerde dedi.

Başkan bunlarla uğraşırken, İş sahipleri Müdürler sayesinde işi içeriden hallediyor, dişe

dokunan Mühendis ve Mimarları devre dışı bırakmak için, maraz çıkartıyorlar diye sui

sebepler uydurup Müdürler aracılığı şikayet ettirerek, onlara asıl işler dışında ıvır zıvır işler

verilmesini sağlıyorlardı. Başkan, Müdürlerinin oyununa geldiğini hiç bir zaman öğrenemedi.

Bu oyun Başkan görevden alınana dek hiç bozulmadı aynen devam etti.

Başkan, sekretaryası kanalı ile yine müdürlerini toplantıya çağırttırdı. Müdürler teker

teker gelip her zamanki gibi arzı endam ederek başkan masasının karşısındaki sağlı sollu

koltuklarındaki yerlerini aldılar. Ortada bulunan sehpa kaldırılmış, yerine çeşitli ebatlarda

üzerinde İngilizce yazılar olan, kalın mukavva kutular konulmuştu. Mukavva kutulara, baş

aşağı konulmasınlar diye kırmızı renkle şarap bardağı resmi çizittirilmişti. Müdürler bir

şeylerin döndüğünün farkındaydılar, acaba Almanya’dan gelecek olan makine parçalarımıydı

bunlar, yoksa bay kompüter denilen zat mı getirmişti yanında, ne olduğunu bir türlü

anlayamadılar. Başkana koz vermemek için bu nedir diye de sormak istemediler. Kutulardan

gözlerini kaçırıp, hiç ilgilenmiyormuş gibi göründüler. Ama başkan onları bir kez daha ringe

çıkartıp tuş etmeyi kafaya koymuştu.

- Beyler, kutularda ne olduğunu biliyor musunuz dedi.

-En uyanık Müdür söze atıldı,

-Vallahi Başkan pek anlamadık ama, galiba beklediğimiz makine parçalarına benziyor bunlar.

Başkan, diğerlerine de sordu aynı soruyu. Aradığı cevabı veremeyeceklerini biliyordu sanki.

Oysa az çok bilgileri vardı Müdürlerin, her zaman olduğu gibi, hayretlerini gizlemeyerek,

hinliklerinden bilmiyoruz dediler.

Başkan, birinci raundu kazanmışçasına söze devam etti.

- Bilmediğinizi biliyordum zaten, okumuyorsunuz nereden bileceksiniz. Bu gördüğünüz

kutularda bulunan cihazı, Amerika yıllardır kullanıyor. Ülkemize ellili yılların sonunda geldi,

atmışlı yıllarda da Teknik Üniversite kullanmaya başladı. Ben o yıllarda okurken bunun

dersini aldım, nasıl kullanıldığını ne işe yaradığını çok iyi biliyorum dedi.

- Uyanık müdür, yahu başkan Allah aşkına sabrımız taştı nedir bu kutulardaki söylesene!
-
Başkan zil butonuna basıp hizmetlisini çağırttı, gelen hizmetliye yukarıdan bir falçete

bıçağı ile kağıt makası alıp gelmesini söyledi. Hizmetli denilenleri aynen yaptı, falçete bıçağı

ile önce büyük, sonra küçük kutuyu açıp içendekileri çıkartı. Kutudan çıkarttığı bir yığın

kablo ve cihazları toplantı masasının üzerine koydu. Boş kutuları ve ambalaj artıklarını da

alarak dışarı çıktı.

- Bu gördüğünüz kutuların içerisinden çıkan cihaz kompüter beyler, kompüter, anladınız mı?

- Hep bir ağızdan Allah, Allah o ne ki Başkan dediler.! Yoksa bay kompüteri bu kutuya mı

hapsettiniz.

- Saçmalamayın beyler, ne bayı, kompüter insan mı ki bayı olsun!

- Başkan, büyük kutudan çıkana kompüter, küçük kutudan çıkana monitör, yanında daktiloya

benzeyene klavye, kablolu oval olana da maus, yani kısaca ona fare denir anladınız mı beyler

dedi. Yine sol kolunu x istikametinde doksan derece kaldırdı, sağ kolunu büküp elini koltuk

altına soktu. Tüm gözler hayret ediyormuşçasına başkanın gözlerinde kilitlenmişti.

Kompüter, bilgi toplar, saklar sonra lazım olduğunda sakladığı yerden alır kullanır.

Bunları kullanmak için eğitimini almak lazım, eğitim almadan hiç kimse kullanmasını

beceremez dedi.

Başkan, en kısa zamanda bay kompüter için makam odasının karşısında bulunan daktilo

odasını boşalttırdı, üzerinde bulunan anahtarlı kilidi sökülerek yerine, bilyeli kilit takıldı.

Cihazı pazarlayan firmanın yetkili uzmanı gelip kurulum yapana kadar, başkan boş durmadı,

cihaz hakkında bilgi toplamak için evinde çoğu zaman sabahladı. Aslında hiçbir şey bilmeyen

başkan, kıt kanaat topladığı bilgilerle, Müdürlerine karşı kompüter uzmanı olup çıktı.

