Başkurt Ural Batur Destanı Şiiri - Yusuf ...

Yusuf Tuna
16843

ŞİİR


122

TAKİPÇİ

Başkurt Ural Batur Destanı

Büyük kardeşi ile beraber Ural Batur,
Nogay Hanlığı içinde tanımazmış hatır.

Günler, aylar, yıllar sayıp ülkede koşarak,
Kara ormanlar, dağlar ve çölleri aşarak.

Kardeşiyle bakıp geleceği görüyormuş,
Beraber aynı yoldan azimle yürüyormuş.

Günlerden bir gün coşkun çayın aktığı yerde,
Karşısına ak sakallı derviş gelmiş bir de.

Yere değen ak sakalına bakıp kalmışlar,
Evliya gibi bir İhtiyara rastlamışlar.

Onları görünce bir korkudur sarmış,
İhtiyarın elinde büyük bir sopa varmış.

Kendilerini toplayıp yanına varmışlar,
Kardeşler ona saygı ile selam vermişler.

Onları selamlayan sakallı dede durmuş,
Kardeşlerin nereden geldiklerini sormuş,

Kardeşler ihtiyara her şeyi anlatmışlar.
İhtiyar düşünceye dalıp sohbet etmişler.

Sakalını sıvazlayıp ona yol göstermiş,
Ardından bakarak onlara unları söylemiş:

Önünüzde gideceğiniz iki yol vardır,
Birisi çok geniştir diğeri ise dardır.

Sağa giderseniz içten neşe sizi bekler,
Düşmanlar sizden korkarak yolunuzu terkler.

Orada keder ve düşmalık özünü aşar,
Kurtlar ile koyunlar barış içinde yaşar.

Ormanlarda tilki ile tavuklar gezinir,
Burayı seçen insanlar her zaman kazanır.

Kuş Samrau’ya saygı gösterir ordan uçmaz,
Hayvanlar et yemez, hiç bir zamanda kan içmez,

Ölüme yol vermez ayarlar vardır orada,
İşte böyle güzel diyarlar vardır orada.

İyiliğe iyilik yapmak bir saadettir,
Bereketli refah topraklarda bir adettir.

Sola giderseniz dert yerine varırsınız,
Sadece insanın göz yaşını görürsünüz.

O belalı diyar zülüm ve kederle dolu.
Burada insanın ne canı vardır ne malı.

Görse idiniz insanlar korkar külhan vari,
Kurnaz zalim kral katil onun hükümdarı.

Bu ülkeden kaçabilen insanlar kaçıyor,
Bu kral tüm insanların kanını içiyor.

Sol yoldan giderseniz bura ereceksiniz,
Sonuçta siz bu manzarayı göreceksiniz.

Bunları dinleyen kardeşler orda şok olur,
Dedikten sonra ihtiyar bir anda yok olur.

İki kardeş varıp dedeye teşekkür eder,
İhtiyarın sözüyle onlar sağ yola gider.

Bizim iki kardeş sağa giden yolu bulur,
Mutluluk ülkesinde yaşayıp mutlu olur.

İhtiyarın gösterdiği yer Türk'ün nesidir?
Mutluluk ülkesi Başkurt Noyan ülkesidir.

Ural-Batır Destanın’dan küçük bir parça alalım;
Bu Türk destanı hakkında bilgi sahibi olalım.

"Eski günlerde, derler ki,
Görülmemiş ve duyulmamış bir diyar vardı.
Dört tarafından sularla,
Çevrilmişti o kurak ülke.

Hiç kimse ayak basmamıştı oraya,
Yanbirde, yaşlı bir adam,
Ve karısı Yanbike’den başka,
Kimsecikler yaşamazdı orada,
Bütün yollar boştu onlara,
Nereden geldiklerini unutmuşlardı.
Ana yurtlarının neresi olduğunu,
Atalarını nerede bıraktıklarını,
Bütün hatıraları tuhaftır ki,
Silinmişti hafızalarından.

