I - 13 Ağustos 2006 Öncesi Değerlendirmeler:
Lübnan’da sivilleri de hedef alan acımasız bir savaş sürüyor. 26 Temmuz 2006'da Roma'da toplanan Lübnan Konferansı sonuçları incelendiğinde görülüyor ki yalnızca endişeler dile getirilmiş ve ileriye dönük yardım önerilerinden başkaca bir çözüme ulaşılamamıştır. Durumu 'cinayete yeşil ışık yakmak' olarak yorumlayan yine Batı'da çıkan bir gazetedir ('Liberation') , ki bazılarının aklıselimi halen koruduklarına dair olumlu bir işaret olarak algılanabilir. Uluslararası topluma yardım çağrısı yapanlar da var. Çağrıların tümünün yeterli ve samimi olup olmadığı ise tartışılabilir. Bir ülkenin bombalanmasına izin verilip, aynı zamanda oraya insani yardım malzemesi gönderiliyorsa eğer, samimiyetten şüphe ederim ben! Buna rağmen itidalli davranıp, Batı’nın “homojen” bir bütün olmadığını göz ardı etmeyeceğim. Aksi halde tüm değerlendirmelerin nirengi noktası “taraflılığa” sapacaktır.
Altyapısı tahrip edilmiş bir ülkenin maddi kayıplarını belirli bir oranda karşılayabilirsiniz. 'İnsan kaybı ne olacak? ' diye soralım bir de. Ölenler geri gelmeyecek, burası kesin. Ama ağır darbe almış, kentleri bombalanmış, topraklarında veya tanımadıkları ülkelerde aniden sığınmacı durumuna düşmüş; aile, ev, okul, iletişim araçları, enerji santralleri, hastane, iş ve işyerlerini yitirmiş bunca insan; hastalar, yaralılar, yaşlılar ve çocuklar ne yapar, bundan sonra nasıl yaşar demiyor kimse. Bosna'da da dememişti. Sessizliğe karşı çıkan ve bugün Lübnan’da sürdürülen vahşet için ne söyleyeceklerini gerçekten merak ettiğim; Bernard Henry Levi gibi Batı’lı entelektüeller o tarihte tüm güçleriyle Batı’nın Bosna’da öldüğünü haykırmışlardı.
Demek ki ölmemiş!
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Değerlerlendiren akla, dünyaya dair, toplumların sürüklendiği şey ne ise ona dair kaygı taşıyan vicdana, şuura tebrik ve takdirlerimi sunuyorum.
Maalesef güncelliğini hala yitirmemiş belgedir. Sizin deyiminizle -ki çok yerinde buldum- 'belgelik'tir.
Saklansın bu belge. Saklansın: unutursak yine, hatırlatsın!
Ne duyguluyuz ve fakat ne unutkanız çünkü!
Vaktiyle içimizde Bosna'lar mı kanamadı?
Filistin için Afganistan için, Çeçenistan için, Irak için, Kerkük için konferanslar düzenlemedik mi? Çocuklar piyeslerine konu etmedi mi ölenleri? İzlerken ıslanmadı mı gözlerimiz? Dökülmedik mi yollara? İçimizi dökmedik mi?
Ne duyguluyuz ve fakat ne çabuk döküyoruz içimizi. Kendimizi gittiğimiz yere bırakıyor geliyoruz yine 'global' dünyaya!
Ben de arşivime ekledim bu kıymetli yazınızı.
İstifadeli olur İnşallah.
'Üzülerek ve eleştirerek söylüyorum; içinde yaşadığımız dönem renkli camlar karşısında magazin programları, sözde “Reality Show”lar ve “göbek atma” yarışmaları izleyerek geçirilecek bir dönem değildir. Türk insanının düşünme vakti gelmiştir. Anlamsız ve incir çekirdeğini doldurmayan tartışmalarla, eğlencelik programlarla zaman öldürme lüksümüz yok artık! Unutulmasın ki Türkiye Cumhuriyeti fevkalade kötü koşullarda ve “hasta adam” denilen bir enkazdan; ama aynı zamanda Büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından; yüzyıllardır DNA şifrelerimize kazınmış olan engin kültürümüzden yaratıldı. Yeryüzünde bir örneği de mevcut değildir… Bu denli derinlere işlemiş unsurları hiçe saymak, güven duymamak, çaresizliğe kapılmak benim anlayışıma sığmıyor. Hatalarımızı görüyor (hem de çok yakından izliyorum) , fakat umutsuzluğa kapılmıyorum. Üstelik ne geçmiş mirasımızı reddediyor, ne de başarılarımızı azımsıyorum.'
Tebrikler,
selamlar.
Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta