BAYRAM KAYA BAŞARI ŞİİRLERİ

BAYRAM KAYA BAŞARI ŞİİRLERİ

Bayram Kaya

75]Bu aydınlar, Atatürk'e ve daha henüz embriyo aşamasındaki ve yeni kuruluş devresindeki, sosyal, toplumsal cenini yaşatma çabalarına; çağ dışı diyebilmektedirler! Açıkçası yavuz hırsızın sesi, ev sahibini bastırmaktadır.

Atatürk neden gündemdedir? Bunu biraz daha dolaylı ama ilişkince yanıtlayalım. Bir bilgi sayar yapımcısı; bir kalıtsal gen hastalığını tedavi eden, gen uzmanı; bir elektiriği bulan insan vs. Neden gündem dedir? Hiç kuşkusuz insanlık için, toplumları için şimdiye sağlanışlar içinde olduklarından ötürü gündemde olurlar. Bu güne temel olan, geçmişe değin olan, o muazzam başarıları için, gündem edilirler.

Ama ne var ki, geleceğe göre de bu başarı; ilkel, kusurlu, eksik, ikmal edilirliklere muhtaç olacaktır. Bu günlere temel alan devinmeli, başarıları ile de saygılıca gündem edilirler. Bu bir zamanlar için başarı olan ama gelecek için ön prototip olmaktan kurtulamayacak olanlar, gelişmenin, ileri akar olmanın, natamam olmanın, zorunlu bir kaidesidir. Zamanın önünde kimse, uzun süre, haklı ve doğru kalamazdı. Haklı ve doğru kalmamaya kutsal sayılan her şey de dahildir. Tanrı'nın yasası budur.

Bu gündemli, sağlanıçı konulu ve göreceli geçmişte kalan takdir edilişin ölçeği; bu günle kıyas edilerek mi anlaşılır? Yoksa kendisinden öncekine göre mi, kıyas edilerek anlaşılırdır? Yoksa geleceğe göre bu başarının, göreceli kusurlu ve noksan oluşlarına değin durumuyla mı, takdir edilir? Ya da gelecekteki olası aşamalar karşısında, öncekinin; eski, geri kalmış olacak olan durumu ile kıyaslanıp, küçümsenir; yerin dibine mi girdirilir olacaktır?

Yoksa daha da olmadı mı: Edison'un da geçmişinde her insan gibi, ama her insan gibi olası kişisel kirli çamaşırları mı ortaya dökülerek, başarıları yargılanır olacaktır? Ya da konuyu açarsak, Edison'un başarıları; Edison'un alkol almasıyla, ya da almamasıyla; yine Edison'un kiliseye gidip ya da kiliseye gitmemesi ile mi ilişkilendirilirdir? Oysa nice kiliseye gidenin de, gitmeyenin de; içkisini içenin de, içmeyenin de; bu alanda (Edison'un alanın da, Atatürk'ün alanında) yaya kaldığı, bu alanlara değin esamilerinin okunmayacağı, bu alanlarla ilişkilenemeyeceği de, apaçık değil midir?

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İnançlar hem daha üretilmeyen bir malın dağıtılmışlığını, söyleyerek aklı perdeliyor. Yani siz buğdayı, traktörü üretmemişken, daha üretim gücü ve nesnesi olarak, emek verirlik olarak, bunların esamisi okunmaz iken, sizi traktörlü, traktörsüz kılıp, dağıtımını yaptırıyor!

Hem insanlar toplum olmadan, toplumsal emek ortaya çıkmadan, bir rızık dağıtımı yapılıyor. Yani Traktör ancak bir toplumsal emekle ortaya konacak bir üretimdir. Ortada toplum dahi yoktur. Size sanki toplumun önceden beri, ilkten beri böyle oluşu anlaması, yutturulur. Sanki bunlar zaten varmış da, üretilmiş de, siz dahi bunların eşitsiz dağıtıldığını kutsallıkla öğreniyorsunuz.

Bu konu diğer anlamalara detay olsun diye biraz daha açayım. İnsanın yeryüzünde daha esamisi yok iken, insanın rızık denilen varlıklar, insana rızık olarak verilmiştir denerek algıladığı özdekler, insandan önce de vardı. Sebze ve meyveler bitkiler endam edip, hayvanlar üç milyar yıldır, Dünya'da cirit atar bir gerçekliktir. Yani 3 milyar yıldır, boşu boşuna bir rızıktılar! Bir aslan ceylana, “”bu benim rızkım”” demez. Ceylan da, ben aslanın rızkıyım diye gelip ona teslim olmaz. Ortaya bir çaba, bir emek korlar. İnsan avlanırken ki emekli somut davranışını doğada sürdürüp gitmiştir.

Toplum içinde, çok sonraları, toplumsal tedirginlikleri ile çevreyi, olup biteni anlama girişimleri vardı. Huzursuzluklarına kafa patlatmak isterken; sonradan deforme etti. Ben içinci düşünceleri bir yandan hızla biz içine evirilirken, diğer yandan da, hâkim sınıfın görüşüne göre düşüncelerini, birleşmeli uygunlukta anlatmıştır. Rızık kavramını inanç temelinde alarak, aslında; insanın sosyal yapıdaki huzura ait bozukluğu, evrendeki fantezi yansımaların algısı ile birleştirilerek ifadelemesidir.

Varlıkta ne rızık olma, ne de kendini öyle hissetme vardır. Bir koyun var sayalım ki otu rızık görüyor. Oysa ot, kimseyi rızık olarak görmediği gibi, kimsenin de kendisinin rızkı olduğunu düşünmez! Rızık kavramı saldırganca bir düşünmenin meşrulaşmasıdır! Kendi besinini kendisi yapamayan canlılığın saldırgan tavrıdır. Bu, var oluşun, temeldeki ilişkisel bir koşuludur. Biyolojik yetersizliğin Ya da yapılanışın temelindeki bir ilişkilenişin var olması idi mevcut. Yani canlının başka şekilde kendini yapılandıramamasıdır. Yani temeli “”enerji transferi”” dönüştürmesidir. Bitkiler in organik maddeleri enerjiye dönüştürür. Yani kendi besinini kendi yapar. Fazla enerjiyi de, azını yaprak ve gövdesinde saklarken, çoğunu tohum ve meyvesine depolar. Bu depolanış bir çeşit hazır, kolay organik enerji deposudur ve kendini çoğaltma, üretme temellidir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Tabiri caizse Ata; ateşi eli ile tutmuştu. Kendisi açısından olup biten, yoğun bir stres kaynağıydı. Kişilik ve menfaatler çatışması gibi hissileşmelere götürülecek bir yüklenişti. Eleştirelliğine açıkça vurulacak, yumuşak karın noktasını oluşturacaktı. Yine de Gazi’nin tercihi, ufuk alınıştaki devlet adamı olmanın sanatçı (yaratan) kimliği idi.

Bunları şimdi bile okuyup görünce, Gazi aleyhine vahameti anlamamak, dinamizmi sıradan bir vaka gibi değerlendirmek olurdu. Bunlar insan doğasının bizi yanıltan bir tutumudur. Bu yüzden de kendi küçüklüğümüzle; ” Atatürk olmasa idi bile, başka Atatürkler olurdu” deme banalliğine düşerdik. Zaten Atatürkler olsa idi, Atatürk olmazdı! Yani bu durumlara da Atatürkler sayesinde düşülmemiş olurdu! Atatürk’te iyi bir zabitan olarak kalırdı. Zaten günün zemini de; eğer Atatürkler varsa idi de, zaman ve zemin diğer Atatürklerin içinde, zamana ve zemine en dek düşeni, etkiyip etkilenen cevap olaraktan(tepki) , seçilecekti. Oysa koşul, bildiğimiz, bu ATATÜRK'Ü seçmişti! Demek ki Atatürkler yokmuş. Bu söylem bir yanlış anlama da olmayıp, hatta fikir de olmayan, bir fikir özgürlüğü de olmayan; “Atatürk olmasa idi bugün aynı düzeyde ve daha iyi olurduk” deme gaflet ve mantık absürtlüğüdür! Bunun cevabı mümkün mü? Deli saçması bir anlama ve anlatımdır.

Sorgulamak yanlış değil. Burayı görmeden sorgulamak olguyu görmeyip, hayaller var edip, hayallerde yaşamaktır. Halamın bıyığı olsa, halam amcamdı, der gibi bir şey. Ne yazık ki halanız amcanız değil. Amcanız olmadığı içinde, halanızdır! Bunu değiştiremezsiniz. Siz de halanıza amcanıza davranır gibi değil, halanız olarak davranıyorsunuzdur! Gerçek bu. Realite bu. Hayatta olaylar yaşanıyor, sonra onun düşüncesini öğrenmek üzerine devam ediyor. Yani MUSTAFA KEMAL olarak Kurtuluş Savaşına giriyor, bu biçimi yaşıyor, ATATÜRK olarak sürece dahil olup, zaman ve zemini etkileyip değiştiriyordu. Savaş öncesinin Mustafa Kemal'i bu süreci yaşamasa idi, süreç sonrası hem yoktu, hem de süreç sonrasını yaşayamazdı. Mekanik savaşın öncesi Mustafa Kemal vardır. Savaş sonrası bambaşka, aynı fiziki görünümlü, ama ATATÜRK olarak etkileyip, etkilenen; olay ve olguları başlatıp, süreçleşen; yol alıp, yol veren; Atatürk vardır. Bu aynı zamanda farklı bir önderlik sürecidir de.

Şimdi konunun genel değinme açılımından sonra, Mustafa Kemal'in içinde bulunduğu bir toplumsal ulusun şaha kalktığı sürece, sanat yaratan bir olgunlaştırma ile nasıl yaklaştığına kendimce değineyim. Eylemleriyle yer yer sanat oluşa yönelir. Ve yer yer de; sanatın maharetçi temasında bulunan Gazi’nin anlam ve anlatımları sanatken, benzer istiklal savaşı yapmış olanlardan, yine benzer eylemli, benzer andırışçı kişilerin dahi, bizim devrimlerden ayrışır olan yanlarını, belirtmeye gayret edeyim.

Ülkeler, savaş sonrasını; içinde mağrurca yaşayacakları bir demlenme ve coşku içinde bulunacakları durultma dönemi yaparlar. Bu tabii ve normaldir. Bütün dünya süreçlerinde bu böyledir. Olay sadece bir iki başarılı nokta ile kişi ömrüne sığdırılır. Ya da bir iki başarı kişi ömürlerine yayılır. Olay olup biter; bir dönemin tarihi kapatılır. Oysa Gazi sanatın kesikli ama sürekli yapısı gibi, toplumsal hareketin de sürekli ve kesikli, aşama kat eder yapısını, ortaya koyan bir süreçleşmedir. Ömrü daima süreçleşmiştir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

4-]Yukarıdaki söyleme göre, ‘eyleme geçmeden söyleş ilme bir özgürlük müdür, yoksa deli saçmalığı mıdır? İcraatı olmayan laf kalabalığı mıdır? İçsel düşünmeler, oluştuğu kaynakta kalabilen garip mutasyonlar olabilirler. Ama bir düşünce söylendiği zaman da, bir anlamı olmalı. Söylem, anlamaya ve düşünceye de hitap etse, devinmesi ile ve bir eylem oluşturması ile ancak bir bütündür. Yoksa iletiş meniz olamaz. Sırf siz, bir düşünce söylemi eyleme geçmedi diye; bu bir fikir özgürlüğüdür diye; anış ve anlatışla, bir söylemin, iletilme sağladığını veya iletiş meye açık olmadığını, anlayamazsınız!

Şöyle bir örnek vereyim. Size, bir istek olarak acıktım diyen birine, yiyecek vermediğiniz zaman, yani sözün iletimine değin oluşla eylemi sağlama oluşmadığı zaman dahi; düşünce veya fikrinizi veya söyleminizi gerçekleme özgürlüğü oluşmuş olacak, ama kişi acıkmamış mı olacak?

Sırf söyleminiz karşılık bulmadı, ya da karşılığı bulmak için eyleme geçmedi diye açlığın sağlanış biçimi, üretim biçimi, yok bir özgürlük mü olacak? Sözler eğer birilerine söylenme ihtiyacında ise eylem ve pratik için vardır. Düşünmeyi söyletmeme ve düşünceyi gereksinmeler durumunda serbestlikle giriştirir sınırlı sorumlu bir çığlama yaptırmayı özgürlükle karıştırmamalıdır.

Toplum olan her yerde, özgür eşme vardır. Özgürlük bağıntılı olanın bilincine varmaktır. Özgürlüğün bilincine varış ve özgürlükle muktedir olunuş ve özgürlüğün kullanımı, toplumsa olan güçledirler. Toplumlarda özgürlüğü herkes, çeşitli anlamayla ve muktedir olmanın ilgi ve yönelimlerin, eğimine göre kullanabileceği gibi, kıt kullanımı da olur. Ya da özgürlüğü hiç kullanamama gibi köleci durumlar da söz konusudur. Bu rejiminize bağlı bir durumdur, benim konum da dışıdır.