Ve onlar ilk gelenlerdi,
Üzerinde tek kişi yaşamayan,
O adanın ilk sakinleri,
Yalnızca ikisi, ta ki kadın,
Kocasına iki evlat verene kadar,
Büyüğün adı Şulgan idi,
Ve küçüğün adı Ural,
Başka hiç kimseyi görmeden,
Dördü birlikte yaşarlardı,
Ev eşyası için kaygı duymadan...

Büyük kardeşiyle beraber Ural,
Günler, aylar, yıllar sayarak,
Kara ormanlar, dağlar ve çöller aşarak,
Beraber aynı yoldan yürüyormuş;
Günlerden bir gün,
Çoşkun çayın aktığı yerde,
Yere uzanan beyaz sakallı,
Bir İhtiyara rastlamışlar.

Elinde büyük sopa varmış,
Kardeşler ihtiyara yaklaşıp,
Saygıyla selam vermişler.
Onları da selamlayıp ihtiyar,
Kardeşlerin nereden ve nereye gittiğini sormuş,
Kardeşler de ona her şeyi anlatmışlar.
İhtiyar düşüncelere dalmış. Sonra,
Sakalını eliyle okşayarak yol ağzına işaret etmiş.

Şunları söylemiş:
‘Önünüzde iki yol var:
Sola giderseniz – ileride,
Gülme, içten neşe sizi bekliyor.
Orada keder ve düşmalık nedir bilmeyen,
Barış içinde çayırlarda kurtlar ile koyunlar,
Ormanlarda tilkiler ile tavuklar yaşar,
Kuş Samrau’ya tüm kalbiyle saygı gösterir,
Et yemez, kan içmez,
Ölüme yol vermez.

İşte böyle diyar var orda.
İyiliğin karşılığına iyilik yapmak,
O bereketli refah topraklarda bir adettir.
Sağa giderseniz – tüm yol boyunca,
Sadece insanların gözyaşlarını görürsünüz.
O belalı diyar zülüm ve kederlerle dolu.
Kurnaz zalim kral Katil onun hükümdarı,
İnsanların kanını içiyor.

Bu ülkenin her yeri kemik yığınları,
İşte bu manzarayı göreceksiniz.
Sağ yoldan giderseniz’.
Kap-kacağa ihtiyaç duymadan,
Ne yemek pişirirler, ne kap kacak asarlardı duvara.
Böyle geçinip giderlerdi,
Ve ne hastalık bilirlerdi.

Ne ölüm,
Ve derlerdi ki: “Ölümü taşıyan biziz
Yaşayan her şeye”,
Ne at sırtında av peşine düştüler.
Ne ok ve yay aldılar yanlarına
Çünkü hayvanları vardı.

Onlar için avlanan,
Onlara eşitleri gibi davrandıkları,
Sürmek için bir aslan,
Balık tutmak için turna balığı,
Kuş avlamak için bir doğan,
Ve avın kanını emmeye bir kara sülük.
Ya eskiden beri böyleydi.
Ya Yanbirde’nin gelişinden beri,
Adet böyleydi.
Duyulmamış, görülmemiş bu diyarda:
Bir av yakalasalar,
Ve bu av erkek olsa,
Yaşlı adam ve karısı,.
Kafasını keser yerlerdi
Ve kalanını verirlerdi.

Şulgan ve Ural’a,
Tazılarına ve aslanlarına,
Turnabalığına, doğana,
Ve eğer av bir dişiyse,
Yaşlı adam ve kadın, ikisi,
Kalbini çıkarıp yerlerdi.
Ve boynuzlu bir av yakalamışlarsa,
Kara sülüğü koyarlardı üzerine,
Tüm kanını emsin diye.
Ve onunla bir içki yaparlardı.

Çocuklar büyürken,
Ve çocuklar ava gitmeye başladığında,
Ana babalı izin vermedi.
Avın kafasını yemeye.
Avın yüreğini yemeye.
Ve izin vermediler çocuklarına,
Avın kanından içmeye.

“Bunu asla yapmamalısınız” diye buyurdular,
Günden güne, haftadan haftaya büyürlerken,
İki çocuk da aklı yeter oldular.

Şulgan on iki yaşındaydı,
Ve ondu Ural’ın yaşı,
“Ben aslana binip süreceğim” dedi biri,
“Ben kuş avlamaya gideceğim” dedi diğeri,
Babalarına rahat vermediklerinden,
Yanbirde tembihledi onları,
“Oğullarım, sevgili çocuklarım,
Öz gözümün kara elmaları,
Süt dişleriniz tamamen,
Düşene dek,
Gövdeniz güçlenene dek,
“Sukmar”ı idare etmeye kalkmamalısınız.
Ava gitmemelisiniz.
Ya da kuş vurmaya
Aslanı sürmemelisiniz,
Çünkü daha gelmedi zamanınız,
O zamana dek, getirdiğimi yiyin,
O zamana dek, buyurduğumu yapın.
Karacalara binip, binek sürmeyi öğrenin,
Kuşçuluğu öğrenin, doğanı,
Yakınlardaki sığırcık sürülerine salarak,
Oynarken susarsanız.

Tatlı su için, kanın tadına bakmayın,
Midyelerden içmeye kalkmayın sakın!

Ural dedi “Babamın buyruğunu,
Tutacağım ve yerine getireceğim.
Ve keyfini süreceğim kanın tadının,
Gelenekleri öğrendikten sonra,
Bütün dünyayı dolantıktan sonra,
Ve emin olduktan sonra,
Dünya üzerinde ölüm olmadığına,
Bilmediğine dünyanın,
Ölüm denen şeyi,
Ve yaşayan bir şeyi öldürmeyeceğim.
Sağ elimde bir Sukmar ile,
Ve yatıştırmayacağım susuzluğumu,
Kara sülüğün emdiği,
Midye kabuklarına,
Doldurulmuş kanla”.

Şulgan dedi ki “ölüm,
Güçlüdür insanoğlundan,
Ve gelmeyecek bu yana,
Asla bulamayacak burada bizi.
Babamızın deyişiyle,
Ki durmadan tekrarlar,
Biz yaşayan her şeye ölüm taşırız.
Bunu kendisi söyledi başta,
Öyleyse, neden korkmalı?
Çekinmeli, bir yudumluk kan içkisinden? ”

Ve şöyle tanıtladı Ural:
“Hayvanlar var, hem hızlı,
Hem ayağı kıvrak,
Görkemli ve güçlü yapılı,
Dikkatli ve kulağı çabuk,
Gündüzleri ve gece,
Hafif uyuyan,
Benekli leoparlar, aslanlar, kızıl geyikler,
Ayılar ve daha nicesi,
Bizden daha güçsüz değiller.

Bir yaban hayvanının toynağı sakat,
Ya da pençesi kuru otlar tarafından çizilmiş olabilir.
Yine de asla topallamaz o ayak,
Ve yaz sıcağında asla.

Giysilerini çıkarmaları gerekmez,
Buz kestiren kış borası,
Onların biraz daha,
Kalın giyinmesine sebep olmaz.
Asla Sukmar beslemezler,
Hiç görülmemiştir avcı kuşla avlandıkları,
Kürkün ya da tüyün peşine,
Yollanacak bir avcıya ihtiyaç duymazlar.
Ne de bir kargı lazımdır onlara balık avlamaya,
Av hayvanlarının hiçbiri,
Birine muhtaç yaşamaz.
Silah olarak sadece diş ve pençe,
Ve sadece kendileri vardır.
Hayatlarını emanet etmeye,
Ve bilmezler ne demektir.
Yorulmak,
Korkmak ve dehşetle titremek,
Böyle yaşar onlar,
Aslanlar ve leoparlar.

Yusuf Tuna
Kayıt Tarihi : 8.2.2014 16:19:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Yusuf Tuna