İçimdeki denizleri yürüdüm, tepeleri tırmandım, patikaları geçtim. Güya senden kaçıyorum, bütün yollarım sana çıkıyor, yine karşımda buldum seni. Korkuyorum içindeki kuyuya düşmekten uzatır mısın ki elini? Bir korkudan geçiyorum, bir bakıştan. Korkuyorum içindeki ateşe kor olmaktan. Korkuyorum zindanına tutsak olmaktan. Azad eder misin ki beni? Bir gülümser, affeder misin bendeyi?
Günahım zamanın derinliklerinde biliyorum. Bütün çeşmeleri ben kuruttum. Mecnunu ben saldım çöle. Yusuf’u kuyuya düşüren benim. Benim, cennetteki yasak meyva. İsa’yı çarmıha geren kalfa. Dahası bütün vakitlerin dönülmez akşamsızlıklarında, sarp yolların başında, yorgun atların takatsiz adımlarında, sonsuz yolculukların dönüşsüz yollarında günahkar olan benim.
Benim, zambakların sığındığı ıssızlık, benim ısırganda karınca zehri. Hangi günah şerh edebilir ki beni? İmkansız bir deli. Ondan da imkansız beklentileri. Çölde unutmuş yolculuğunu, yalnız bir yürek işte hep bekleyiş ve hiç gelmeyiş içinde. Bir gece indin de karanlığıma. Sen, kanadı kırık bir çoban yıldızı, ben avare dolaşan bir çoban gibi, yorduk bütün sevdaları yanımızda yabanlığımızla. Ne senin, mecnunu yaşatacak bir yanın vardı, ne benim bir sevdayı yaslayacak yamacım. Öyle hali, öyle hoyrattık ki, ürküttük bütün sevdaları yarınımızdan. Ne keremin aslıya sevdası kaldı, ne Yunus’un Emre’ye bekası. Ne de müridin mürşide ricası. Ben dönmek istiyorum başlangıçlarıma şimdi, sen olmadan önce olduğum gibi. Ama sen bırak yalnızlığımı getir geri.
Sen, yitik şehirlerin kaybedilen bedeli gibisin yadımda. Ben, bir ilmek gibiyim dervişin akıp giden, yıpranmış hırkasında. Bana ateşi yutmayı sen öğrettin, hasretin zakkum tadında. Yıktın bütün istihkamlarımı gönül sarayımdan, tüm bezginliklerden sığındığım yazgımın hirasında, Şimdi yorgun bir çapulcu pişmanlığı, seninle karşılaştığım zaman kaldırımlarında. Ya sen beni alıp götür belan gibi yanında, ya da sen git, bırak beni yanımda.
Aşındırır sabrımı bu hiçlik, bu hicran. Toprağıma boy vermekte apansız ve amansız. Hazanın neresindeyim böyle solgun, böyle nadan? Gönlüm tutsak, göğüm tutsak. Ansızın boşalır rüzgar, götürür beni, yorgun, bitkin ve perişan, bir sensiz diyarın alaca karanlığına. Ben sensizliğe sürgün bir geda, yargıçlar zebani kılığında. Sensizliğe keserler cezamı cehennem yangınında. Tek iradem, diz çöküp yalnızlığımın mihrabında, zifiri karanlıkları urgan yapıp göğe sağnak sağnak, devasızlığımı sağmak. Bir pencere yaptım avuçlarımı benden de gizli bir yere ben de. Zamanı kandilleriyle araladım lif lif, gölge gölge, kah aynalarda buldum seni, kah varmakta geciktiğim seherde. Hiç kimseye senin kadar dua etmedim biliyor musun, sırılsıklam simsiyah gecelerin bir yerinde. Bir yerinde ateşe tutuşmadı gözyaşlarım hiç kimse için, kabüs gibi yokluğunu getirdiğin gecelerimde. Hangi büyü bozabilir ki, hangi tılsım bu kutsal, el değmemiş temennimi, ben hiçbir zaman seni senden dilemedim ki.
Sen, yasak bir aydınlık fecr-i sadıkımda. Sen, baktıkça dipsizleşen derinlik. Ben inat bir martı yorgun şafağında kanadındayım bunu bil. Çünkü ben dualarda buldum ve yaşadım seni, rüyalarımda bir de. Sana ait bütün izleri sildim ya şimdilerde. Ne varsa seni bana hatırlatan iplik iplik, topladım, ne kaldı ise bende, biten günün olgunluğuna bıraktım, hiç dokunulmamış bir ıstırapla attım içimden birbir, bir seni kazıyamadım oysa, çünkü sen kaldın bende.
Bazan yetim bir çocuğun hasretinde bulurum seni, bazan gün ortası secde serinliğinde. Bazan Hacerü’l-esved’in aşınmışlığında rastlarım sana, bazan şadırvanların ardısıra durup beklerim, dâhil olmak için arınmışlığına. Sen bilmezsin, sen görmezsin, hissetmezsin de, bekliyorum avuçlarımla bıraktığın yerde. Bilmiyorum neydi beni çeken sende? Seni buldum bana baktığım her yerde. Doğudan estin yelkenime. Batıdan çıkıp gittin denizlerimden, yangınlar bırakarak yüreğime. Bu muydu çeken beni, bu muydu istediğin benden? Artık çek git, yeter çektiğim dameninden, bırak, bana kendimi geri ver.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla