Tanabay upuzun bir ağaç tekneye parça parça kaya tuzu dökerdi. Atlar tuz yalamayı pek sever ve bunu bir ziyafet sayarlardı kendileri için. Ama, işte bu tuzu yalamak Gülsarı'ya bir felâket getirdi.
Bir gün Tanabay boş bir kovaya vurarak "po! po! po! " diye atları tuz yalamaya çağırdı. Atlar koşup geldiler ve başladılar tuz yalamaya. Gülsan da onların arasındaydı ve tadını çıkara çıkara tuz yalıyordu. İşte o sırada sahibi ve onun yardımcısı, ellerinde ucu kementli sopalarla yaklaştılar. Gülsan hiç umursamadı. Çünkü bu kementler binek atlan-nı, sağılacak kısrakları yakalamak için kullanılırdı. Ona hiç dokunmazlardı. Ama onun yanına sokulup, başını okşadılar ve at kuyruğundan yapılmış ilmiği boynuna geçiriverdiler. Gülsarı tuzağı anlayamamış, tuz yalamaya devam ediyordu. Öteki atlar boyunlarına kıl kement geçirilince huysuzlaşır, şaha kalkarlardı, ama Gülsarı hâlâ kılını
kıpırdatmıyordu. Epeyce tuz yaladığı için susamıştı. Atların arasından kendine yol açıp su içmek için çaya gitmek istedi. İşte o zaman boynundaki ilmik sıkıldı ve Gülsarı neye uğradığını anlamadan irkildi. Hiç böyle bir şey gelmemişti başına. Hırıldadı, tepindi, şaha kalktı. Öteki atlar kaçıştılar. Sonunda kendini tuzağa düşürenlerle başbaşa kaldı. Sahibi önünde, yardımcısı da ardındaydı. Bu arada çocuklar da koşup geldiler. Bunlar, dağa sonradan gelen yılkıcıların çocuklarıydı. Her zaman ata biner, oralarda dolanıp Gülsarı'yı rahatsız ederlerdi.
Yorga dehşete düştü. Kurtulmak için tekrar tekrar şaha kalkıyordu. Güneş gözüne vuruyor, gözünü kamaştıran halkalar oluşuyordu önünde. Dağlar yıkılıyor, yer sarsılıyor, insanlar birbirlerinin üzerine yığılıyordu sanki. Birden her yanını saran koyu karanlığı ön ayaklarıyla delmeye çalıştı.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta