ADNAN DENİZ BAŞARI ŞİİRLERİ

ADNAN DENİZ BAŞARI ŞİİRLERİ

Adnan Deniz

Öğretmenler odasına ilk girdiği günü hatırlıyorum. Çok mahcup, sıkılgan ve tertemiz yüzüyle. Gözünü dört yana gezdirerek sanki bir tutunacak dal arar gibiydi.
Sanıyorum onun bu doğal ve temiz yüzü yaklaştırdı beni ona. Sanki bir kardeşim gibi hissettim onu. Onunla başlayan bu sessiz iletişim sanıyorum yıllarca sürecek dostluğun bir ifadesi olacaktı.
Zaman öyle hızlı geçti ki… Onun ve benim her türlü sorunlarımız karşısında benim en samimi sırdaşım olmayı başarabildi.
Öğretmenliği, en samimi bir atmosferin en engin paylaşımı gibiydi. Onun gençliğinin verdiği heyecan, okulumuzdan aldığı destek ve katkılarla gün geçtikçe pişiyordu.
Yeşil gözleriyle, kendisi içindeki üretim ateşinin yegâne temsilcisiydi. Devamlı üretmek, devamlı yararlı olmak düşüncesi onu tempolu koşu yarışçısı yapmıştı. Öyleki yerinde duramıyor, elinden gelse yanlış bulduğu her şeyi kökten değiştirmek istiyordu.
Enerjisini, futbol sahalarında atamamış bir sürat koşucusu idi o.
Edebiyat onun her şeyi idi. Çünkü biliyordu ki insanı insan yapan bütün değer yargılarının müteşebbisi edebiyat idi. Konuşmak, fakat çok iyi konuşmak. İnsan olduğunun değerini hissettirerek insanlarla iletişim kurmak vazgeçilmez değerlerindendi.
Onu kızgın gördüğünüz zaman, bilirdiniz ki kişiye kızmaz toplumun işleyişini ters döndüren yani toplumun çarkına çomak sokanlara kızardı. Kişileri üzmek kendini üzmekle eşdeğerdi çünkü.
Gençliğine bakıp onu, ateşli ve vurdulu kırdılı sanmayın sakın. O yaşının verdiğinin belki on katı olgun, bir o kadarda cesaretliydi. Kurallara uyar, kuralsızlığı sevmez toplumun değer yargılarına sıkı sıkıya bağlıydı.
Belki onun kadar kişilerin görüşlerine saygıyı ihmal etmeyen başka birini bulmak zordur. Çünkü o insana insan olduğu için ‘’yaratılanı hoş görürüz yaratandan ötürü’’düşüncesinin temsilcisidir. Onun için en önemli unsur insana verilen değerdir. Her şey insanın rahatı ve insanın güvenli, huzur içinde yaşaması içindir.
..

Devamını Oku
Adnan Deniz

23 Nisan 1920’de açılan TBMM sinin en önemli özelliği kurtuluş savaşının yönlendirici beyin merkezi konumunda olmasıdır. Çünkü kurtuluş savaşı ile ilgili bütün kararlar burada alınmıştır. Mustafa kemal önderliğinde milletimiz dünyaya bağımsızlık savaşının nasıl olacağı ile ilgili büyük bir ders vermiştir. Bu hareket ezilen milletlere bağımsızlık yolunu açtığı gibi bağımsızlık savaşımızın diğer milletlere örnek olması açısından önemlidir.

Bayram oluşuna gelince; 23 Nisan 1920 ilk büyük millet meclisimizin toplandığı gündür. Yani 23 Nisan, Milletin yönetme yetkisini kullanmaya başladığı gün oluşu bakımından Milli egemenlik bayramımızdır.

23 Nisan Dünyada kutlanılan ilk çocuk bayramı olma özelliğini de taşır. Çünkü bu günü Atatürk Türk çocuklarına armağan etmiştir. Bu çok önemli bir olgudur. Atatürk’ün Milletimizin geleceğini oluşturacak çocuklara değer vermesi demek; Milletimizin İlelebet varlığının devam edeceğinin bir delaletidir.

Son yıllarda Atatürk’ün’’Yurtta sulh, Dünyada sulh’’ ifadesinin bir tezahürü olarak, Dünya çocuklarının Türkiye’de Buluştuğu, dünyaya barışını haykırdıkları bir şenlik konumuna getirilmiştir. Çünkü Atatürk, Bütün dünya çocuklarına barışı, kardeşliği dünyada sulh ifadesi tezahürü ile ortaya koymuştur.

23 Nisan egemenliğin milletin olduğu düşüncesinin kabul edildiği gündür. Çocuk Bayramımızdır. Yarınların büyükleri olacak çocuklarımızın bayramıdır.

..

Devamını Oku
Adnan Deniz

‘’Ameller niyetlere göredir.’’Kimler hangi niyetlerin peşindedir bilemiyorum. Ancak bildiğim niyeti bozuk çok kişinin olduğudur. Neden mi öyle düşünüyorum? Çünkü sınırlı olan insan beynin algılayabileceği ya da düşünebileceği alan o kadarda geniş değil.
Yalanlarla istenilen amaca ulaşmak isteyen kişiler, yüzüne yalan maskesini takarak ortalıkta dolaşabiliyorlar. Kendilerini farklı göstermek suretiyle kendi menfaatlerini elde etme yarışına girebiliyorlar. Ama niyeti bozuk bu faaliyetler amaçlarına ulaşsalar bile unutulmamalıdır ki; Amellerinin kötülük hanesine bu yaptıkları anında işlenmektedir. Belki fani olanları kandırabilmek, bu yalan dünyada mümkün olabilir ve belki daha rahat bir yaşantı elde edebilirler. Ama inanan insan için gizlide olsa yapılan her hareketin görüldüğü, onun hesabının verileceği gerçeğini hiçbir şey değiştiremez. Yalnızca ahiret inancı sonucu bu değerlendirmeler son buluyor sanılmasın! İnsanlar yaşadıkları müddetcede yalan yüzlerine taktıkları maskenin bir gün düşebileceğini unutmasınlar.Kişilerin yüzlerine bakıldığında ya da belli bir süre hareketleri izlendiğinde icraatlarının sonucunun niyetleri ile uyuşmadığını görmek pekâlâ mümkündür.’’Dışının görüntüsü içinin aynasıdır’’Şair’in dediği gibi dış görünüşler,davranışlar,olaylara bakış ve olayları değerlendirme aşamaları insanlar hakkında net bilgilerin elde edilmesinde önemli bir ölçüttür.Aslında,kişilerin uzun vade’de ne yapmayı,niçin yapmayı düşündüğünü,niyetleriölçüsündeyeniden değerlendirmesi gerekir.
Kısa yoldan elde edilebilecek’’bir noktacık menfaat için virgül gibi eğilme’’ sözü mucibince
Kişilikten taviz vermemek ve itibar etmemek gerekir.
Gerçektende insanlar ayakları yere basan, ne konuştuğunu, neye niçin niyet ettiğini bilen, sözleri ile davranışlarının birbirini dengelediği insanlara daha çok itibar ederler.
İlk başlarda kandırma operasyonunda başarı elde eden, kötü niyetli kişilerin sonradan foyası ortaya çıkar. Yani; ’’Yalancının mumu yatsıya kadar yanar’’Onun için hem dünya hem de ahiret hayatını güvence altına almamız, yalandan, riyadan uzak durmamız gerekir.
Saygı duyulan, sevilen, itibar gören ve bu dünyada olduğu gibi diğer dünyada da geleceğimizi kurtarmak için herkesin kendisi olması ve niyetlerinin sonuçlarını iyi değerlendirmeleri gerekir.
..

Devamını Oku
Adnan Deniz

Hep yarınlar diyerek hayaller kurdu gençliğimiz. Tozpembe düşlere sığdırdığımız güzellikler, sisler dağılınca birden yok olmaya başladılar. Bir serap mıydı gördüğümüz? Hayret! Hep ileriye gittikçe adımlarımız, engeller büyüdüler.
İlk aşkımız, heyecanlarımız ve… Unutulmayan ne varsa ve ne kadar varsa çekip gittiler birer birer. Hayatı yazıldığı gibi yaşadık, istemekten ziyade! Belki bir tesadüfün yanı başında ve mahkûmduk çizilen geleceğe. Boynumuz bükük ve iç çekerek mecburen yolcu yolunda gerek demişliğimiz oldu.
Bazılarımız belki de aradığından fazlasını buldu. Belkide dünden kalan hatıraları yanında taşıdı ebediyen. Çocuklarında aradı bulamadıklarını. Hayal kırıklarını hiç sezdirmeden, başarı öykülerine kenetledi kendini. Çünkü yapacağı hiçbir şey yoktu.
Yasakların en koyusunu yaşadılar. Ama sustular. Çünkü hayat belli bir mesafede ulaşılan yarının son merhalesiydi. Hem biliyorsunuz, gençlikte dünden çekip gitmişti. Yapayalnız, kalabalıkların arasında sessiz bir çığlık gibiydi varlığımız. Son nefes belki de gece gündüz beynimizi kemiren bütün soruların cevabı gibiydi.
Lakin güneş yeniden doğunca, Tebessümler belirince yüzlerde bir umut diyerek hayat devam etmekteydi. Var olmanın en çekici hazzını elde eder gibi, Tırnaklarıyla tutunarak hayata bende varım demek gerekirdi.
Şimdi yaşadıklarımızın gölgesinde dinlenmekte varlığımız.’’Yaş otuz beş yolun yarısı’’demek dahi dilimizden düştü. Boyumuzu aştı çocuklarımız. Varacağımız duraklarda sessizce bekleşmekte akranlar. Geçmişin muhasebesini yapmaktan yorulan yüzlerinde şimdi bir ürperti seziliyor.’’Korkunun ecel’e faydası yok ‘’bu çok iyi bilinmekte ama ne fayda bütün çizgili yüzlerde hüsranın acısını yazıyor bütün gazeteler.
Sağlama almak gerek kendimizi ama nasıl? Var oluşumuzun nedeninde gizli değilmidir bu?
Her aşkın son durağına ulaşmak değilmidir amacımız? O halde bu dik duruşumuzun nedeni bu olsa gerek. Bu korkusuzluk, Ebedi var olmanın inancında gizli değilmidir ki? Yâda bir köşede titrerken ölümden korkmak, yaşlılığın ölüme giden son basamak olduğunu bilmekten kaynaklanıyor olsa gerek.
Zaman aldı başını gitti. Ve gidecek bu böyle biline. Sanılmasın ki bu bizlere has bir oyun. Bu oyunun her karesini herkes yaşayacak. O yüzden her demin en güzelini ve en ahlaklısını yaşamak gerek diyorum. Yüzleşmek gerek her yaşanan anın her karesiyle. Hayatın en güzelini bir yana koyarak son deme kadar yaşamak gerek. Ama ders vererek arkadan gelenlere bir umut ve yanlışlardan arınarak.
Artık ben yok, biz yokuz. Sizin varlığınız geçecek bizim yollarımızdan.Kalıcı sanmadan yürünen yollar sizin olsun.Sevgiyle kucaklayan kollar sizin olsun.Her zamanın her anını güzel yaşamak gerek..Doğru olmak ve paylaşmak dileğimizin son noktası olsun.
..

Devamını Oku
Adnan Deniz

Belki gülebilirsin güzel,bu da başarı
Bakışların haşarımı haşarı
Bu sen değilsin inan şaşırdım
Ben seni bakışlarından tanırdım

Şimdi çok boş,gitmiş latifesi sözlerinin
Diyecek lafı kalmamış gözlerinin
Yaşanmış bir anı varsa eyvallah,saygıyla
Seni ben kendimden kıskanırdım.

..

Devamını Oku
Adnan Deniz

2009–2010 Eğitim ve öğretim yılı birinci dönemi sona eriyor. Öğrenciler karneleriyle evlere gelecekler ve evlerde çeşitli hikâyeler yaşanacak. Ancak sayın velilerimiz bu karneler sizin. Lütfen öğrencilerinizi yargılamadan önce kendi kendinizi yargılayın ve eleştirin. Bu dönem öğrencim için ben ne yaptım? Sorusun lütfen kendinize bir sorun.
Daha öğrenci okula başlamadan velilerimiz maalesef yanlışlarla başlıyorlar. Nedir yanlış olan? Öğrencilerini adam yerine koymadan kendi istediklerini ve kendi hayallerini çocuklarında yaşamak istiyorlar. Gerçek olan öğrenci yetenek ve kabiliyetleri kesinlikle dikkate alınmıyor.
Öğrenciler, okula yazdırıldıktan sonra öğrencinin psikolojik gelişim durumu ve okuldaki hal ve gidişatı takip edilmiyor, Öğrencileri evden okula göndermekle bu işin bittiği sanılıyor. Parasını vermek, defter, kitabını almak, servise vermek acaba yeterli sorumluluklar mıdır? Öğrencilerin çoğunun şikâyeti evlerinde kendileri ile ilgilenilmediği ve insan yerine konulmadığıdır.
Acaba hangi veli ergenlik içerisinde olan öğrencisini karşısına alıp ta onunla konuşabiliyor? Hangi veli öğrencisini okula gidip gitmediği konusunda okulla istişare içerisine girebiliyor? Hangi konularda başarılı olup olmadığını araştırıp, hangi veli altarnetatif öneriler sunabiliyor.
Kendi problemlerini öne sürüp, aylarca kontrolsüz bıraktıkları öğrencilerini ancak karne günü hatırlayan veliler acaba bu çocukların geleceklerinden ne bekliyorlar ve bu çocuklara kızma hakkını nerden bulabiliyorlar?
Öncelikle başarısızlıkların odağında aile, çevre, kişi, tercih, okul gibi etmenler vardır ama asıl olan önce elimizdeki çiçeğin farkında olabilmektir.
Acaba başarısızlıkta öğrencinin hiç mi suçu yok? Olmaz olur mu? Öğrenci öncelikle hedefini ailesi ile beraber iyi koymalıdır. Okul seçimini iyi yapmalıdır. Kendi yetenek ve kabiliyetlerinin farkında olmadır. Kendi hedeflerini önceden belirleyerek ona göre çalışmalarını şekillendirmelidir. Şu anda Türkiye de belli bir mevkide olabilmenin şartı mutlak ve mutlak herkesten iyi olmaktan geçmektedir. Torpil morpil diyebilirsiniz ama orta direk ailelerinin okumaktan başka çıkar noktası kesinlikle yoktur. Maalesef öğrencilerimiz hayalperest bir dünya oluşturmuşlar filimler de gördükleri gerçek olmayan dünyaları içerisinde ağlarını örmeye devam etmektedirler. Velilerin buradaki görevleri öğrencileri gerçeklerle tanıştırmaları ve onları iyi olana doğru yönlendirebilmeleridir.
Öğretmenlerin bu kategorideki rolleri daha elzemdir. Öğretmenlik fedakârlık demek ise, peygamberlik mesleği ise, o zaman öğretmenlerin daha sabırlı ve daha objektif olmaları gerekir. Öğrenciler kesinlikle her şeyi bilerek okullara gelenler değildir. O zaman öğretmenlerin öğrencilere bir anne ve baba şefkati ile yaklaşmaları doğru değimlidir? Kişileri bilmemezliklerinden dolayı eleştirmek, yanlışlarından dolayı yargılamak acaba öğretmenlik midir? Öğretmenler, örnek ve yol gösterici, yanlışları düzelten kişiler olmalıdırlar. Burada bütün öğretmenlerden değil de yalnızca başarının yükselişinde etkili olmayan öğretmenler kastedilmektedir.
Başarı ve başarısızlıkların hiçbir zaman tek sebebi yoktur. Birincil sebep bence aile bütünlüğünün ve ilgisinin sağlanabilmesidir. Daha sonra kişi, tercihler, yönlendirmeler, takviyeler, çevre, arkadaşlar, öğretmenler gelmektedir. Bu yüzden öğrencilerin almış olduğu karne maalesef hepimizindir. O zaman akl-ı salim olarak düşünmeli ve yapılan yanlışların muhasebesi, t6ekrar yapılmalıdır. Bu yarıyıl tatili bize bu konuda çok yardımcı olabilir. Onun için öğrencilere kızmadan önce, bizim öğrencimizin başarısındaki katkımızı sorgulamamız gerekir. Böylece hem hatalarımızı görebilir, hem de hatalarımızı düzeltecek zamanı tekrar yakalayabiliriz. Ama bu konuda önce ailelerimiz olmak üzere hepimiz kendimizi bir eleştirelim daha sonrada çocuklarımızı yargılayalım, ne dersiniz?
..

Devamını Oku
Adnan Deniz

Her sabah okula doğru yol aldığımda uzaktan onun arabasını görürüm ve derim ki; yine benden önce gelmiş! Ayrı bir heyecan duyarım onu gördüğümde. Bazen hayretle, bazen gururla ve bazen kıskanarak bakarım.
Kimden mi bahsediyorum? Liseden matematik öğretmenim, okuldan meslektaşım ve gördüğüm en insancıl bir öğretmenden. Nevzat Serin’den.
Onun hayata bu kadar olumlu bakışı, insanlara bakınca güneş gibi ısıtışı, Olumsuzlukları bir süzgeç gibi eleyerek yaşama dört elle sarılışı onu yakından tanıyanları derinden etkiler.
Ben ondan öğrendim, yaşamın adının mücadele olduğunu. Hayatın çok güzel renklerinin bulunduğunu. Yılmamayı ve devamlı ileriye bakmanın başarı getirdiğini.
Şimdi onu her görüşte o kadar mutlu oluyorum ki, bak diyorum yine sınıftan çıkmış, yine çocukların yüzleri gülüyor. Yine herkes mutlu. Kendindeki enerjiyi taşıyor devamlı iletişim halinde oldukları insanlara. Öğrencilerine ve öğretmen arkadaşlarına.
Polyana’ı okumuştum ortaokul yıllarında, mutluluk oyunları oynardı ve mutlu olduğuna inandırırdı herkesi ve kimsenin üzülmesini istemezdi. Ama bakın polyanacılık yok Nevzat hocamda. Hep kendisi ile barışık ve mutlu olduğu kadar herkesle mutluluğu paylaşabiliyor. İnsan belli bir zaman sonra herhalde her şeyden sıkılır derdim, ama ben öyle olmadığını gördüm. Nasıl mı? Yılların görev aşkıyla yanıp tutuşan öğretmeni Nevzat Serin hala o Görev aşkından hiçbir şey kaybetmiş değil. Gerçektende insanlar işlerini sevdikleri müddetçe devamlı olarak mutlu olmayı başarabiliyorlar.
Yine bu sabah onunla karşılaştım okul kantininde. Gülümseyerek ‘’günaydın’’dedi.
Ameliyat geçirmişti. Kalbimi rektefe ettirdim demişti. Ama hala gülümsüyordu. O kadar bağlıydı ki hayata. Onun bu duruşuna gıpta ile bakmamak eldemi ki…
İnsanları kabul edebilmek, insanları oldukları gibi kabul edebilmek çok zor bir iştir. Onların düşüncelerine saygı göstermek, etik bir davranıştır. Ve bunu çoğu insan yerine getiremez. Ben bunu başarabilen kişilerden birininde Nevzat hoca olduğunu gördüm. İnsanlarla o kadar içten iletişim kurar ki… sanırsın ki yıllardır onunla samimi. Yalan dolana hiç başvurmadan olduğu gibi, yanlışını ve doğrusunu, olduğu gibi kabul edebilen bir insan.
Köşe başında bir bakarsın öğrencileri başını sarmış, bir bakarsın öğretmen arkadaşları. Hararetle anlatır, konuşur ve yüzünde tebessümü hiç eksik etmeden devamlı bir şeyler anlatır. Dikkat ederim hiç kimse sıkılmaz, hiç kimse mecbur olmadığı sürece onun etrafını terk etmez. Sanırsın ki, arılar bir çiçeğe konmuş, bal alma yarışı yapıyorlar. O ise gayet rahat ve gayet mütevazı. Elinden gelse kendinde var olan bütün bilgi ve değerleri karşısındakine karşılıksız verebilecek kadarda cüretkâr ve fedakâr.
..

Devamını Oku