On bir-on iki yaşlarında başlayan yazma aşkının somutlaştığı yıl (1994) , yirmi yaşındaydım. İlk şiir kitabını yayınladım. Denge yayınlarından ve beş bin iki yüz tane çıktı. Elden sattım. Sırtıma çantayı, çantanın içine onlarca kitap koyarak “kitapçı geldi” esprisi ile sattım. Sosyal oluşumlar, dernekler, siyasi partiler, eş-dost ve... Şu anda bile; şair-yazar sıfatı için uğraşırken, o yaşlarda bu sıfatı yakıştırmıştım kendime.
Armağan ettim çok sayıda kitabımı.
Sen adam olamazsın dediler.
- Her şey para değil dedim.
Ağızlarını yamulup, boyun kıvırdılar!
- İnsan okur, paylaşım. İnsan okur, emek. İnsan okur, eşit dedim.
Aptal dediler.
- İnsanım dedim.
Sen adam olmazsın dediler.
- İnsan kalacağım dedim, İNSAN-.
Kartal’da oturuyordum, Multiple Sclerosis hastasıydım. Kilom elli beş, sırtımdaki yirmi beş kilo kitap. Sallanıyorum. Kimi zaman düşsem de, kalkıyorum. Ver elini Şenlikköy, Yeşilköy, Bakırköy, Mecidiyeköy, Kadıköy. Düşsem de, kalkıyorum. Ver elini Ankara, İzmir, Antalya. Balıkesir, Tekirdağ. Düşsem de, kalkıyorum. Ver elini İtalya’da Evrim düşsem de, kalkıyorum. İngiltere’de Caroline, Fransa’da Steffany. Şu an benim de şaşırdığım azim ve inatla kitabımı sattım, hastalığım olan Multiple Sclerosis (MS) ’i yaşarken tanımaya, tanırken tanıtmaya çalıştım.
Şans mı, kader mi yoksa verilen uğraşı mı? Yalnız değildim, destek verenim çoktu. Ailemden bir fert olarak gördüğüm Sema Yazgan ve Ayşe Batosu. İnsan sevgisiyle yaşam yolumu aydınlatan Edip Akbayram. Şiir için örnek aldığım Atilla İlhan. Araştırmalarıyla Sunay Akın. Ve, birbirinden değerli onlarca insan. Yazmayı sürdürüyordum. Müzik eğitimi için Ankara’ya gitmiştim. Ankara’da müzik eğitimini tamamlayamasam da, siyaset ve bürokratların en yüksektekileri ile tanıştım. Hiyerarşinin yapmacıklığını, bürokrasinin gereksizliğini, yalan gözyaşı ve gülümsemenin basitliğini, çok güçlü düzen çarkına karşı gelenin silindiğini, bu çarkı onayanların yalaka olduğunu gördüm. Bunların dışındakiler ise (büyük kesim)): apolitik, a sosyal, futbol çok bilmişliği, altın günleri, çay günleri, Elderado’da yaşayan Aristokratlar, İkitelli’de emekçiler.
Şans mı, kader mi yoksa verilen uğraşı mı? Basın ve televizyon dünyasına girdim. Başbakan yardımcılığı yaptığı dönemde Murat Karayalçın, eşiyle birlikte sinemaya geliyor. Genç aşıklar esprisi sinemaya geliyor medya. Daha önce masa hazırlamıştım “Multiple Sclerosis” adlı kitabım dolu. Murat Karayalçın’ın eşi önce gelmişti. Filmin başlaması için Murat Karayalçın bekleniyordu. Alt salonda idi film ve yirmi sekiz basamak inmek gerekiyordu. Derken; Murat Karayalçın ilk basamakta göründü. Daha doğrusu siyah takım üzerindeki esmer yüz arasında parlayan dişler. Bir anda, kameraların ışıkları, fotoğraf makinelerin flaşları, uzanan mikrofonlar ve bana koşan muhabirler. Neler oluyor?
Başbakan yardımcısı sayın Murat Karayalçın, kucaklayıp yanaklarımdan öptü. Yarım dakikalık konuşmayla kendimi ve “Multiple Sclerosis” rahatsızlığını anlattım. Başbakan yardımcımız salona, eşinin yanına film izlemek için gidince; çoğunun yeni duyduğu “Multiple Sclerosis” ile yaşamanın güçlüklerini anlattım. Birçok televizyon kanalına, gazete ve dergiye çağrıldım ve hepsine gittim. Bir hafta boyunca, her gün televizyon, gazete ya da dergide haber oluyordum.
İki bin beş yılındayız ve güzelden yana üretimlerim sürüyor. Yayınladığım toplam sekiz şiir, bir de İngilizce-Türkçe öyküler kitabım var. Edip Akbayram bir kasetindeki şarkısında der: “Bildiğim pek çok doğru var, gittiğim tek bir yolum var”. Yolum güzelden yana ve sapmaksızın sürüyor...
Bin dokuz yüz doksan sekiz yılı, üç haziran tarihine kadar
O zamanlar Adalet Bakanı olan, Mehmet Moğultay ile bir yemekte aynı masayı paylaştık. Mehmet Moğultay konuşma yaptı, ben şiir okudum. Aynı masada şarabı yudumlarken bir konuşma geçti Adalet Bakanı olan, Mehmet Moğultay ile:
- Seni sevdiğimi ve yaşama sevincine kıskanarak baktığımı biliyorsun Barış.
- Kitap alın bakanım, imzaladım.
- Aldım o kitabını.
- Bir tane daha alın.
- Aynı kitabından beş tane aldım.
- Altıncıyı da alın sayın bakanım!
Kısa süren sessizlik ve:
- Seni sevdiğimi ve yaşama sevincine kıskanarak baktığımı söyledim. Ama, bir işe gir, sosyal güvencen olsun, vergini de verirsin. “Vergilendirilmiş kazanç...”. Yakandaki fotoğrafın (Mustafa Kemal Atatürk) izinden ayrılma, yani; üretken ol, paylaş, işe gir.
Gözlerim doldu, üzüldüm çünkü; çaresizdim kendimce.
- Bakanım, ben engelliyim ve işe almıyorlar.
- Engelli kadrosunda işe gir. Kütüphane memuru olur musun?
- Nerede? Nasıl? Ne zaman?
- Marmara Üniversitesi. Sınava gireceksin. Kazanırsan, hemen. Her şeyi sen yapacaksın, ben yol gösterdim yalnızca!
Sınava girdim, kazandım. Ben yaptım.
Mülakatta başarılıydım. Ben yaptım.
Özümden ayrılmadım, sevgi dolu. Ben yaptım.
Ürettim ve paylaştım. Ben yaptım.
Yo, bireyci değilim ben. BİZ yapık.
Kayıt Tarihi : 9.5.2006 00:19:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (1)