Bakara Suresi Şiiri - Osman Erdoğmuş

Osman Erdoğmuş
563

ŞİİR


10

TAKİPÇİ

Bakara Suresi

BAKARA SURESİ
Medeni bir suredir. Adını 67-73. Ayetler arasında aktarılan İsrailoğulları ile ilgili olaydan almaktadır. 286 ayettir. Hicretin 2. Yılında indirilmiştir. Bu sure Fatiha suresinden sonra gelmesi tesadüfi değildir. İHDİNESSIRATEL MÜSTEKIM diye dua ederken, bakara süreside bu duaya cevap veriyor. Bu surede yaklaşık 120 ayet İsrailoğullarının nasıl Yahudileştiğini bize anlatacak. Onun için bakara suresi, adeta Fatihanın bir tefsiri niteliğinde.
1. Bu üç harf huruf-u mukattaadır. Müstakil harfler. Bu tür harfler Kur’an’da 29 surenin başında gelir. Toplam 14 harften oluşmuştur. Birli ve beşli harfler arasında değişir. Bu arap dilinin yapısına da bir göndermedir. Çünkü arap dilini oluşturan tüm kelimeler debir ile beş arası kelimelerden müteşekkildir. Anlamı konusunda tüm müfessirler tarafından çok uzun yorumlar yapılmış. Hz. Ebubekir: Her kitabın bir sırrı var. Kur’an’ın sırrı da Huruf-u Mukattaadır der. Hangi surenin başına gelmişse ilk ayetler hep vahyin önemini anlatır, vahye atıf yapar. Allah’ın vahyini öne çıkararak başlamaktadır. Bu harflerin işlevi vahye dikkat çekmektir ve meydan okumaktır.
2. LAREYBEFİH: Kesinlikle şüphe yok. Bu kitabın kaynağının ilahi olduğuna şüphe yok biçiminde anlaşılır. Bu kitabın müttakiler için bir kılavuz, bir rehber, doğru yolu gösteren bir kılavuz oluşunda şüphe yoktur. MUTTAKİN: Allah bilinci diye çevrilir. Etimolojik anlamı, korkmak, korunmak, sakınmaktır. Cehennem ile insan arasına engel koymak. Bir insanın muttaki olması: Allah’a karşı sorumluluk şuuruyla donanabilmesi ile mümkündür. Bu bir şuur meselesidir. Engeli, Allah’a daha yakın olmak için koyarız. Allah’a karşı duyulan bir muhabbet ve yakınlığı da ifade eder.
3. Gayba iman ederler. İdrak edemedikleri hakikatlerin olduğunu kabul ederler. 5 duyunun yada aklın hakikati bilmede yeterli olmayacağını idrak eder ve inanırlar. GAYB: Yok olan, gaip olan değil, insan idrakinin, hafsalasının, insan idrakinin kavramaktan aciz olduğu hakikat demektir. Adeta şu söyleniyor. Gaybe iman etmeyen bu kitaptan istifade edemez. MÜTTEKİNin özelliklerini sayıyor Kur’an 1. Gayba iman edecek. 2. Namazı istikamet üzere ikame ederler. 3. İbadeti yalnızca ve yalnızca Allah rızasını gözeterek yaparlar. 4. Kıldığı namazla, hayatında yaptığı diğer eylemler arasında doğrudan bir orantı kurarlar. Yani bir ömrü Allah için yaşamak. 5. Allah yolunda harcayanlardır. İşe yaramayanlardan harcayanlar değil, kendilerine rızık olarak verilenlerden sarfedenler. Gayba iman, namaz ve zekat üç özellik sayılıyor. Birincisi imana taallük ediyor. Yani kul ile Allah ilişkisine. İkincisi namaz, yani kulun hem nefsi hem de Rabbi ile olan ilişkisine. Zekat ise kuldan topluma doğru, kulun toplumla ilişkisinden bahsediyor.
4. biz Müslümanlar sadece kendi peygamberimize değil, Ondan önceki tüm peygamberlere iman etmeyi, imanın olmazsa olmaz bir unsuru olarak görürüz. YUKINUN: yakın derecesinde iman. Sanki yaşar gibi inanmamız isteniyor.
5. 6. İman edenlerden sonra kafirlerin durumuna geçiyoruz. ELLEZİNE KEFERU: Küfre saplanıp kalmış kişiler artık uyarıdan hiçbir pay alamazlar. Niçin.
7. Buradaki perde ya da mühür aslında onların eylemleri sonucunda vurulmuştur. Bu mühürlenme fiziki bir mühürlenme değil, hakikate karşı kör ve sağır davranmak. Gerçeği gördüğü halde görmezlikten gelme. Bir insan ki gözü var bakıyor ama görmüyor. Duyuyor ama işitmiyor. Kalbi var ama hissetmiyorsa o insana bundan daha büyük bir bela olabilir mi?
8. Kur’an bir başka sınıfa geçti şimdi. İki ayette kafirlerin durumunu anlattı. Niçin iki ayette? Çünkü onlar inanmıyor. İnanmadıklarını da ifade ediyorlar. Şimdi sıra münafıklarda. Bu ayeti sadece Medine’de ortaya çıkan münafıklar için değil her ortamda bulunan ve inkar eden insanlar içinde anlayabiliriz. Bugünümüzün en büyük sorunu da budur. Kendilerini inançlı olarak tanımlıyorlar. Ancak Allah’ın tanımına göre o iman etmemektedir. Yani siz Allah’ın ölçülerine göre nesiniz.
9. 10. Bu ayet aynı zamanda 7. Ayetin açıklamasıdır. Allah onların kalplerini, kulaklarını, gözlerini niçin perdeleyip mühürlemiştir diye soracak olursak? Kendi eylemleri ve hastalıkları yüzünden dercesine. FİKULUBİHİM MERADÜN; Allah onların kalplerini, kulaklarını, gözlerini niçin perdeleyip mühürlemiştir diye soracak olursak? Kendi eylemleri ve hastalıkları yüzünden dercesine. FİKULUBİHİM MERADÜN; onlar hasta olmayı kendileri tercih etmiş, artık tedavi olmayacakları için hastalık kendi kendine ilerleyecektir. –Zaten inançsızlık bir cehennem azabıdır. YEKZİBUN: Yalan söylüyorlar. Ya başkalarına yalan söylüyorlar. Yada kendilerine yalan söylüyorlar. Çünkü kendileri Allah’ın dediği gibi iman etmedikleri halde, iman etmiş zannediyorlar. Onun için de aldanıyorlar.
11. MUSLİHUN: Islah etmek, düzeltmek. Yani düzeltiyoruz, istikrarı sağlıyoruz derler. Bir toprağı işgal ederler. Ya siyasal olarak ya fiili olarak ya kültürel olarak. Sebebini sorduğunuzda istikrarı sağlıyoruz derler.
12. 13. Bu iki manaya gelir. A. Bizde adam gibi inanıyoruz. Müslümanlara karşı böyle derler. B. Şu inanan beyinsizle gibi mi derler.
14. ŞEYATİN: Şeytanlarıyla, kendi öz benlikleriyle, nefisleriyle baş başa kaldıklarında.