Aracı firmadan uzman kişiler geldi, kabloları bağladılar, cihaz için, marangozhanede

yaptırılan masa ve sehpanın üzerine yerleştirip cihazı çalıştırdılar. Başkan müdürlere haber

vermeden gizlice, uzman kişiyi odasına alarak kompüterin çalışma prensiplerini öğrendi,

öğrendiklerini de ayrıca not etti.

Başkan kompüter odasına üç adet anahtar yaptırdı. Birini kendisi aldı, birini dil bilen Baş Mimara, diğerini de Statik Büro Başmühendisine verdi. Bu üçlü zaman zaman dahili telefonla haberleştiler, birlikte bay kompüterin kapısını desturla açıp içeri girdiler her

seferinde kapıyı arkasından kilitlemeyi de ihmal etmediler. Bu, gizli gizli buluşmalar,

kapıyı ardından kilitlemeler, Müdürleri ve tüm personeli tedirgin ve de rahatsız etti.

Komplekse kapıldılar. Bu sacayağının bencil davranışları aylarca, yıllarca devam etti. O

zamana kadar, mumlu kağıda daktiloyla yazılan sözleşme şartnameler, artık mumlu kağıda

yazılmıyor teksir makinesinde çoğaltılmıyor, normal şartlarda daktiloda yazdırılıp, masa

üzerinde kurulu elektrikle çalışan akıllı bir makinede çoğaltılıyordu. Adına da fotokopi

makinesi deniliyordu. Başkan, fotokopi makinesini de kompüter odasına koydurdu.

Kompüter, daireye seksenli yılların başlarında gelmişti, aradan uzun yıllar geçtikten

sonra, kompütere kısa süre IBM denildi. Daha sonraları, doksanlı yıllarda bu cihazlara

Bilgisayar denildi. Daireler de bilgi işlem merkezleri kurularak bilgi paylaşımına geçildi. Her

memura olmasa da servis odalarına birer bilgisayar konuldu. İlk önce, Başkan ve taifesi kursa

gittiler. Taifeler kısa süre sonra Başkanın tavassutuyla ombustman oldular. Çok bilen az

bilene, az bilen hiç bilmeyene hiç bir şey öğretmedi. Bilenler bildiklerini kendilerine sakladılar.

Teknoloji hızla gelişip yaygınlaştıkça, İnternet devreye girdi. Dünyanın dört bir yanında

bilgi ve görüntü paylaşımı başlandı.Bu sefer de, İnterneti her bilgisayara bağlamayıp ona da

kılıf buldular. Bağlanmasını istemediklerine hat yok dediler., hat varsa fiber optik kablo yok

dediler, ödenek yokmuş la geçiştirdiler, ama istediklerine bütün imkanları yağdırdılar.

Başkan, yirmi yıl aradan sonra görevden alındı. Taşrada iş yapan yüklenicilerden

birinin koordinatörü, eski Senatörlerden bir zat, uyanık Müdürü Başkan koltuğuna oturttu.

Uyanık Müdür yeni Başkan, yerine yakışmasa da başkanlık koltuğuna oturmuştu. A dan

Z ye odasını yeni eşyalarla donattı. İlk işi eski başkanın sekreterini değiştirdi. Kendine

yakışan diğer dairelerden sekreter tayin ettirdi. Tebrik için, randevular alındı. Gelenler İçeride

bulunan gurubun çıkması için bekletildi. Son gelen gurubun içerisinden biri, yeni Başkanı

tanıyan eskilerdendi. Sekretaryada beklerken, sekreter masası ile pencere arasındaki boşlukta,

büyüğü kocaman kasalı, küçüğü bir karış monitörlü salkım saçak kablolu cihazlar duruyordu.

Ne olduğunu bilmeyen yeni kuşak memurlar sekretere sordular nedir bunlar diye. Sekreterde

bilmiyordu. Eski Başkanın odasından çıkmış güya fi tarihinden kalan bilgisayarmış öyle

dediler dedi. Göreve başladığımda burada duruyordu. Başkan, hiç bir programa uyumlu

değil, ver idareye zimmetten düşürsünler dedi. İdareye bildirdim kayıtları incelediler yirmi yıl

geriye gittiler bulamadılar, zimmetten düşürülmüş dediler. Durumu yeni başkana anlattım

yeni başkan, bıyık altından sırıtarak güldü, bırak orada kalsın dedi. İdare almayınca bende

hurdalığa göndermeye kıyamadım dedi.

Şirketin işinde kullanılsın diye ithal edilen, ancak hiç bir zaman kullandırılmayıp sadece

üç kişinin egosunu tatmin için binlerce dolar verilerek alınan, sonrada müridi zamana uğrayan

ve bir zamanlar adına oda açılan yanına desturla girilen bay kompüterin geçmişini, o ekibin

gazabına uğrayan eskilerden biri ve yeni başkan yani eski uyanık müdürden başka, kimse

bilmiyordu. 290814mcicek

Mahir Çiçek
Kayıt Tarihi : 29.8.2014 12:16:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mahir Çiçek