Oysa serbestlik dediğimiz tutumlar kişi kendi kendine iken, girişmemektedir. Ya da kişilerle tikeldi, karmaşıkça olmayan basit sağlamalar için geçici elbirlikleri ile bir girişmedirler. Yalın girişmedirler. Bu girişmeler, kişi benliği üzerine cevaben döndürülürler. Serbestliğin ilk çek imleyici adımı; olayın kişiye umulan olumlulukta yansıyan cazibesiyledir. Serbestliğin girişen bağlılık adımları giderek yapılaşan bir karmaşıklığı ortaya koyar ki, bu yeni bir sistemin dönüşünü ortay çıkarır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

9]Ali Galipçi, Çerkez Ethemci asayişsizlikler, Çapanoğulları, Adapazarı, Düzce ayaklanmaları; Konya Deli Baş ayaklanması, 1. ve 2. Anzavur ayaklanması vs. ile Anadolu direnişi akamet uğratılıp boğulmak istenmiştir. Yine Anzavur komutalı dinci ve dinsel amaçlı Hilafet ordusu gibi karşı direnç odaklı olumsuzlukların da, dinsel, kimi cami destekli, kurtuluş savaşını akamete uğratma amaçlı bir karşı olunuşlae içinde olduğu da hemen aklımızın yanı başında olmalıdır.

Bir araçsal parça, unsur olan manevi katkınlıkta oluşmaları, hepten de, masummuş gibi görmezden gelmeyelim. Yine buradan da, tüm dinsel oluşmalar suçlu ve karşı dirençmiş gibi asla ve asla görülmemelidir. Çünkü bunlar kurtuluş felsefesinin asli unsuru değillerdir. Abartılı ve akılcı olmayan ortaya konuşlarla, bunlara pay çıkaracağız derken, oluşum muhatapmış gibi zarar görür.

Hele daha sonraki Şeyh Sayıt ayaklanması. Milli Aşiretler ayaklanması, Ermeni İntikam tugaylarının fırsatçı hareketleri, Karadeniz'de Rum Pontusçu isyanları, Demirci Mehmet Efe isyanı içinde, Anadolu hareketi nasıl başarı ile çıktı? Bu iyi bir analizin konusudur. İşte böylesi büyük ve kutsal bir hareketi, asker ya da cami bazında veya inançlı inançsız eksenli görürsek; iş, içinde çıkılmaz bir cılızlık olur.

Bir ülkenin işgali inançlılığın yâda inançsızlığın bir ürünü olmayıp, emperyalizmin sömürge işgali idi. Direnişte sömürüye karşı olmanın fevri bilinç ve direnci de bu sömürüye karşı oluştu. Emeğe, özgürlüğe, sahibiyetçi oluşlara sahip çıkma zorunlu gayreti idi. Bu bilinci ortaya koyanlar dindar da dinsiz de; Müslim de, gayri Müslim de; kadın da, erkek de; çocuk da, genç de; efe de, yörük biçimli de; olumlu da, olumsuz da; oluşmaların içinde belirecektir ve belirmişlerdir de.

Tüm bunların içerisindeki olumluluklarla var bulunanlardan sadece bir tekleri olan cami, efe hareketi gibi oluşmalar dahi, öz hareket değildirler. Ama öz harekete katkın olanı da var, karşı olanı da var olan katkınlıktırlar. Bunlar hedefin kullanılan meşru ve gerçek gereççi yöntem ve araçlarıdır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Toplum, yaşama nesnelerinin üretilişindeki iş bölüşücünü ve bunların üretiminin sonunda paylaşım ilkelerini düzenler. Bu üretilenin, gereksilerin şu kadarını Yüce Ruh tarafından, sana rızık öngörüldü denilebilir mi? Bu tür sözde Ruhun söylemi, Ali, Veli gibi, egemenlerin talebi olduğunu kuşkulanmaz mı?

Nitekim bir inanışın pratiğinde, savaşta ele geçirilen 24000 koyundan, savaşa katılanlara 4 er tane pay, yâda ganimet verilmiş. Ama inanmayan, savaşmayan cephe gerisindeki zenginlere 100 er tane koyun verilmiş. Gerekçede hazır! Mevcut İnanca gönüllerini kazanmak içindir! İnanmış mantık sormaz. Demez ki; biz davaya inanırken, payla mı inandık? Bize neden; eza, cefadan gayri, hiç pay verilmedi? İnanmayanlara illa bir pay verilecekse, birer tana verilse idi, gönülleri olmayacak mıydı? Küserler miydi? Bu tutum açıkça rüşvettir. Hem rüşveti yasallar, hem inandırma konuşma söyleminizin zayıflığını belgeler ki; ancak sözün sağlamlığı ile değil, rüşvetle inanca katılım sağlarsınız, demek olur. Hele ki haldeki inanırlardan ziyade inanmayan akıllı düşman zenginlerin kazanılması daha önemlidir algısını, hiç kuşkusuz ki vermiştir. Bu da tercih edilmemesi gereken yoldur.

İşte hak etmeden kazanmanın yolu zımnen meşrulaştırılmakta belki de bilmeyerek. İlla da o günün mevcut koşulunun pragmatik faydacılığı bu akıllılığı gerektiriyordu aslında. Birileri hem inanacak, hem savaşarak rızkını sağlayacak, ama buna rağmen; üretirken, nasibi azalıyor. Lakin diğeri hem inanmayarak, hem emek katkılığı koymayarak, hem de düşman olarak eza cefa yaparaktan, fazla fazla rızık sahibi oluyordu! Bu da adalet oluyor. Köleci toplumla ortaya çıkan anlayış:”” Çünkü kazanılanda kimine çok kimine az rızık vardır! ”” söylemi, ta Mısır'dan beri söylene gelen inanılan laftır. Ve her inancın temelinde var.

Tabi toplumsal vicdan da, bu yapılanmaya göre olacaktır. Doğru eğri de, bu anlayışa göre, haklı haksız sayılacaktır. Böyle sürdürülmediği için de, böyle yapılaşma, toplumsal talepte yoktur. Rızık nesnel, üretim nesnel, paylaşım nesneldir. Buyurucun adilliği kabule şayan değildir. Nesnel bir talebe, tamamen öznel bir anlayışla, ruhsallık atfedilmiştir egemen çevre anlayışlı dikte ediştir. Adalet anlayışı, her ne kadar “”Yüce Ruhtan geldi”” deseniz de bu söylemler gününün nesnel, çıkarsal, egemenlik sel, insansal, konjonktürlü olmaktan, elini çekemiyordu.

Sizin sadece bunların ilahi olduğuna, karşı konulmaz, değiştirilemez olduğuna Sıtkı ile canı gönülden inanmanız gerekiyordu. Oysa Yüce güç, öyle dilese, sizin aykırı davranmanız olası mıdır? Amacınız ne olursa olsun. Çünkü bu nesnelliği tersten dolandırarak, ilahi irade gibi ortaya koymak, hiç bir gelişme ve yarar sağlamaz. Sağlayamamıştır da. Böyle bir tutumun, bütün kazandığı başarı şudur. İnandırmanın paralizesinde olanlara siz, nesnel ilişkilerin uygulamasını, zorunlu olarak düzenlerken, bunu, ruhani tebliğin bir başarısı gibi sunmanızdır. Bu da, her söyleminizin, itiraz edilmeden, kutsallık algılanırlığında kabulü değerlenmesi olacaktır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

19] Ya da Asurîler gibi yukarıda oturanlara gök ehli denmişti. Asurîlerin giderek totem anlayışlarında eşeği tabu yapıp, eşek totem etrafında aidiyet eşme ve eşek totemi kendileriyle eşit eştirmeli bir kült anlayışını benimse, kılmışlarsa; o külte eşek adamların yeri veya eşek insanların yeri, ya da eşekler ülkesi, diyecekten, karşı gruplara, totemlerine değin olan isimleri, vermiştiler. Bu türden olup biteni anlatımları bize esrarengiz gelmektedir. Oysa eskiye dek anlatılanlar, çok sonraların değişen, gelişen yüzü karşısında, bir durumu ilişkiler olamamaktan ötürü boş düşüyordu.

Eskiden olup bitenlerin algı ifadesi olan bu aktarımlar, eski günlerdeki toplumun ve halkın bakışı içindeki var olan karşılıklarını bilememekten kaynaklı bir yanılgı idi bunlar. Eskiden olup bitenlerin ilişki yaşam düzenini soyut olarak düşünemiyorlardı. Anlatılanlar onlara soyut sembolizm olacaktan masal öğeleri türü bir anlatım yaparaktan, aktarmalar yaratıklarını lütfen hatırlayınız.

Ad verme de, yine başlarda toplumların bir birine göre üretir oldukları emek ürünlerine değin üretim yaptıkları, bitki ve hayvan isimlerinin tanımına göre isimleşiyorlardı. Bir türden olmayan isim vermeler yine yaşam biçimine göre; yerleşim yerlerine, yerleşimin yönüne göre, isimlendiriliyorlardı. Coğrafik konumlara (dağlı-dağın adamı gibi) ya da, iş üretişlerine göre, genel tanımlama ile isim kullanmışlardı. Elbette isim eşilme bir türden değildi.

Örneğin bir çoban Akad toplumu yerleşik tarımcı Sümer'e, çapa, kazma gibi teknik araçlar kullanır olmalarına istinaden; çapanın insanı, kazmanın adamı demişlerdi. Akatlı da sürünün, koyun ve kuzunun adamıydı. Yani davar veya koyun, adamlardı. Yine Sümerler, coğrafi yer konumuna göre de, bir başka grupça da, aşağının insanı, yerin insanı, karabaşlar diye de nitelenmişlerdir. Bunlara benzer tıpkı anlatımlarla günümüzdeki kendi yöre, köy kasaba yerlerini tanımlar olmamız ilineği arasındadır.

Buna göre Asurilerin diğer komşuları Samiler, daha çok yağmacı tutumlu olan komşuları da deve adamlardı. Çünkü isimler, gösterilen şeyi anlamca, çoban ya da tarımcı kült işi olaraktan tanımlardı. Yaşamsal olanları belirtir ve sınırlardı. Ve o totem; ya bir bitki, ya da hayvanın o iliş kinlikte yaşamsal çok önemli bir yeri vardı. İsrail gibi gezginci yerleşimlerde çoban kült oluşla belki domuz adamlardı. Daha sonraki zamanlarda, ilerdeki anlayışlarda, domuz adamların kendilerine gelen söylence rivayetlerdeki şartlar ortadan kalktığında, totemi olan eski söylencelerin bu temeli unutulacaktı.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

13] Aslında kişiler gelişmenin mantığını bilir olmakla, eski ve yeni döneme değin olan sağlayışların, kıyaslama olan her bir farkını bileceklerdir. Cehalet, Dünya'yı hep kendi algısı gibi ve gördükleri gibi olduğu sanısını onlara, hep taşıtır. Bu nedenle kendi dönem seyirleri içinde olması gerekenleri makul bir seyir olduğunu sanırlar. Oysa o zamanların gelişmişlik koşullarının, bugünkü koşullardaki var olan gelişmeleri, asla ortaya koyamayacağı da, pek açıktır. Ne var ki gelişmenin kendi dönem ırası içindeki tüm güzel oluşmaları, daima kendisinden sonraki dönemlerin asgari sağlayışlarına göre, hep geri adım olacaktırlar. Ve hiçbir zaman, eski bir dönem, kendisinden sonraki dönemlerin her bir sağlayışlarını kapsayamaz oluştan ötürü de; asla özlemi duyulur olan etnikçi bir asrısaadet dönemi, olamayacaktır.

Bunun adı, yeni olanı hıfz edip, sindirememektir. Ve duyguca geriye özlem duyan bir gericiliktir. Güncel rahatsızlığa akıl erdirememenin, kolaycı bahanesidir. Gelecekteki oluşmaların hiç birini sağlayamayacak olan her hangi bir eski döneme; toplumsal yaşayış olaraktan, özlem duyan gerici bilmezlikler, toplumu; asrısaadet gibi bir küt anlayışça özlem içine doğru sürüklemektedirler. İşte bunun içindir ki tür kıyaslama verildi. Değilse bunca sağlayışlarına rağmen, günümüz dahi, geleceğe göre, özlemi duyulmaması gereken bir geçmiş olacaktır. Bunu (cahilliği) savunmak, demokrasi bile olamaz! Eğer bu bir demokrasi ise, bilmezlik nedir? Bilmezlikler de bir demokrasimiz mi olmalıdır?

Bir uygar toplumun yönetimi de; kendi toplumsal dokusu içindeki coğrafi yer adlarını ve kişi isimlerini değiştirecek denli körce etnik oluşla, kendi sosyal yapısına dek başka halkçı dokularına değin etnik aidiyet bağlarını, kaşıma zafiyet ve aczi yeti içinde olmalıdırlar. Çünkü bu türden acizce girişimeler için adama sorarlar; 'o yer ya da o kişi isimlerine değin baskıcı değiştirme ihtiyacınız, toplumsal olan hangi gelişmenize engel olan durumdur da, değiştirmek isteğini duydunuz? ' Bu konjonktür sel olan, yapıcı olmayan siyasetlerin, toplumsal gelişmelerin başarısını gösterememenin, kandırıcı bir ırasıdır. Eğer siz ortalama bir toplumsal paylaşımı sağlayamazsanız, halk etnikçi yapıda ayrışmaya başlar!

Böylesi bir mantık, temelde toplumları da eski etnikçi aidiyet bağı içinde tutmak demek, halkçı yapıları perişanlığı içinde tutmakla eş değerdir. Etnik aidiyetler hiç bir ilerleme ve gelişmeleri ortaya koyamaz. Bir etnik aidiyete bağlı yazar ve çizer, bilim adamı ve futbol insanı vs. hiç bir zaman kendi etnik aidiyetin bir başarısı değildirler. Tam bir toplum, başarısıdırlar. Aydınlar, toplumlara ait olan kültürleri, eğitimleri, üretim ve tüketimlere denk düşen demokratik işleyişleri ve demokratik olmayan her tür işleyişlerin iç ihtiyaçlarından kaynaklı, toplumsal tarafların karşılıklı etkimesi ile sağlanan bir toplumcu başarı ya da başarısızlıktırlar.

Yani toplumsal ilişkilenmeleriniz bir zorunlu etkileşim ürünü olaraktan ortaya çıkarlar. Toplum kültürü olmayan hiç bir yapı; bu düzeni ve düzlemleri asla sağlayamazlar. Bir toplumsal güç karşısında, hiçbir etnik, ırkçı, ulusçu yapı tutunamazdır. Her ırkçı, ulusçu, etnik yapılar toplumsal ilişkiyi ortaya koyabilirlerse de, karmaşık ilişkili toplumların seçme ayıklama ilkesinin üzerine oturduğu çok seçenekli sunum, bu ırkçı toplumsularda olmayacağı için; etnik, ırkçı, yapılar pek çok sanal ilişki üzerine oturmuş totemce öznel anlamalar olduğundan, hiç bir zaman ergin toplumun yeteneklisine hiç çıkamazlar. Bir Aborjin, bir Pigmeler topluluğu gibi etnik düzlemini aşamayan topluluklar, sosyal aidiyete tutunur kalırlar. Çünkü her değişmeyi ve gelişmeyi bu sosyal aidiyetçe oluşlardan bir sapışın felaketi olaraktan, algılarlar!

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Yapının yenileşmesi doğrultusunda ikinci bir sürükleyeni de, Dünya konjonktürünün, çevresel feodal dönüşüm baskılarıdır. Yemen, Medine gibi yerleşiklerin, suyla tarım yapılan yerlerin verimliliğini artırmak için, köleci yapıyı feodal yapıya dönüştürmüş olmalarıydı. Yeni feodal yapı, geleneksel köleci yapı ile uyuşmayıp çatışıyordu.

Köleci düzen kalkmamış, biçim değiştirmişti. Nisbeten köleye biraz serbestlikler gelmişti. Aşiretler çatışmasının temelinde bunlar da vardı. Arap Coğrafyasının kendi içinde taşıdığı etnik dinsel inançların baskısı kadar, Yahudi, Hırıstaıyanlık gibi öğretiler de Mekke’de hem inanırları vardı hem de kol geziyor olmaları yeni yapının araçlarını oluşturacaktı.

Hıristiyan, Zerdüşti ateş gede ve Hinduizm gibi inançsal yapılar ve Sasani, Bizans gibi imparatorluk yapılarla çevrili olmanın ihraççı bir baskı, alınışı da ortalık yerde ayan beyendı. Bizans, Sasani gibi feodal dönüşümünü süreçleştiren iki yapı, ihraç ürününü Arap'ın önüne açmıştı. Daha 7. yüzyıl ortalarından itibaren İslam bunlarla, yani; feodal bir ilişkiler uzlaşmasıyla ya da feodal ilişkiler koalisyon ittifakları olaraktan, sonradan ortaya çıkacaktı. Yol, aşiretler barışından, uygarlık ortaya koyan başarı siyasetine uzayacaktı.

Aksi halde, yeni yapı sırf fetihlerle yayılamaz ve gelişemez, tutunamazdı. İnşanın temelinde bu ve yukarıda sayılan yönetsel düzenlenişle ilgili mali alandaki, cesur gözü pek ve konjonktürsel açılım yapılacaktı. Bu durum Halife Abdülmelik'le süreçleşecekti. Abdülmelik, çok ırkçı, faşist ve kısır döngüler içindeki siyasi çekişmeli, geleneksel Arap aşiret uygulaması olan mevcut yapıyı; yani Emevi uygulamasını, yavaştan etkisizleştirecekti. Yapıyı; feodal düzenleşme içinde ve feodalizme özgü olan organizeliklerle, yeni koalisyonlarla, yeni ittifaklık anlaşmalarının içine doğru sürüklüyordu. Böylece Abdülmelik geleceğin sağlam tohumunu eker olacaktı.

Emevi dönemi oligarşisinin, düzenli bir maliye tutumlarının olamayışı, tez elden aşılması gereken bir acillikti. Yeni yapılanış, yeni bir feodal ittifaklar uzlaşması olarak, bir yenileşen toplu durum olaraktan; Arap fatihlerin fetih gücünden kaynaklanan egemenliğini paylaşmayı, yeni ittifak da, talep edecekti.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Süreç, ‘çapulculuğun gücünü’, ‘güvencenin garantisine’ çevirmişti. Bu çapulcu güç bir organize teşkilat olaraktan, üreten sistemin bünyesine alınmasını ortaya çıkartmıştı.

Araçlı üretim, toplumsal yapıya doğru yol olurken, savaş ve kavga gibi haramice olan çapul yaşamı da giderek sistemleşen, daha daha da, teknikleşen, bir uzmanlık alanı haline getirilmiştir. Artık, amacı sırf öldürme ve çapulculuk ve savunma olan savaş sanatı denen bir öldürme sanatı, insan eli ile biçimlenip meşruiyetlik kazanmıştı..

Bu gelişme nedeni iledir ki, gerek toplumlar arası eşitsiz gelişmelerin, yararlı olan gücünü ele geçirmek, gerekse de insanın üretim gücünü ve ürettiklerini ele geçirmek için savaş bir yol olacaktı. İnsanları tutsak etmek ve onlara üretim yaptırmak için; gerekse rekabetçi bir durumun sürüklemesiyle ve diğer öznel egoist çıkar çapulları için vs. savaş bir yol ve yöntem olacaktı.

Bir kısım toplumlar, üretir olmanın yanı sıra, ölen kendisi olmadığı sürece, savaş gücünün hazırcılığını görmüştü. Kendi toplumsal gelişmesi içinde bu alana daha çok ağırlık vererek; savaşçı, fetihçi, gelişme eğilimlerine de, yönelmiştir. Bu yöntem, ülkeler fethetmede, bir uçtan bir uca ülkeleri ele geçirmede, önünde durulamaz olmakta, çok çok başarılı olurken, asla kalıcı olamamıştır.

Kalıcılığını, maddi üretim ve paylaşım gücü ile destekleyen toplumlar, Dünya üzerinde sayı olarak azda olsa, hali hazırda üretim ve savaş gücü varlığını sürdürmektedirler. Savaş gücü, maddi üretim gücüne bağımlı olduğundan, teknik savaş usulleri ile yetişenlerin kendisi yerleşik üretmeye geçince, savaş gücünü yitirir olacağından tedbirini almalıydılar. Hazır köle emeği ortaya çıkmıştı, maddi ve teknik üretimleri başkalarına yaptırmak için savaşta tüm ele geçirdiği toplumları yok edecek değildirler. Kalıcılık, maddi üretimin devriyle ve uygarlaşılan güncellenir olan inanç anlayışları sayesinde olmaktadır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Karşı taraftakinin elindeki mala ulaşmanın bedeli olarak, karşı cinsin seksi ihtiyacı sağlama değiş tokuşu araya girecekti. Artık aşk yerine, çoğu kez tek taraflı, alınıp satılan seks vardır. Meta ürününü diğer cinsin yanına, cinsel kurunun, bir yakınlaşması olaraktan götürülmesi de; zaman içinde ortaya konan bir ahlak olu vermişti. Bu günkü anlamda, kadın ve erkek fahişeliği; tarihin ilk meslekleri arasında, kısa sürede yerini alır olacaktı.

Önceki genel cinselliğinin, aşk olarak, kutsallıkla oluşunun yanı sıra da; bir cesaret gösterisine başarı ödülü olaraktan da, sunulabiliyordu. Sosyal birliğin kendisine özgü bir zamanı içinde, aşk daveti bir düellonun, bir kur yapmanın, bir hoşlanmanın, karşılığı da olabilen seremonileri de vardı. Ama aşka davet henüz hale yola konmamış, belirti olarak süren, sosyal birliğin aşksal, ruhsal seksi de vardı. İşte bu var olanlar, yeni özelleşmenin tutumlaştırmasıyla da girişti.

Bu tür özel üretimler, hem araç, hem emek, hem de ürün olarak, çok kısmi özelleşti. Ürünün kişiye özgü oluşu; zaman içinde, hem araçlar bağlamında, hem artık ürünün birikimi bağlamında, bugünkü anlamda, miras dediğimiz olgu ve kaygıları doğurmuştur. Tekilden, tikele, kaoslu gelişmeler, klancı komün anlayışında, felaketler algılatacak süreçlere doğru bir gidişti. Bunun yavaştan yavaştan kendisini hissettirir oluşu, kendisini dayatmağa başlamıştı. Buradaki felaket, eski alışmalardan vaz geçişinin bir duygusudur. Bilinen, garantili olan, güvenlik içinde yapılan davranışların, rahatlığındaki kopmanın, kırılma ve çelişme duygularıydı.

Kabaca, eskinin klan, nesep aidiyet soy sürüşü, şimdi; kişilerin soy sürüşüne dönüşmüştü. Şimdiki garanti ve güvenlikli yaşantılaşma, mülkü olanlarda daha bir güvenceli duruyordu. Bunlar mülkiyetin ve nesebin bir özelleşmesi idi. Yine buna bağlı olarak uzun süreç içinde cinsler de, cinsellikte özelleşmişti. Tarih yepyeni bir süreci ortaya korken, klan ahlak anlayışı, felaket derecesinde enkaza dönüşmüştü. Alabildiğine rekabet ve meta ürün gücü, kişilerin karşısına çıkmıştı. Klan ben katışması, şimdi tek tek bireyler beceri kazancına dönüşmüştü. Artık klan komün ortak yaşamındaki huzur ve paylaşma, her toplumsal yaşamın derinleşen tedirginlik veren kaygıları boyutlarınca bir cennettin hatırlama söylence algısı olmaktan öte gitmeyecekti.

Sosyal birlikteki ilk temel yasa, güce boyun eğerliktir. Yani güç ve gücün buyruklarının olumlaşmasıdır. Bir olumlayan güç olarak, etnik klancı totem; yeni durum karşısında yetersizdi. Yeni durum, bu eski totemci gücün üzerine inşa edilecekti. Yeni durumun, kendine özgü ahlaki anlama ve kurallaşma öznel değerlemeleri ile de giriştirilerek totem güç ve onun olumlaması önce ikizleşerek, yarı insan yarı ilah özelliği kazanacaktı. Bir toplumun yarı insan yarı totem ilah gücü Gılgamışsa diğerininki Enkindum idi. Bir grubun ilahesi, İnanna ise, diğerininki İştar, ikizleşmesi idi.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sanat sömürü bilmez. Aksine, fikren, duyguca ve kullanım sürecince, sanatın kendisi sömürülen yararlanılandır. Anadolu (Gazi) Hareketi, kendi dışına eperiyalist olmayan bir amacı olmakla tüm mekanik savaşlardan ayrılıp, konusu toplumunun yararı ve yararlanması olan bir faydacı sanattır.

Sanat kendi yanlışlarını da yansıtan bir diyalektik oluşumdur. Anadolu (Gazi) hareketi de uygulama aşamalarında, yanlışlar sapmalar yapsa da, temel yapıyı gerçekleyen amacı, kendi toplumunun bekası olan ve insan aklının (naklin değil) ürünü olan, sistem gerçeklenmesi tam bir diyalektik sanatıdır.

Anadolu hareketi bir etkileme gücü olarak da, sanattır. Estetiksel (kendisine özgü imeceleşen devinim ve karma ekonomi politikalar gibi koyuşlarla) doyurucu olaraktan sanattır. Sanatın toplumsal oluşudur.

Anadolu (Gazi) hareketi, akıl ve bilimsel seçeneklerin eşliğinde; güzel ile uğraşır olması (devrimler süreci) güzelin göreceliği içinde yanlışları (sürecin aksayan yanlış uygulanan yanlarını) taşır olmasının kabulü ile bile, bir sanattır; estetikliği de buradadır.

Nesnel yaklaşım açısından da bir sanattır, ilişki ve ilişkilenmesini göksel nakilden değil de; yerdeki mevcut üretim araçları, üretiş ve paylaştırış gerçeklenmesi ile ilişkileyip düzenleyen bir nesnellik ve bunun güzel ve estetik anlam ilgisini kurmuş olmakla, soyut çıkarım anlayışı ile bir sanat tavrıdır.
Laik (akılcı) yapılı sanat yaklaşımı açısından, özel var edişlerle, özne öznellikçi sanat oluşunu ortaya koyuyordu.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

87]Beceriksiz siyasetlerin, bu türden kendisini oyalar olacaktan ve gelecekteki toplum -halk çatışmasının temeli olacaktan olan tutumların ziyanı ile meşgul olacaktılar. 'Halk her şeyin üstündedir' denmek yerine, halk için bir şeyler yaparak, 'halka hizmeti her şeyin üstünde tutması gerekirken'; bu tür boş söylemlerle 'halkın aldatılan memnuniyeti' adına, 'halk avcılığına' çıkacaklardı. İşlerine gelen noktalarda, halkın onay kolaycılığına gidilecektiler. Bunun adı, çok partili demokrasiye geçişti! Ya da demokrasi denemeleri idi! Demokrasi denemelerinin söylemleri kötü bir başlangıçtı, ama kendisi iyi bir kulvardı. Bu tecrübeler içerisinde saman alevi gibi parlamalar da var edilecekti.

Maşallah! 1950'lerdeki çok partili hayata adım atışın yarışma konusu ve malzemesi, yine dinler ve inançtı. 1924 ve sonrasındaki siyasi partilerin kendilerine yer edinebilmek için kullanacakları siyasi argümanli tüm malzemelerinin ne olacağını bir tahmin edin bakalım! O günler içinde, karşılarında, kendilerinin, kıyası kabili zor olan, çetin bir gerçeklik vardı. Bundandır ki, kraldan çok kralcı, Atatürk'ten çok Atatürkçü olunamayacağına göre, Atatürk'ten çok çağdaş icraatlar konamayacağına göre, ne yapılabilirdi?

Terakkiperver parti, Kazım Kara Bekir, Ali Fuat Paşa, Rauf Orbay, Adnan Adıvar gibi ünlü ve pek değerli, yurtsever ve Atatürk'ün silah arkadaşlarınca kurulmuştu. İlkeleri Ulusal egemenci, liberal ve inançlara saygılı! Merkeziyetçi, özgürlükçü toplumsal yapılaşmanın ağır ağır yapılmasından yananlık gibi ilkeleri vardı.

Zaten toplum dışında olan ve halk içinde bulunan inançlara saygısız olmak gibi hiçbir temel nedeniniz yoktur. Ta ki, inançları toplumun işine katmayana değin. İnançlar halka ait konunun alanıdır. Bu tür söylemler inançlara saygılı ya da saygısız olmak gibi söylemler siyasi parti tüzüğünde geçmemeli idi. Halbuki demokrasi, 'inanca değin otoritenin' içinde hiç olmatışı. Bu nedenledir ki inanca değin otoritenin toplumdan ötelenmesi ile ancak demokrasi elde edilmiştir. Bu da 58. bölümde tartışılan laikliğin unsurudur.

Bu gibi demokrasi-inanç, halk-toplum,laiklik-demokrasi gibi birbirine karıştırılmış hımbıl anlayışlardandır ki gelecekteki aldatıcı demokratikleşmeli tartışma konularının ve gelecekteki boş sözlü patırtılı kütürtülü tartışmalı kavgaların, neler olacağının izini, ele vermekteydi. İnançlara saygılılık inançların kaşınmasını hiç önleyemeyecekti! İnanç toplumun konusu değilken, durduk yerde, inançlara saygılılık nereden çıkmıştı?

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

96] Yani, sözüm ona Atatürkler (!) bu gün Atatürkü Atatürk yapan olgulara karşı çıkanlardı! Yani sizi siz (lider) yapacak tutumlara karşı oluş, nasıl Atatürklük olurdu, anlayabilene aşk olsundu! Yine de, buna rağmen, bu tarihi değerlerin, tutumca özelliklerini kendimizce belirtelim. Bu belirtmem sırf bir fikir olsun diyerekten olacak. Ve bilimsel metotça olacak bir kıyasını burada, kıyaslama bilinci ile bir zihni tecrübe olsun diye pekiştirmeli, vurgulamalıyım. Bunlar bile Atatürk olurdu denişle afaki olaraktan kimse Atatürk olunamayacağına göre, süreç sel (sürce değin- sürece ilişkin- süreç boyunca) zorunlu bir gerçeklenmenin seleksiyonel yol haritasına bakmak, gerekecektir.

Bunlardan özellikle iki tanesinin ve, diğer adı anılmayan muhteremlerin de, kurtuluş savaşında emekleri çok büyük ve yadsınmazdır. Şöyle veya böyle, Atanın yanındadırlar ve Atanın azimliliğini ortaya çıkarmışlardır. Bu çok önemli katkınlığı sağlayan seçkin, değerli isimdirler. Bütüncül emeğin, parçalı oluşu bilgisi ile (zorunlu davranışıyla) tarihi konumludurlar.

Liderin bu tarihi misyon ve konumları, o düzleme değin koordinat ve satıhçı noktasal yer aşamasındaki bulunuşları ile başlamıştır. Bu noktasal konumların koordine hareketi, bölgesel aşamaya doğru girişmiştir. Başarılar oradan da, sizi alıp zorunlu olaraktan ulusal aşamaya götüren parça unsurların başarı dehalarıdırlar. İşte karıştırılan da budur. Parçalı emeğin mükemmel bir uygulayıcısı olan her hangi bir durumu, genel durumun egemeni yapmanın yanılgısıdır, bu karıştırılan bilmezlik.

Örneğin; bir bilgi sayar da, yığınlarca parçalı üniter işlevle menin organizasyonu ile bilgisayar işlevi dediğimiz durumu, ortaya koyar. Bilgi sayar işlevi hiçbir parçanın tek kendisinin sahipleneceği, ya da bu, bilgisayar işlevinde kendisinin dahlinin olmadığını söyleyebileceği bir şey değildir. Örneğin bir bilgisayar içinde burada çok önemli bir parça işlev olan ram bellek veya hard diskin, parçalı olan ve kendilerine özgü olan özel işlemlerini: bu tam bir tüm bilgisayar işlemidir deyişle bir iddia ortaya koyan birisi, hayli çuvallamış olmanın ötesinde; aklı ile yokluğunu karıştırmış da olur.

Bu böylesine bir; gerek bilgisayar ünitesine dek birimlerinden her birinin koordineli ve birbirine sıkı sıkı bağımlı oluşlarıyla ortaya koydukları sonuçlar gibi; gerekse de vefaca borçlu olduğumuz, sevgili kahramanlarımızın da; mükemmel bir parçalı işlev görevi yerine getirmeleridir. Böylesine bir nokta konumlu görevdeş olmanın dışında, bu değerli kıymetlerin görev kusursuzlukları dışında; bırakın kendilerini bir lider gibi ortaya koymalarını; gelişmeci temel bir yurttaşlık ufukları dahi meydana koymamaları çok manidardır!

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

76]Mükemmellik algısı, hata ve kusurların içinde girişecek bir duygu doğmasıdır. Gelecek halin adım adım oluşturulması ile ancak olasıdır. Değilse mükemmellik geleceği bilir olmak, ona uygun şablonlar var edebilmek değildir. Böylesi şabloncu mantıkla bakıp, Atatürk'ten için, şunları bunları yapamadı diye; bir hukukçu, bir filozof, bir toplum mühendisi vs gibi görüp; bir yığın maharetleri ondan bekler olmanın mantığı ile yargılamak, tam bir bilmezliktir, insafsızlıktır. O günün mevcut bilimsel donanımlı kadrolarının, süreçsel akışında, bu güzellik çıkmıştır.

Eleştiren (güya aydın) ile, eleştirilir (Atatürk) olan ikiliden birisi (Atatürk) kendisini Dünya'ya tanıtmış; kendisinden söz ettiren bir eylemselliktir. Diğer laf simsarları ise güncel seyir içinde, korunmacı himayelerle; televizyonlara çıkarılır olan kimselerdir. Ya da has bel kader şekilde erkte olmasalar; insanlar onların yaşayıp yaşamadıklarını dahi bilinemeyecekleri denli, tek kale oynayan, sıradan bir akademik, alelelade vaka yaşamsallık dırlar. İşte bundandır ki, bir eleştirinin eleştiri olbilmesi için, farklı düzlem de, denkliklerle, ama aynı paralellikte benzerlikleri içerir olmasıyla haklılık kazanacaktır. Değilse, şairin dediği gibi: 'Hey ağalar zaman azdı/Düşmüşe il üşer oldu/ Küllükte yatan eşek/ Koçla yarışır oldu' (Gevheri)

Eleştirellik, söz gelimi aynı zaman dilimi içindeki ve benzer koşullarını yaşamış olan dünya çapındaki kişilerle, Atatürk kıyaslanarak, yanılgı ve yanlışları ortaya konabilirdi. Değilse Atatürk zamanındaki günceliğin rutin, muhtemel olası yol kazaları haksızlıklarını ve kimi kez olmuş hukuksuzluklarını, bu günün gözlüğü ile bakıp yargılamak, bundan kendi başarısızlıklarınıza da, zımnen dayanaklar çıkarmak olmamalıdır!

Haklı olabilmeniz için eleştirmek için Atatürk gibi vatan kurtarmanız, devlet inşa etmeniz de, gerekmez. Sadece anınızda ve alanınıza ilişkin sözü dinlenir olmanız, yeterlidir. Alanınıza ilişkin, ülkenin geçmişte veya günümüzde yapması gerekişte yapılaşamamış olduğu, ya da aksak yapılaşmış olduğu, yenileştirmelerini; eleştiriler içinde söylersiniz. Ama bunları da nedenleri ile belirtirsiniz.

Atatürk'ten sonra tankını, uçağını, haberleşme uydusunu ve uyduyu yörüngeye yerleştirecek fırlatma roketini üretememiş bir toplumun; siyasi hükümetlerinin 70 yıldır hiçbir finansman, bilgi ve teknoloji mazeretleri yoktur.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Beyni çökmüş zekâdan da bir takım yetenek gerilemesi ve körleşmesi olur. Yani zekâyı değil ama bugünkü yaşar olduğumuz öznelliklerin pek çoğunu bulamayacaktık. Beynin çöküşüyle zekânın kazandığı büyük ivme kaybolacaktı. Bu ivmeleyiciden biri olan beynin çabuk girişmesini sağlayan sinaps bağlarla ağ şebekesini sağlar olması ortaya çıkmayacaktı. Sistemin pek çok işlev gen üniter zekâ ağlarıyla haberleşenlik oluşması belki hiç mümkün olmayacaktı. Tarih içindeki zekânın ağır aksak gelişmesi, beyinin sürece girmesi ile ve zekânın beyinle ilişkileşmesiyle, oldukça sürat kat etmiş ve yepyeni bir düzlem kazanmıştır.

Yani sizin çıplak ayağınız, siz farkında olun ya da olmayın, bir ayakkabı türevi korunmayı size bir ihtiyaç olarak ortaya kor. Gide gide bu duyum sizde karşılıklı etkileşimin bir zorunluluğu olarak belirmesiyle içteki biyolojik konumlanma eğilimleşmesini ve ruhsal duygusal kaygı ve tedirginlikleri ortaya çıkarır. Bu bir zorunlu girişmenin sonucu yansılaşmalardır.

Biyoloji bu ihtiyacın etkisini nasırlaşma ile deri kalınlaşmaları, pul, tırnak gibi tepkisel cevaplarını, eşdeyişle, seçme ayıklama ilkesinin sınama yanılma metotlarını ortaya koyacaktır. Bu tür ağır aksak zekâ belirmeleri, tarihin beli döneminde insanda beynin, gide gide ortaya çıkan işlevleşmesiyle ak madde, boz madde konumlaşma eğimleşmesinin girişmesi ile bu günkü ayakkabı düzenli zekâsını ortaya koymuştur.

Yani ayakkabı olduğu için ihtiyacınız yoktur. İhtiyacınız olduğu için ayakkabı vardır. İhtiyacınız zorunlu bir iç dış girişmesiyle, etkileşen; etki tepki belirmesidir. Böylece ayağınız ve ayakkabınız etkileşen, sınırlı girişmelerini ortaya koyarlar. Ayakkabıyı oluşturma eğilimi, ilişkin biyolojik düzlem süreçleriyle ve toplumsal düzlemin girişmesi ile giyinişin ortaya çıkması (zekâ) bambaşka bir süreç durumun girişmesiyle olmuştur. Bu da toplumla olmuştur. Toplumla zekâ da, ayakkabı da, ayyuka olmuş bir üretimdir.

Umarım konuyu temel ve metodik bazda biraz ortaya koyabilmişimdir. Şimdi yukarıdaki aydınımızın düşüncesini, hem de Dünyaca bilinişine sahip bir düşünce adamından alıntıladığını söylediği: “Demokrasi adaletin temelidir” sözüne bir kez daha bakalım. Artık bunun “ beyin zekânın temelidir” denişi gibi nasıl bir körlük yarattığını görmüş olmamız lazımdır. Muhtemelen görememiş, ya da tam seçimleşememiş olabiliriz. Ve ya gördüklerimizle, yazarın demek istediği benzeşir mi denebilir.

..

Devamını Oku