15. Allah onların alaylarına karşılık verecek.
16. Burada bu ayetlerle ifade edilen insan tipi adeta kendi kendisini aldatan, başkalarını kandıran. Hem kendisine yabancı hem Allah’a yabancı bir insan tipini anlatıyor. Bilmediğini bilenler, bir gün öğrenirler. Ama bildiğini zannedenler hiçbir zaman öğrenemezler. İnanmadığını bilenleri bir gün inanabilirler. Allah’ın tanımladığı gibi mümin olmadığı halde kendisini inanıyor zannedenler, ebediyen inanamazlar.
17. Bir adam düşünün büyük bir ateş yakmış. Adeta vahyin indiği günler, indiği yıllar, indiği toplum tanımlanıyor. Vahiy inmeden önce, kapkaranlık bir coğrafya, kapkaranlık bir yürek, kapkaranlık bir insan tipi var ortada. Gözü kör değil ama ışık olmadığı için göremiyor. Işık olmazsa kör ile gören arasında hiçbir fark olmaz. Aydınlığın çokluğundan, aydınlığın muhteşemliğinden gözü yine görmez oluyor. Önce ışık vardı göz yoktu, şimdi ışık var lakin görecek göz yok.
18. Bu adamın tanımı yapılıyor bu ayette.
19. İnanmayan insanı, kulaklarını tıkayarak gerçeği görmemeye, gerçekten kaçmaya çalışan biri olarak tarif ediyor.
20. 21. Hitap tüm insanlığa yöneliyor… Allah’ın koruması altına girerseniz güvenlikte olursunuz. Ayette Allah’ın yaratması vurgulanıyor. Yaratmayan Allah olabilir mi?
22. Yani yerleri ve gökleri sizin yaşamanız için ne gerekiyorsa öyle donattı. Allah’a ortak koşmak, Allah’a ait sıfatları, Allah’a ait özellikleri Allah’tan başkasına vermeyin. Allah’tan umduğunuz ve beklediğiniz şeyleri, Allah’tan başkasından beklemeyin.
23. 24. 25. Salih Amel: Bir Kur’an’i kavramdır. Bir eylemin salih olması için: 1. O eylem doğru dürüst bir eylem olmalıdır. Fasık bir amel olmamalıdır. 2. Özünde iyilik taşıması lazım. Yani kötünün zıddı olması lazım. 3. Barışa yönelik olması lazım. 4. Özünde yararlı olması lazım. Bu yarar hem dünyevi hem uhrevi olması lazım… Dünyadaki ameller ahirette rızka dönüşmektedir, nimete dönüşmektedir.
26. 27. EYYUSALE VE YUFSİDU: Allah’ın birleştirilmesini emrettiği parçaları birbirinden koparırlar, ayırırlar. 1. ALLAH-İNSAN: Birbiri arasında bağ olan bir varlık iken, insan Allah ile olan bağını koparırsa; birleştirilmesi gerekeni ayırmış olur. 2. Allah, Peygamber arasında bir irtibat vardır. Bu irtibatı koparıp, dini Peygambersiz bir din haline getirmeye çalışan işte bu ayetin muhatabıdır. 3. Din-dünya arasında bir irtibat vardır. Dini dünyasız, dünyayı dinsiz bıraktığınız zaman Allah’ın birleştirmesini emrettiğini siz ayırmıl olursunuz. 4. Akıl-vahiy arasında bir irtibat vardır. Aklı vahiysiz, vahyi akılsız bıraktığınızda yine Allah’ın birleştirilmesi istediği şeyi ayırmış olursunuz. 5. Eşya ile kutsal arasında bir irtibat vardır. Bunları birleştirmek gerekiyor kamil bir Mümin olmak için.
28. İnsanın yaratılış serüveni anlatılıyor.
29. Bu ayeti kerimeden İslam fıkıh usülcüleri, var olan her bir şeyin insan için olduğu sonucunu çıkarmışlar. Onun içindir ki, İslam fıkhında bir şeyin serbestliğine delil aranmaz. Yasaklığına delil aranır. (Seni tanımam için beni uzağa attın, bütün alemi ben, beni kendin için yarattın)… Yedi gök konusu tefsircilerimizi çok uğraştırmıştır. Bu bir kinaye rakamıdır. Yani birden fazla kat, kat kat olduğu yönünde anlaşılabilir. Bazı müfessirler 7 aşama olarak düşünmüşler. Bazıları ise güneş sisteminde yer alan yıldızlarla açıklamaya kalkışmışlardır. Günümüz müfessirlerinin bazısı atmosferin tabakaları ile biyosfer, storosfer, magnotesfer gibi açıklamışlardır.
30. Varlığa, yeryüzüne, gökyüzüne dikkat çektikten sonra şimdi Kur’an hiçbir kaynakta bulamayacağımız, başka hiçbir referansın bu konuda bilgi veremeyeceği bir olaya, insan neslinin ortaya çıkış serüvenine giriyor. MELEK; güç, kuvvet anlamına gelir. İkiye ayıran alimlerimiz vardır. 1. Dinamik güçler; insana tahsis edilen meleklerdir. 2. Statik güçler; kaderi atatik olan varlıkları ayakta tutan güç (denizler, dağlar gibi) Melek, gayba ilişkin bir varlıktır. HALİFE: Vekil, birinin yerine geçen, birinin yetkileri ile donattığı vekil. İnsan kimin halifesidir. Bu halifelik tıpkı siyasal manadaki halifelik gibi, yeryüzünü imar etmek, korumak, kollamakla memur olmak anlamına gelir. Yani yeryüzü insana emanet edilmiş, insan bu emanete bekçi dikilmiştir.
31. Hz. Adem’e isimlerin öğretilmesinde kasıt; insanoğluna eşyaya isim koyma yeteneğinin verilmiş olmasıdır. Hatta buradan yola çıkarak insana irade verilmesidir.
32. SÜBHANEKE: Tek otorite sensin, bütün noksan sıfatlardan uzaksın. ALİM: bir şeyi yatayına ve dikeyine bilmek. Hem tüm cüzleri ile birlikte, hem de görünen ve görünmeyen tüm boyutları ile birlikte bilene alim denir. Allah’ın Hz. Adem’i niçin yarattığını bilmediklerini de Hakim ismini anarak ima etmiş olur.
33. burada Hz. Adem insanlığı sembolize etmekte, insanlığın bir prototipi, bir ilk tipidir. Ademle ifade edilen tüm insanlıktır. İnsanlığın bir sembolü olarak adem seçilmiştir.
34. Secdeden kasıt, saygılarınızı sunundur. SECDE: Fıkıhta ibadet maksadıyla Allah’ın huzurunda yere kapanmak, namaz içerisinde yer alan dini bir harekettir… Melekler, ayette belirtildiği gibi isimleri bir bir söyleyince Adem, Allah emretmeden saygı sunabilirlerdi. Lakin Allah’ın emrini beklediler. Çünkü adem değil o maharetin sahibi. Allah. Allah Ademe öğretmeseydi, Adem o eşyaya isim koyma kabiliyetine sahip olamazdı. Melekler ona saygı sunarken, aslında Allah’a saygı sundular. Şeytan ise ademe saygı sunmamakla aslında Allah’a isyan etmiş oldu. Çünkü ademin kişiliğinden kaynaklanmıyordu. Sonunda ki KAFİRİN, nankörler diye anlayabiliriz. Çünkü Kur’an’ın hiçbir ayetinde şeytanın Allah’ı inkar etmediği hatta Allah’ın yüceliği üzerine yemin ettiği (febi izzetike) senin şerefin üzerine yemin olsun diye yemin ettiğini. Yine başka bir ayette “Allah’tan korkarım ben” dediğini. Yani şeytan ne Allah’ı inkar etti nede ahireti inkar etti. Şeytan Allah’ın emrini tutmadı, Allah’a karşı geldiği için şeytan oldu. Allah’ın kendisine verdiği nimetle yetinmedi, karşısındakini kıskandı, hasetlendi… Ayette geçen İBLİS kelimesi; umutsuzluk kökünden gelir. Bu ayette umutsuz vaka diye de çevrilebilir. İblis bir umutsuz vakadır. Umutsuzluğun verdiği şaşkınlık demektir.
