Bana Sakın Aşık Olma Şiiri - Erbil Kutlu

Erbil Kutlu
173

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Bana Sakın Aşık Olma


çıplaktı ayakları,
bembeyazdı,
pespembeydi topukları,
işte beni onlar baştan çıkardı…

Sıcak bir yaz akşamıydı. Çarşambaydı. Aydede gökte yarım haldeydi. Deniz kenarında, kumsalın üzerine atılmış masalardan ibaret bir meyhaneydi.

Simsiyah uzun ve denizden ala dalgalı saçları vardı. O denizi utandırırcasına mavi bakışları. Boynundan bağlı, bedenini sunan, baldırlarının çıplaklığını esirgemeyecek kadar uzun bir elbisesi vardı.

İncecik ellerine yaraşır parmakları ile tutuyordu rakı kadehini; serçe ve yüzük parmağını dokundurmadan kadehe. vuralım bu hayatın dibine dercesine sertçe vuruyordu kadehin dibini masaya, tokuşturduktan sonra masadaki diğerlerinin kadehleri ile.

Bazen öyle dalıp dalıp gidiyordu ki, karşısında oturduğu denize doğru, sanırdım ki az sonra bir toz gibi kaybolacak; acırdı içim bu fikirle. O dalıp gitmelerinden birinde fark ettim ki yüzü parmağını ovmakta. Kahroldum. Yeni doldurduğum kadehimdeki şarabımı, bir dikişte bitirdim. Bitik kadehimi masaya koyduğumda, dünyamın o en sonsuz acı ile depremlerle sallanmaya başlaması duruluverdi. Esen meltemle uçuşup, yüzünü bir peçe misali kısmen örtmeye çalışan zifiri gece renkli saçlarının arasında mavi mavi, ama şaşkın bir ifade ile bana bakıyordu. Alt dudağını, üst dudağından öte ederek hem tebrik ediyor, hem de anlayamadığım bir inanamadığı bir duruma alışmaya çalışıyor gibiydi. Lakin sandığım şeyinde olmadığına çok sevindim. Zira ovaladığı yüzük parmağı ve diğeri de çıplaktı.

Yarıya kadar dolu olan rakı kadehini eline alıp, bana doğru kaldırdı. Bende yeniden doldurduğum şarap kadehimi ona doğru kaldırdım. Gülümsüyor, ama mavi bakışları ayrı gülüyordu. Hafif bir tebessümleştik. Yine dibini masaya vurdu kadehinin, ama bu vuruş sesini bende masamdan duydum. Gözlerimiz ayrılmadan bakıyordu birbirlerine. Ve kadehini dikti, tüm rakıyı bitirdi. Bitmiş kadehinin dibini bana sallayarak göstermekten de zevk alır gibiydi. Bende şarabımı diktim, bitirdim. Bitmiş kadehimi ona bakarak öpüp masaya koydum. Gülerek masasına döndü. Alt dudağını ısırıyor ve başını öne eğerek duruyordu. Bir ara kaçak bir bakış attı. Benimde ona baktığımı görünce, daha çok utanmış bir edayla başını önüne eğdi ve ellerinin ayasını masanın kenarına sürtmeye başlamıştı.

O sırada meyhanenin bir kanun, bir klarnet, bir darbuka ve bir kemandan oluşan çalgıcıları, çiftetelli çalmaya başladılar. Artık elini rakıya sürmüyor, birbirimize karşı içtiğimizden beridir ağzına hiçbir şey sürmemişti ki, başını aniden havaya kaldırıp, yıldızlara bakmaya başlamıştı. Masadaki arkadaşından bir şal gibi bir şey aldı ve bunu kalçalarının üzerinden geçecek şekilde bağladı ayağa kalkarak. Ayağındaki terliklerini çıkardı ve müziğin fendine bırakıverdi kendini.

Bedenini bir yılanın kıvraklığında sunuyor ve sunarken gözlerini benden ayırmıyordu. Bende onun bana bakmadığı bir anda baştan aşağıya süzüyordum. Öyle nefsi şahane idi ki, yalnız olması beni korkutuyordu. Ya can yakandı, ya da çok canı yandığı için canını yakacak bir av arıyor olmasından korkuyordum. Ufacık diz kapaklarının ardından, incecik bilekleri bile müziği hissedercesine narinlerdi. Çıplaktı ayakları, bembeyazdı, pespembeydi topukları, işte beni onlar baştan çıkardı...

Sanki ben onları görebileyim diye hep parmak uçları üzerinde oynuyordu. Herkes masasında ki muhabbeti bırakmış, bu güzelliği seyrediyordu. Bir an düşündüm; benim canım olsa, herkes onu böyle seyretse diye. Onurlandım. Benim kadınım, herkesin hayranlığındaydı, ama o benimleydi.

Kadehimdeki son yudum şarabımı da içtikten sonra, ayağa kalktım bedenim ona dönük idi. Bu andan sonra beni çağırırcasına bana döndü. Kolları iyi yana açılmış, parmak uçlarına bastığı bacağını hafifçe kırarak sanki kucağıma yıkılmak istiyordu. Yanına doğru gittim. Boyu benden biraz uzun olmasına karşın, gözlerime bakıyordu. Elleri ile boynumu, ensemi ve yanaklaşarımı oksuyor, tekrar saçlarımın üzerinden enseme ulaşıyordu. Sol elimle belini hafifçe kavramıştım. Sağ elimle, meltemle uçuşan saçlarının yüzünü kapatmasını engelliyordum, kulaklarının ardına atarak.

Müzik kesilmiş miydi; tam hatırlamıyorum. Birbirimize sarılarak, oradan uzaklaştık. Kumsal boyunca bir süre yürüdük. Artık ışıkların değil, denize vuran yarım ayın ışığıyla görüyorduk birbirimizi. Kumun üzerine oturduk. O ana dek aramızda hiçbir konuşma geçmemişti. Sadece bakışıyor ve ellerimizle oynuyorduk. Yanağımdan tuttu sağ eli ile ve beni kendine yakınlaştırdı. Öpüşmeye başlamıştık. Kendimi yere bıraktım. Sırtım kumlarda idi. Sağ bacağını üzerime bıraktı, ama ayağı ile bacağımı okşuyordu.

Öpmeyi bıraktı. Biraz kendini geri çekti ve sürekli gözlerime bakmaya başladı. Bir sağ bir sol gözüme bakıyor. Ardından gene öpüyordu. Birkaç kez yaptıktan sonra bıraktı ve başını göğsüme bıraktı. “seninle sevişmeyeceğim tanımadığım erkeğim, sevişmeyeceğim”. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken; “sende bir an gelecek beni terk edeceksin. seninde ardından üzüleceğim. Ben artık üzülmek istemiyorum.” Bunları derken gözlerinden akan yaşlar birer ateş parçası gibi göğsüme düşüyordu. “bu sabah o, ailesine geri döndü. Evliymiş. Bunu bana hiç anlatmadı. Bir oğlu olacakmış. Artık tüm dünyası oymuş.” Konuşmaya ihtiyacı vardı. Asla ve asla soru sormamalıydım. Sorarsam anlatmak istediklerini engelleyebilirdim. O kendisi bunları dışarı çıkarmalıydı. “oysa daha dün gece bütün hayatım senin, sensizlik diye bir şey düşünemiyorum demişti.”.

Uzun süre sustu bu andan sonra. Sadece düğmelerini çözüp, iki yana saldığı gömleğimden arda kalan başını koyduğu göğsümü okşuyordu. Zaman zaman göğüs kıllarımla oynuyordu. “sen, sen hiç evlendin mi tanımadığım erkeğim? ” dediği anda cevap vermeye başladığım anda “sus! Siz yalancısınız. Evlide olsanız evli değilim, evli olmasanızda evliyim demeyi çok inandırıcı yapıyorsunuz. Ya da ben çabuk kanıyorum size.” Dedi. “canım çok yandı. Ama ben can yakamıyorum. Yazık bana n’olur ya” dedi.

Ne diyeceğimi kestiremiyordum. Bende ona sarılmıştım. Sağ elim ile sırtını ve belini, sol elim ile yanağını ve saçlarını okşuyordum. Sonra göğsümden kuvvet alarak kalktı, gözlerime baktı. Sonra yeniden beni öpmeye başladı. Artık bacaklarını iki yanıma koymuş halde tüm bedeni ile üzerinde idi. Sonra sola doğru yatarken benide çekti ve bu defa ben onun üzerinde idim. “tanımadığım erkeğim seni istiyorum. Bana bugüne dek en uzun süre yalan konuşmayan sensin. Seninim! ”

Anladım ki, kalbi o kadar çok kırılmıştı ki, benimde onu kırmamdan korkmuş. Haklıydı tanımıyordu. Ama tek kelime edememiştim ona. Ta ki, sabah güneşi doğana dek. Karanlık dirhem dirhem bozulurken, adımı sordu. Söyledim. Adının Nisan olduğunu söyledi. Gün iyiden iyiye aydınlanıyordu çıplaklığımız üzerine. Bende bu hali bozmaya dönük bir arzu yoktu. Bazen bütün bedenini bir cenin gibi yapıyordu üzerimde, bazende yüzükoyun uzanıyordu, bana bakıyordu. İki kaşım arasından işaret parmağı ile yüz hattımı çiziyordu. Aniden ama yavaş hareketler ile ayağa kalktı. Denize doğru ilerledi ve durdu. Dalgalar parmak uçlarına kadar gelebiliyordu. Bende kalktım ve yanına gittim. Arkasında idim ve omuz başlarından itibaren öperek boynuna geldim. Hadi aşkım denize girelim dedi. Deniz o kadar sakindi, o kadar sakindi ki, dalgalar hala uykudaydı. Çok zayıftılar. Elele tutuşarak yürüdük. Birbirimize bakıyorduk. Ve birlikte kendimizi o derinliğe bırakıverdik. Güneşin ilk ışıkları dünyaya vururken denizin içinde iki yunus gibi yüzüyorduk elele, kucak kucağa yüzüyorduk. Ardından denizden çıktık. Güneş ışıklarının yansıdığı, ıslak teni bir cennet gibi parlıyordu. Giyinmiştik. “bana sakın aşık olma. Benim kalbim kalmadı. Herkes kırdı. Sen kırılma olur mu? ” dedi. Bende onun bu isteğine cevap verircesine başımı salladım. İsmimi soralı beri ilkkez ona karşı konuşacaktım, ama olmadı.

Onu oteline bıraktım. Elele yürüyorduk. Birlikte kahvaltı yapmayı teklif ettim. “üzgünüm. Bana aşık olma” demekle yetindi.
En son ayrılırken beni öptü yanağıma avuç içini koyarak. “hayatımın bu anına kadar ilk kez bir erkeğin ömürlük insanı oluyorum” dedi. Anlamamıştım. “Nasıl yani? ” dedim. “artık ben öldüğün ana dek seninleyim. Aşkım ben sonsuza dek yalnız seninleyim” dedi gülerek. İçimde fırtınalar kopmaya başlamıştı. O akşam şans eseri gördüğüm ve tutulduğum kadın, bana ömrünü adamaya hazırlanmıştı.

Otelime vardıktan sonra güzel bir duş aldım ve sakal tıraşı oldum. Henüz vakit erken olduğu için otelin açık büfe kahvaltısı devam ediyordu. Kahvaltımı yaptım. Günümü yaşıyordum, ama yalnız değildim. Nisan yanımdaydı sanki. Beni öyle çok alıştırmıştı ki susmaya ve onu dinlemeye o kısa sürede, o yanımdaydı hissediyordum. Akşam olup, onu oteline almaya gittim.

Otelinde onu sordum. İsmen tanımıyorlardı. Lakin Nisan isminde bir kimse kalmıyordu. Onu tarif ederek anlattım. Gene tanıyamadılar. Aynı meyhaneye gittim. Aynı masada onu bekledim. Dünkü geceden kalan hesabımı da ödemiştim. Ama o gelmiyordu. Garsonlara telefonumu verdim. “Onun tarifine benzer biri gelirse bana hemen haber verin” dedim. Tüm sahili, adımladım. Hatta tüm bar ve meyhane, hatta ve hatta çay bahçelerini bile artık güneş doğuyordu. Oysa bu güneş daha 24 saat önce Nisan ile benim için doğuyordu.

Bitkin ve yılmış bir halde otelime dönüyordum. Yerel bakkallar büfeler yeni açılıyor, bazısı gazetelerini raflarına sıralıyorlardı. Şöyle göz ucuyla gazetelere bakarken, gözüme bir resim geldi. Nisan dı bu! Şakağına sıktığı tek kurşun ile intihar etmişti. “aşkım, hayatım boyunca sürecek en uzun aşkım oldun. Ölene kadar seninim, benimsin. Hayatımda ilk kez sen bana yalan söylemedin. Beni diğerleri gibi bırakma” yazanda bir not bırakmıştı. Üzerimdeki laneti hala anlamış değilim.

F.Erbil KUTLU
01.07.2010.Perşembe – 0.16

Erbil Kutlu
Kayıt Tarihi : 1.7.2010 15:35:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Erbil Kutlu