35. 36. Burada insanlar birbirine düşman olsun manası çıkmaz. Bu düşmanlar elbette insan ve şeytan soyu.
37. Hz. Adem’in Rabbinden aldığı kelimeler bir Hadisi Şerife göre her namazın girişinde okuduğumuz SUBHANEKE dir. Yani biz Sübhanekeyi Ademoğlu olarakher namazın girişinde Rsbbimize bir af, bir tevbe, bir istiğfar, bir özeleştiri olarak sunuyoruz. Sübhaneke duası üç şey içerir. Teşbih, Hamd ve Tevhit. Her namaz kılan Mümin, aslında meleklerin ayrıcalık olarak gösterdikleri, bu özellikleri kendi bünyesinde toplamış demektir. Namaz; meleği geride bırakıp Allah’a kavuşmaktır. Eğer namazı miraca dönüştürebilirse bir Mümin, o zaman meleklerin kendisine saygı sunduğu, meleklerin önünde eğildiğibir varlık derecesine çıkar. TEVBE; kelime anlamı dönmek demektir. Geriye dönmek, vaz geçmek. Şeri manası yapılan bir hatayı bir daha yapmamak üzere kast etmek, karar vermek ve Allah’tan özür dilemektir. Kur’an’da Tevbe ve İstiğfar ayrı ayrı gelirler. İSTİĞFAR; Bir şeyden dolayı Allah’a dil ile özür dilemek. Tevbe ise Allah’tan özrü yaptığınız hatanın cinsi ile ödemektir. Günahı madde ile işlediniz, tevbeyi de madde ile yapacaksınız. Günahı şeytan yolunda para harcayarak mı işledin, tevbeyi de Allah yolunda para harcayarak yapacaksın. Vs.
38. Buradaki Allah’tan gelecek bir rehberlikten kasıt elbette ki Nübüvvet müessesidir. Yani Allah insanı yeryüzüne halife kıldıktan sonra insana akıl verdi, insana vicdan verdi, insana irade gibi yine vahyin bir başka türü gibi nimetler sunduktan sonra bununla da yetinmedi insana birde peygamber ve Kitap gönderiyor. Ve bunlara uymaları durumunda da iki ödülle mükafatlandıracağını söylüyor…1. HAVF; Arap dilinde gelecek için kullanılır. Gelecek için duyulan kronik ve müzmin endişe demektir. Telaşa dönüşmüş, sahibini mahveden gelecek kaygısı demektir. 2. YEHZENUN; Arap dilinde geçmiş için kullanılır. Yani yaptıklarından da mahzun olmayacak, üzülmeyecek. Allah’ın rehberliğine bağlanan, vahyi kılavuz edinen kimse yaptıklarından pişman olur mu? İşte bu iki garantiyi veriyor Rabbim.
39. 40. Başka bir konuya geçiyoruz. Bakara Suresinin başına konacak kadar önemli. İslam ümmetini bekleyen en büyük tehlikenin ne olduğu sorusuna cevap olan bir konu. Hz. Musa, toplumun Yahudileşme sürecinin serüveni 120 ayette anlatılan bu serüvenden çıkarılacak ders. Ey Muhammed Ümmeti; sizde aklınızı başınıza almazsanız Musa’nın ümmeti gibi Yahudileşirsiniz. Onlardan ibret alın. Onların yaptıkları gibi yapmayın. Eğer yaparsanız Allah sizden bu görevi alır başka bir topluma verir… Bu nimet vahiy nimetidir. İnsanlık içinde bir toplumu, ana toplum olarak seçmesidir. Burada Allah’ın İsrail oğullarına verdiği söz; onları dünya insanlığına lider ve örnek kılmak. Ama onlar Allah’a verdikleri sözü tutarsa bu gerçekleşecek. Vahyi insanlara ulaştırma, vahye ihanet etmemek, vahyi hayata hakim kılmak.
41. Sizin yanınızdakini tasdik eden indirdiğim vahye , Kur2an’a inanın. Kur’an size gelen vahyi inkar etmiyor. Tasdik ediyor… yani ayetlerimi dünya karşılığında takas etmeyin. Bunun manası şudur. Pahalı pahalı para alında, ayetlerimi pazarlayın manasına değil. Dünya karşılığında ahireti satmayın. Allah’ın ayetlerini, Allah’ın hakikatlerini insanlara pazarlayıp da para kazanmayın.
42. Hakkı batıla karıştırırsanız, batıl hak olmaz. Ancak hak, hak olmaktan çıkar. Çıkınca da batıl olur. Hakka batılı karıştırmaya şirk denir.
43. Namazı istikamet üzere kılın ve karşılıksız yardımda bulunun. Çünkü bu emir Yahudilere olduğu için zekatla çevrilmeyebilir. Çünkü zekat İslam fıkhının bir kavramıdır. Yahudiler faizle yaşıyorlar, karşılıkla yardım ediyorlar. Bu hastalığına işaret için, faizle milletin kanını emmeyin, karşılıksız yardımda bulunun buyuruyor.
44. Yani siz insanlara bir şeyi tavsiye ediyorsunuz, şunu yapın diyorsunuz; ama kitabı okuduğunuz halde siz onu yapmıyorsunuz. Siz dini bir tezgahtar gibi pazarlıyorsunuz. Siz yapmakla söylemek arasını ayırıyorsunuz.
45. Dua ve direnişle de diyebiliriz. Sabır direnmektir. Günaha, isyana, şeytana, nefse karşı.
46. YEZUNNUN; bir şeyi gözü ile görmediği halde, gözü ile görmüş gibi iman etmeye denir.
47. İsrailoğullarına verilen nimet ne idi. NİMET; İçinde güzellik taşıyan meşru her şey. Yani insanın özünün güzel kabul ettiği, kabul edilen şeyin özünde güzellik olan ve insanın kendisine kavuşunca mesrur olduğu şey demektir. İsrailoğullarına verilen nimet elbette ki Peygamberlik ve Kitap nimeti idi. İlahi mesajı insanlığa taşımak bir nimettir, bir külfet değil. Tabi ki verilen nimet ne kadar büyükse, sorumlulukta o kadar ağır olacaktır. EL ALEMİN ifadesi dünya milletleri olarak anlaşılması daha doğru olur
48. Kur’an’da şefaat kavramının geçtiği birçok ayet olumsuz formda gelir. (MEN ZELLEZİ YEŞFEĞU İNDEHU İLLA Bİ İZNİH) “Onun izni olmadan kimmiş bakalım şu şefaat edecek olan”. Allah’ın izni olmadan kimse şefaat edemez. “Şefaatçilerin şefaati o günde hiçbir fayda sağlamaz.” Ayetler hep bu formda gelir… Buradan şunu anlayabiliriz. Bu ayetler, şefaate inanmayan bir toplumu, şefaate inandırmak için mi geliyor; yoksa şefaate inanan bir toplumun bu yanlış inancını tasdik için mi geliyor. Onlar taptıkları putları Allah ile aralarında bir şefaatçi olarak kabul ediyorlar. Bunlara “niçin putlara tapıyorsunuz” denildiğinde, bunlar bizi Allah’a ulaştıran araçlardır diyorlar (Zümer 3) Şefaati nasıl anlamalıyız. Yüca makam tarafından bir ödül veriliyor. Ödülü hak eden kimseye, ödülünü verme işini birine tevdi ediyorlar. Onu onurlandırmak için. Ben falancaya bir ödül verdim ve bu ödülü takdim işini de sana tevdi ediyorum. Şimdi soralım, ödülü hak eden kimse; ödülü kendisine tevdi edenden, uzatan kimseden mi aldı? Yoksa o ödülü kendisine veren asıl daha yüce bir makamdan mı? Ödülü tevdi edenin değildir karar hakkı. Ödülü tasdik edenindir. Ödülü takdir eden yüce makam Allah’tır. Ama Onun dışında İLLA istisna edatıyla “O”nun izniyle şefaat edebileceği, sevdiği kullarına şefaat hakkı tanıyacağı, meleklerin de “O”nun izniyle şefaat edeceği anlatılıyor…Yahudileşen mantık, Allah’ın onlara verdiği nimetini ve alemlere üstün olmayı, yanlış yorumladılar. Biz Allah’ın sevgili ve seçilmiş bir kavmiyiz dediler.
49. Burada Firavunun ailesinden kasıt, Firavunun yönetim kadrosu. FİRAVUN; Kelime manası büyük ev, saray anlamına geliyor. Daha sonraları Mısır’da hakan, sultan, kral gibi yöneticilere verilen isim oldu. Firavunun adının 2. Ramses olduğu söylenir. Niye Kur’an’da şahıs isimleri verilmez. Sebebi şudur. Her çağın kendi Firavunu olabilir. Sizinde Firavununuz olabilir… Ayet-i Kerime büyük bir imtihandan söz eder. Bir soykırım var ortada. İsrailoğulları, Firavun tarafından soykırıma uğruyor. Bu ayeti günümüze taşırsak “Ey müminler; Firavunlar sizin üzerinize gelebilirler. Öyle acı, öyle işkence çektirirler ki belki soykırıma maruz kalırsınız. Göreviniz neyse onu yapın. Bu ayeti Bakara 45 ile okumak, anlamak gerekir.
50. 51. İsrailoğulları serüvenini kısaca hatırlayalım. Erkek çocuklarını öldürüyorlar, zulüm ediyorlar. Denizi geçiyorlar, mucizeleri görüyorlar. Allah’ın bizatihi yardımına mazhar oluyorlar. Müthiş zulümlerden geçiyorlar. Allah’a tam olarak, sonsuz şükretmeleri gerekiyorken Hz. Musa Tur Dağına gittiğinde hemen bir buzağı peydahlıyorlar. İnek yavrusu. Neden inek yavrusu? Çünkü Mısır’da Firavunun tanrıları arasında Hotor tanrısı diye bir tanrı vardı. Totem inek. Düşmanlarının putuna tapacak kadar ihanet içerisine giriyorlar.
52. 53. FURKAN: Kur’an’da 3 kitap için de kullanılır. Kur’an, Tevrat ve İncil için. Hakkı batıldan ayırmak işine denir. Furkan vasfı lafzın özelliği değil, vahyin yani manasının özelliğidir. Onun için vahye ait bütün kitaplar Furkan’dır.
54. FAKTÜLÜ ENFUSEKÜM: Nefislerinizi öldüründen maksadın, kendilerini öldürmek yani intihar etmek gibi aktarır tefsir kitapları. Burada emrin tamamen insanın nefsini terbiye etmesi, ıslah etmesi olsa gerekir. Hemen cümlenin üzerinde FETUBU İLA BARİUKUM; Yaratıcınıza dönün, Tevbe edin ayetidir. Tevbe eden affedilir. Tevbe eden günahı işlememiş gibidir. Allah kabul etmeyeceği bir tevbeyi emretmez.
55. Niçin açıkça ibaresi var burada. Çünkü onlar Allah’ın rahmeti ile, merhameti ile, yardımı ile muamelesini kaç kez gördüler. Onların önlerinde sular yarıldı, Allah onları Firavundan kurtardı. Onlara çölde nimetler verdi,hiç zahmetsiz elde ettikleri. MENN VE SELVA verdi. Üzerlerine bulut gerdi.
56. Bu diriltme manevi ölümün ardından, manevi bir diriliş. Bu insanlar bu ihanetleri ve küfürleri yapıp Allah’a Tevbe ettikten sonra Allah ölen kalplere, ölmüş gönüllere yeniden bir iman diriliği lütfetti, bahşetti. Mümin bir toplum diri bir toplumdur. Kur’an’ın çağrısı da diriliş çağrısıdır.
57. MENN: Tevrat’ta denilir ki, İsrailoğulları sabah kalktığında çöldeki kumun üzerinde kişniş tohumu gibi, beyaz kırağı gibi kumun yüzeyine sere serpe yayılmış bir yiyecek bulurlardı. Bunu toplarlar, öğütürler, harika bir ekmeyi olurdu bunun. İsrailoğulları onunla beslenirdi. Yani İsrailoğulları Allah’ın kendilerine ekmeden, biçmeden, zahmet etmeden verdiği nimetlerle rızıklanıyordu. SELVA; Bıldırcın kuşunun eti olarak nitelendirir müfessirler. Kelime olarak insanı teselli eden her şey.
58. HITTA; İbranicede yukarıdan bir şeyin indirilmesi manasına gelir ki, bize mağfiret indir, bizi bu yaptığımız tüm kötülüklerden dolayı affet manası taşır. İslam terminolojisinde Esteğfirullah ifadesi ile aynı anlamı taşır.
59. 60. 61. Eğer siz sarımsağı, soğanı hürriyete değişecekseniz, köleliğe razı olup yeter ki soğanlı, sarımsaklı olsun diyeceksiniz. Haydi dönün Mısır’a. İstedikleriniz orada var zaten. ALLAH’IN GAZABI: özellikle bu gibi ibarelerin Kur’an’da yanlış anlaşılıp lanetli kavim mantığına dönüştüğünü görüyoruz. İsrailoğulları lanetli kavimdir mantığı. Bu mantık yanlıştır. Lanetli kavim yoktur, lanetli mantık vardır. Onların yaptığı lanetleniyor, kavim değil. Burada lanetlenen tavırdır. Ümmet-i Musa bunları yaptı lanetlendi. Ümmet-i Muhammed’in içinde bunları yapan olursa yani hürriyetini soğan, sarımsağa değişen, Yüce olanı satıp da, aşağılıkla alçak olanı alan, dünyalık karşısında imanını, dinini satan olursa işte oda böyle lanetlenir.
62. VELLEZİNE HADU: Yadudileşenler diye çevrilebilir diye çevrilebilir. SABİİN: Kur’an’da üç yerde anılırlar. Döndü manasına gelir. Bunlar Yahudilikten ayrılan bir mezhebin mensuplarıdır. Bugün dünya üzerinde 20 bin sabiin olduğu tahmin ediliyor. Bunlar Irak’ta ve İran’da yaşıyorlar. Bunlar Peygamber olarak Hz. Yahya’yı görürler.--- Onlar gelecekten endişe etmeyecekler. Geçmişte yaptıklarından da üzüntü duymayacaktır.---Bu ayet tüm insanlara yöneliktir. İnsanları karşısına alan Kur’an burada üç şart koşuyor. İnsan Müslümanım demekle Müslüman olmaz. Allah’ın tarif ettiği gibi Müslümansan, Müslümansın. 1. Kim Allah’a iman ederse, Allah’a iman bir pakettir tabiri caizse. Bu içine peygamberleri de alır. Allah’ın gönderdiği tüm Peygamberlere iman. Allah’ın gönderdiği tüm kitaplara imanda bunun içerisindedir. 2. Ahirete iman eden, yani aşkın hakikatlere. 3. Salih olma özelliği taşıyan, eylem yapan herkes ebedi mutluluğun kaynağından içecektir.
63. Bu ayette Allah İsrailoğullarından artık vahyine uyacağına dair bir ahit alıyor. Daha öncede ahitler almıştı. Ama ahdini yeniliyor. Ey Ümmet-i Muhammed, Tevrat’ta bu ahdi İsrailoğullarından aldık, Kur’an’da da sizden aldık. Bakın ahde uymayanların akıbeti ne olmuşsa sizin akıbetinizde o olacak.
64. 65. Niçin böyle buyuruyor Rabbimiz. Çünkü onlar maymunlaşmışlardır. Fiziki olduğunu söyleyen müfessirler de var. H.Ş “Allah hiçbir kavme lanet etmedi, domuzlar ve maymunlar daha önceden de vardı.” Onların ahlakı maymunlaşmıştı. Düşmanlarını taklit ediyorlardı. Onların tanrısına tapıyorlardı. Ey Ümmet-i Muhammed, sizde düşmanlarınızı taklit ederseniz, sizde tahkik ehli olmayıp taklit ehli olursanız onlar gibi olursunuz. Tahkik ehli olmak lazım ve iyiyi tahkik etmek gerekir.
67. Bu sureye ismini veren kıssa budur. Bakara suresine bu kıssadan dolayı Bakara denilmiştir. BAKARA; inek anlamına gelir. Buradaki inek sembolü aslında kıyamete kadar vahyi insanlığa taşımakla yükümlü olan ümmetleri büyük bir tehdide ve tehlikeye işaret etmektedir.--- ayetin arka planını hatırlayacak olursak; İsrailoğullarında bir cinayet gerçekleşti. Faili meçhul bir cinayet. Tevrat’ta geçen bir hüküm “eğer bir yerde cinayet işlenir katil bulunmazsa o yerleşim bölgesindeki insanlar toplanırlar, bir inek kurban ederler ve kurban edilen ineğin üzerinde ellerini yıkarlar ve yemin ederler. Bu işlemi yapan, o kimsenin o cinayetle bir alakasının olmadığına delalet eder. Eğer bu işlemi bir kişi yapmaktan kaçınırsa onun katil olduğu ortaya çıkar. Değilse toplumsal sorumluluktan kurtulunmuş olurdu. Bu Tevrat’ın bir hükmü idi.
68. 69. Ayetin sonunda “bakanlara ferahlık veren” cümlesinde bir incelik olduğunu anladılar. Firavunun zulmümden kurtulup da selamete çıktıklarında, Allah’a şükredecekleri yerde Samiri isimli sanatkarın inek tanrısına benzer bir put yapmasına dikkat çekiyor. Onlara kesmeleri emredilen inek, yüreklerinde taht kuran o inekti.
70. Allah’ın emrini yerine getirecekleri yerde yine savsaklamaya, gündem değiştirmeye devam ediyorlar. Burada üç kez emir olduğu halde, üç kez dönüp dönüp işi savsaklamaya getirdiler.
71. Bu tanımlanan inek tamda onların taptıkları inek. Allah’a gösterilecek saygıyı herhangi bir varlığa gösterilmesini Allah kendisine hakaret ve şirk olarak adlandırıyor. Bu kıssanın bize verdiği dersi iyi anlamak lazım. Çünkü Kur’an hiçbir tarihsel olayı hikaye olsun, masal olsun, tarihi bir bilgi olsun diye aktarmaz. Bu kıssa Bakara suresini bir insan biçiminde canlandırır. Onun yüzüdür. Burada verilen şudur. Gereksiz ayrıntılara dalarak asıl hedefi unutmak. Bütün müfessirlerin birleştiği “eğer ilk emirde herhangi bir ineği kesselerdi, emri yerine getirmiş olacaklardı.” Dini zorlaştırmak işte buna denir. Başka bir ders; gündem değiştirmek, rengini, içeriğini, mahiyetini sorarak gündem değiştiriyorlar.
72. 73. 74. KASET KULUBUHUM: Kalp katılığı, insanın kendisine yabancılaşmasıdır. İnsan kendine karşı yabancılaşırsa, Allah’a karşı yabancılaşır. İnsana karşı yabancılaşır. Hakikate karşı yabancılaşır.---Öyle taşlar var ki bağrından ırmaklar çağlar. Taş olmayan yerden su çıkmaz.
75. Medineli Müslümanlar, Yahudiler ebedi mesajın sesine kulak verirler diye düşünüyorlar. Hatta böyle bir beklenti içindeler. Yani onlar Musevi olmamışlar nasıl Muhammedi olurlar. KELAMULLAH: Allah’ın kelamı demektir. Tüm nebilere gönderilen ilahi mesajların hepsi Allah’ın kelamıdır. Yani ebedi mesajın taşıdığı mana, ebedi değişmez değerlerin anlamı ile ilgili bir ibaredir. YUHARRİFUNEHU: Tahrif, çarptırma. Bir şeyin bütününden az yada çok parçayı atmak, eksiltmek. İki sebepten çarpıtıyorlardı. 1. Liderlerine yaranmak için. 2. Maddi çıkar elde etmek için. Müslümanlara mesajı ise, eğer Allah’ın kelamındaki temel hakikatleri çarptırırsanız Yahudileşirsiniz.
76. Bu delil ve koz nedir. Hiç kuşkusuz bu kitaplarında Resulullahın peygamberliğine delalet eden yerlerdir.
77. 78. ÜMMİ: Bir anlamı cahil, gafil. İkinci anlamı, anadan doğduğu gibi tertemiz. Peygamberimizin Kur’an’da kullanılan ikinci manadır. Kültürlerin herhangi bir istilasına maruz kalmamış kalbi ve kafası çevresel kültürlerden etkilenmemiş, pırıl pırıl anlamında kullanılır.
79. Burada ince bir nokta var. Onlar ilahi mesajı az bir değere pazarlıyorlardı. Pazarladıkları ilahi mesaj değil, Tevrat değil, elleriyle yazdıklarını pazarlıyorlardı. Burada kınana; bu Allah’tandır diye iftira ediyorlardı.
80. 81. EHATAT BİHİ HATIETÜHÜ: Günahın kişiyi çepeçevre kuşatması. Ne demektir. Günahtan etrafına hatta yüreğine günahtan nasıl duvar örülür. Her günah duvarın bir taşıdır. Bu duvarı örer, sonunda öyle yükseltir ki bu duvarı artık vicdan örtülmüş olur. Hadis-i Şerif “Kişinin işlediği bir günah kalbinde bir siyah nokta olarak belirir. Eğer Tevbe edrse bu nokta silinir. Yok etmezse her günah siyah bir nokta gibi kalbi karartır ve sonunda kalp kararır.”
82. 83. Burada insanlığın değişmez değerleri var. Her vahiy bu değerleri getirmiştir. Zekat, insan toplum ilişkisini sembolize eder ve düzenler. Namaz ise insan Allah arasındakini. Yukarıdakilerle bunu beraber okumak gerek.
84. 85. Tarihte Hz. Süleyman’dan sonra ikiye ayrıldılar. Yahudiye ve İsrailiye diye. O zaman birbirini öldürmüşlerdi. Medine’de Evs ve Hazreç kabilelerinin yanında yer alıp, yine birbirlerine kılıç çekiyorlardı. HİZYUN: Rezillik, zillet.---Dün sizin hükmettiğiniz insanlar bugün sizi adam yerine koymuyorsa işte zillet budur. Yahudileşmenin sonucu budur.
86. Ahireti dünyaya feda etmek: dünya sizin binitiniz olduğu halde sizin dünyanın sırtına binmeniz gerektiği halde, dünyayı sırtınıza bindirirsiniz. Dünya sizin sırtınıza biner.
87. EL-KİTAP: Başı ve sonu belli olan, bir bütünlük arz eden, kendi içerisinde belli bir mesajı olan metin demektir. (Kur’an’da 230 kere geçer) Kur’an’da kullanıldığı anlam Allah2ın kelamıdır. Onun için gönderilen mesajın bir parçasına hatta bir ayetine dahi kitap ismi verilebilir. ---Kur’an’da Hz. İsa 16 yerde Meryem oğlu İsa olarak gelir. İsa İbranicede Allah’ın lütfu, ihsanı manasına gelir. Niçin Meryem oğlu İsa olarak gelir. 1. Bununla onun yaratılışındaki özelliğe dikkat çekilir. 2. Yahudiler babasız olan Hz. İsa’yı töhmet altına almışlar, O nebinin kutlu annesine de zina çamuru atmışlardı. 3. Hristiyanların İsa Peygamberi yüceltip ilahlaştırmalarına da bir reddiyedir. Hayır o tanrının oğlu değil, Meryem oğludur. Annesi bellidir. İnsanoğludur. 4. Erkek merkezli çağın kültürüne, baba erkil kültüre ciddi bir manifesto, ciddi bir reddiyedir. RUH-UL KUDÜS: Mukaddes ruh demektir. Kur’an’da iki yerde kullanılır. İkisinde de Hz. İsa için kullanılır. (Maide 110) RUH: Hayat, hareket ve bilincin temelindeki güçtür. Kur’an’da vahyi tanımlarken, vahyi indiren güç, vahyin indirildiği yer ve vahyin bizzat kendisi, ruh olarak ifade edilir. Bazı müfessirler “Ruh-ul Emin” ve “Ruh-ul Kudüs” ifadesini Cebrail (AS) a izafe ederler. Mecazen: Allah’ın kelamı, ilahi vahiy, insanın ölü yüreğini dirilten mukaddes bir nefestir. Can veren bir soluktur. Hz. İsa için Mukaddes Ruh ne olabilir. 1. Çok özellikler verilmişti ona. 2. Yaratılışında ki çok özellikler. 3. Sadece Hz. İsa’ya verilen çok özel bir ilham olabilir.
88. KULUBÜL GULF: Kalplerimiz kılıflıdır. Bilgi ambarı ile doludur. Bu iki manada alınmış. 1. Bizim kalbimiz bilgi doludur. Senin vereceğin bilgiye ihtiyacımız yok. Yahudiler kendilerini Araplardan daha bilgili görüyorlar. 2. Kibirlendiklerinden bu ibareyi kullanıyorlar. Vahye karşı müstağni davranıyorlar. Bizim ihtiyacımız yok senin getirdiklerine diyordu Yahudiler.
89. İsrailoğulları bir peygamber bekliyorlardı. Kendi ırklarından olmayan bir peygamber geldi. Oysa gelen peygamber, onların peygamberini de kitaplarını da tanıyordu. Kendi peygamberlerine de zaten küstahlık yapmışlardı. MUSADDİKUN: Tasdik eden demek. Kur’an İslam’ın sürekliliğine vurgu yapar. Çünkü İslam: Ümmet-i Muhammed’in dini değil. İslam ilk insandan, son insana kadar, insanlığın değişmez değerlerinin genel adıdır. Kur’an’ın doğruladığı o anda Yahudilerin elinde olan Tevrat ve Hristiyanların İncil’i değil. Çünkü elde ne tek Tevrat vardı ne de tek İncil.--- Ey Yahudileşen İsrailoğulları, size gelen mesajın kaynağı aslında Kur’an’ında kaynağıdır. Allah’ın laneti kafirlerin yani hakikatin üzerini örtenlerin üzerine olsun. Yahudileşen İsrailoğulları daha önce bildikleri ve ilan ettikleri hakikatın üzerini örttüler. ALLAH’IN LANETİ: Rahmetinden geçici olarak uzak tutmasıdır. Kul lanet ederse bu beddua olur. Lanet Allah’tan olursa rahmetini kesmesi demektir. Yahudiler lanetli kavimdir ibaresi de yanlıştır. Bu anlayış tıpkı Yahudilerin kutsal kavim idiialarının tam karşısında yer alan bir iddia gibi olur. Çünkü ne kutsal kavim vardır ne de lanetli kavim. Müslümanlar nedense böyle bir argüman geliştirdiler. Burada lanetlenenler o suçu işleyenlerdir.
90. KİŞİNİN KENDİSİNİ SATMASI: çok ağır bir ifade. Ancak yahudileşmeyi böyle ağır bir ifade ile anlatabiliyoruz. Kişilik satmaktan kasıt, kendi kendisini inkardır. Bu nasıl anlaşılır. Öncelikle toplum maymunlaşıyor mu ona bakılır. Maymunlaşma kendine yabancılaşmayı, oda taş kalpli olmak demektir. – Kat kat azap olur üsttekileri alt alta koyarsak.
91. 92. ZALİMUN: Kendi kendinize zulmettiniz olarak anlamak lazım. İnsan kendi kendine nasıl zulmeder. 1. Hakikate yüz çevirmek, karanlıkta kalmaktır. Bu bizatihi zulümdür.2. hakikate yüz çeviren Allah’ın gazabına ve belasına uğrar.
93. İman insana güzel şey emreder. Güzelliği yaptırmayan iman, iman değildir. Siz nasıl inanıyorsunuz ki, bu imanınız size hep kötülük yaptırıyor. Buzağı sevgisi gönlünüze taht kuruyor. Dünyevileşiyorsunuz. Vs. bu durumda şu ima edilmiş oluyor. Yüreğinizde iktidar olan iman değil şeytandır. Onun için yürek beden ülkesinin başkentidir. Eğer şeytan orada iktidarsa, o zaman ayak, göz, kulak, dil, dudak hep o iktidara çalışacaktır.
94. 95. BİMA KADDEMET EYDİHİM: Elleriyle daha önceden yaptıklarından dolayı ifadesi adeta bu toplumun sabıkasına işaret eder. Nedir o. O suçu işlemiş, günahı işlemiş ama Tevbe etmemiş, özür dilememiş. Yahudiler kendi kitaplarında da ahiret hayatı yoktur. Ahireti hayatlarından çıkarmışlardır. Çok ender bahsedilir ahiretten. Onlarda kendileri için bahseder.
96. Suçlu mahkeme ister mi? Ölümü, hayatta ölüme hazırlanarak, hayatı yaşamış olanlar ve ahiretten beklentisi olanlar ister.—Buradaki Bin kesretten kinayedir. Yani ebediyen Nicelik ve nicelik olarak kapsamlı ve derinliğine, zamanla ve mekanla mukayyet olmaksızın bir şeyi özünden görmek, izlemek, seyretmek demektir.
97. 98. Yahudiler, Cebrail’e düşmanlık ilan etmişlerdi. (Sebeb-i Nuzülde; Yahudiler Peygamberimize gelerek bir dizi soru sorarlar ve cevaplaması halinde iman edeceklerini söylerler. Her sorulanın cevabını alırlar. Sonunda “Sana bu bilgileri kim getirdi” derler. Efendimiz Cebrail deyince “İşte şimdi olmadı, Mikail getirseydi iman edecektik” derler.”)
99. Burada hitap Peygamberimize dönüyor.
100. 101.Allah’ın ilahi mesajını arkalarına atan bunlar. Peki neye döndüler yüzlerini? İşte şimdi o açıklanıyor.
102. Şeytanların okuyup üflediklerine de yüzünüzü döneceksiniz. ŞEYATİN: Bundan kasıt insan şeytanları, şeytanlaşan insanlar. (Onlar Süleyman’ı bir peygamber olarak değil bir büyücü olarak görüyorlardı.) SİHİR: Bu ayete kuş bakışı bakılınca, hakikatin Allah’ın kelamının karşısında yerleştirilen yalan olarak konuyor. Allah’ın kelamına sırt dönenler, sihre yüzlerini dönüyor. Sihir iki şeye dayanır. 1. Ya sırf yalana, yalanda vehme dayanır. 2. İstismara dayanır. Eşyanın içinde bulunan bir takım şeyleri fiziği, kimyayı, insanın psikolojisini, ruhunu yada ruhsal bir takım varlıkları kullanmak, istismar ederek insan üzerine baskı kurmak ve insanın psikolojisini etkilemeye dayanır. FİTNE: İnsanın hakikisini, yalanından. İman edenini, etmeyeninden ayırmak için Allah’ın denemesine denir. Altını posasından ayırmak için kullanılan bu kelimeyi kullanıyor.
103. Rabbimiz yine bu kadar çok isyan etmelerine, bu kadar kendisine sırt dönmelerine, bu kadar asi ve günahkar olmalarına rağmen onlardan ümit kesmiyor. Onlara rahmetini sunmak için “keşke bu gerçeğin farkına varabilselerdi” diyor.
104. RAİNA: Bize baki bizi gör, bizi dinle manasına gelir. Medine’de eskiden beri argo söz olarak kullanılır. Medine Yahudileri adetleri üzerine bazı kelimeleri eğerek, bükerek söyleyip manasını bozuyorlardı. ÜNZURNA: Bakar mısın? Lütfen bakar mısın? Bizi kolla, bizi gözet manasına geliyor. Neden böyle söylenmesi isteniyor. 1. Sizde Yahudileşmeyin. Kelimelerle oynamayın. 2. Peygambere karşı saygılı davranmak. –Ayetin sonunda da Peygamberimize karşı laubali olursanız, dalga geçerseniz, Onun getirdikleri ile de dalga geçmeye başlarsınız. İşte o zaman helak olursunuz.
105. İlk bölümde, Yahudi ve Hristiyanların, müşriklerden size daha yakın olmasını istersiniz ama bu sizin sandığınız gibi değil. –HAYR VE RAHMET kavramı işlenmekte. Vahiy nedir: hayır ve rahmettir. Eğer Allah, insanlığa şefkat ve merhamet etmeseydi vahiy göndermezdi. Akıl ve hikmeti verdim, doğru yolu bulun diyebilirdi, ama lütfuyla vahyi gönderdi.
106. Biz yerine bir benzerini ya da daha hayırlısını getirmedikçe bir ayeti ortadan kaldırmayız. NESH: Yok etmek, gidermek, nakletmek, bir yazıyı bir yerden başka bir yere geçirmek manasına gelir. Şerri Manası; şerri bir hükmü, bir başka şerri delille ortadan kaldırmak. Ortadan kalkan şerri delile Nasih, ortadan kaldırılan şerri delile Mensuh, bu işleme de Nesh adı verilir. Bazı alimlere göre Nesh; Kur’an’dan bazı ayetlerin tamamen unutturulması. Daha sonra gelen bu alana Kur’an’ın bir çok ayetini dahil etmişlerdir. Bu ayetler Yahudilerden bahsetmektedir. Buradaki nesh ise şeriatlar arasındaki nesh’dir. Ey kendisine kitap indirilenler, Allah bu Kur’an ile size gönderilenleri, vahyin yani Kur’an’ın içerisinde topladı. Ve sizin elinizde olanları da geçersiz kılmıştır.
107. Buradaki Mülk: hakimiyet, melik, malik aynı kökten gelen kelimelerdir. Otoriter demektir. Malik olan Allah, mülkünde otorite sahibidir.
108. Hitap Ümmet-i Muhammed’e dönüyor. (Yahudiler Hz. Musa’dan neler istemişlerdi. Allah’ı gözleriyle görmek, soğan-sarımsak, tapacakları buzağı vs) Hakikati yalanla değiştirmek, iman ile küfrü değiştirmek. Burada nesh’e bir gönderme var. Ey yoldan çıkanlar siz tam tersine nesh yapıyorsunuz.
109. Niçin bunu isterler. Bana yar olmayan vahiy, sana da yar olmasın. Biz olmadık, sizde olmayın. –Kendileri Hakta sebat etmediği için, sizin de hakta sebat etmenizi istemezler. Çünkü o zaman siz onları geçmiş olursunuz. –Hasetçinin hasedi, haset ettiği kimseye duadır, kendisine bedduadır. Haset eden aynı zamanda Allah’a hakaret etmiş demektir. Nasıl? Ya Rabbi, Sen lütfu kime vereceğini bilmiyorsun der aslında.
110. ZEKAT: Arınmak için vermemiz gereken karşılıksız yardımı yapın. Namaz ve zekat Kur’an’ın bir çok yerinde olduğu gibi yan yana anılır. Namaz; Allah’la olan münasebetini, Zekat; insanın toplumla olan münasebetini temsil eder. Allah ile olan irtibatını güçlendirmek için namaz ibadetine sarıl. Toplumla olan münasebetini güçlendirmek için zekat ibadetine sarıl.
111. Bu iddianın içine sadece Yahudi ve Hristiyanlar girmez. Bir zümrenin içinde olduğundan dolayı, sırf o zümrenin içinde bulunduğundan dolayı cennetlik kabul ediyor. Ve o zümreden olmadığından dolayı herkesi süpürüp cehenneme dolduruyorsa bu mantık o mantığın aynısı.
112. HAVF: Gelecekten korku, kaygı ve endişe duyma. HÜZÜN: geçmişten üzülmek, tedirgin olmak. Allah sonunda üzüleceğin her şeyi yasaklıyor.
113. Kur’an’da kitap kelimesi daima Allah’ın gönderdiği vahiy anlamına gelir. (Tevrat ve İncil’de diyebilirdi)—İleri gelenler, kitap okuyanlar, okumuş yazmış sınıf birbirlerini suçlayınca, ardından gelen cahillerde onların yolundan giderek birbirlerini suçladılar. Bu ayette Yahudilerin ve Hristiyanların birbirlerine olan husumetlerini, gelin Kur’an size yol gösteriyor. Bu kavgayı Kur’an’a uyarak bitirin diyor.
114. Bu ayetin sebeb-i nüzulü: müfessirler Kudüs’ü gösterirler. Hristiyanların eline geçen Kudüs’ü mezbelelik haline getirmişlerdi. Hz. Ömer Kudüs’ü fefhedince orayı temizletti ve Hz. Ömer camiini inşa ettirdi. Müslümanlar fethettikleri yerlerde ve kurmuş oldukları kentlerde kilise ve havrada yaptırmışlar. Olanlarında aynı şekilde hizmet etmelerini sağlamışlardır. – Kim Allah’a ibadet için yapılmış bir mabedi, onun dışında kullanırsa Allah ona beddua ediyor.
115. Bu ayetin söylemek istediği gerçek. Yeryüzü Müninlere mescit kılınmıştır. Yönler izafidir. Kutsal yön yoktur diyor ayet.
116.Bu ayetle üstteki ayeti birleştirirsek: Allah’a yön izafe etmekle, Allah’a oğul izafe etmenin temelde mantığı aynıdır. Yani Allah’ı eşyalaştırmayın. O aşkın bir varlıktır.
117. BEDİİ: Öncesiz, örneksiz, hammaddesiz yaratmaya denir. HALK: Hammaddeden yaratmaktır.
118. Niçin bunu istiyorlar? Çünkü iman etmek için istemiyorlar. Bahane olsun diye istiyorlar. TEŞEBBEHET KULUBUHUM: Daha önce inkar eden müşriklerle, Medine’de inkar eden Yahudiler ve Hristiyanlar arasında duygu bütünlüğü vardı. Duygu ve düşünceleri birbirine benzedi.
119. 120. MİLLET: Bu ayette inanç sistemi anlamına gelir. MİLLETE İBRAHİM: İbrahim’in inandığı inanç sistemi demektir. Bugün bizim kullandığımız millet kavramı Kur’an’a göre yanlıştır. Bir inanca inanan kitlenin bütünüdür. Onun için küfür milleti denilir. İslam milleti denilir.
121. HAKKA TİLAVETİH: Hakkını vererek okumak. Ezbere okumak, sadece tecvitli okumak değil bunların yanında manasını bilerek ve uygulayarak okumaktır.
122. 123. Ey İsrailoğulları siz inanmıyorsunuz. İnanmayışınıza da Hz. İbrahim’i gerekçe gösteriyorsunuz. Lakin İbrahim’in getirdiği mesajı getiren Hz. Muhammed’e uymuyorsunuz. Onun devamı olan, onu kendisine rehber edinen Muhammed’i reddediyorsunuz. Böyle olunca da sizi Allah’ın gazabından hiç kimse kurtaramaz. Ona karşı size yardım edecekte yoktur. Şefaat edecekte yoktur.
124. İBTİLA: Müptela kelimesi bir şeyin değerini ölçmek, bir şeyin özünde olanı dışarıya çıkarmak, bir şeyin sırrını keşfetmek, pahasını öğrenmek için onu sınamak, denemek, imtihan etmek demektir. Sınandığı kelimelerin ne olduğu tartışılmış kimisi; saç kısaltmak, temizlik yapmak, misvak kullanmak demiş. Kimisi; ateşle imtihanı, İsmail ile imtihanı, Kabe’yi yapmak ile imtihanı, hicretle sınanması olarak gösterir. Sınavın ödülünü de verdi Rabbimiz. Alemlere önder, imam, öncü yapmakla. İMAM: Ümm kökünden gelir. Anne kökünden yani. İmam, anne gibi toplumun oluşmasına, terbiyesine, gelişip büyümesine sebep olur. İmam, ümmete örnektir. Ümmette insanlığa örnektir.
125. MAKAM-I İBRAHİM: Hz. İbrahim’in ayak izlerinin bulunduğu yer zannedilir. Sahabe ve tabiin tarafından Kabe’nin tamamıdır. Yani Harem-i Şerif. Hac ibadetinin yapıldığı tüm mekandır. TAVAF: Kabe’nin etrafını 7 kere dönmektir. Bu aşk hareketidir. Bu dönüş evrensel koroya katılmaktır. 7 rakamı sonsuzluğu ifade eder. Kinayedir.
126. Hz. İbrahim’in duası o gün, bugündür tezahürünü gösteriyor. Mekke en güvenilir yerdir yeryüzünde. Oranın bir çekirgesi, bir koyuna bedeldir. Kuşunu öldüremezsiniz, otunu yolamazsınız. Yine tarıma ve hayvancılığa müsait olmamasına rağmen gıda sıkıntısı hiç çekilmez. Hatta olmayan kol, kesik bir bacak buranın fabrikası gibi çalışır.
127. 128. İBRAHİM: Merhametli baba demektir. –İbadet için Allah’a yalvarmak. Eğer Allah bize namaz ibadetini vermeseydi, biz nasıl bulacaktık bunu. İbadetler en büyük nimetlerdir. İbadetler için ayrıca teşekkür etmeliyiz. Duaların tacı Allah’tan af dilemektir.
129. AZİZ: Yaptığı işi mükemmel yapan, yaptığı işe galip gelen, eline aldığı işi en mükemmel şekilde yapan demektir. HAKİM: Yerli yerince yapan, yaptığı işi yerine oturtan. Bu duanın meyvesi Hz. Muhammed Mustafa’dır. Efendimiz, Ben atam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi, Annemin haber verdiği Nebiyim. Bu ayette Peygamberlerin görevlerini de görüyoruz. 1. Gönderildikleri topluma Allah’ın ayetlerini hiç bozmadan ulaştırmak. 2. Kitabı ve hikmeti öğretmek, öğretmenin gayesi hayata dönüştürmek. Kitap; hakikatin teorik kaynağı, Hikmet; hayatın teorik kaynağını pratik hayata aktaracak bir muhakeme yeteneğidir. 3. Arındırmak ve temizlemek. Ataların bıraktığı tortudan, şirkten, pisliklerini kötü ahlaktan arındırmak.
130. 131. İslam isminin kaynağı teslimiyettir. Teslim olmayan İslam olamaz.
133. 134. 135. Yahudileşmeye ve Hristiyanlaştırmaya çağırıyorlar. Musa ve Tevrat İslam kitabıydı. İsa ve İncil’de İslam’ın kitabıydı. Onlar bu kitapları tahrif etmişler, uydurdukları hurafelere çağırıyorlar. Sizde onları Muhammed’e değil, ataları olduğunu söyledikleri İbrahim’e çağırın. Yani kendinize geliniz deyin diye buyuruyoe. Asıl İsa’ya dönün. Asıl Musa’ya dönün. Efsaneleştirdiklerinize değil. HANİF: Yanlıştan doğruya, batıldan Hakka dönene denir.
136. Yahudilere ve diğerlerine şöyle deyin. Biz sizi, bize çağırmıyoruz. Biz sizi hakikate çağırıyoruz. Sapıklıktan vaz geçini hepimiz Allah’a teslim olalım.
137. 138. ALLAHIN BOYASI: Fıtrat boyası, doğal boya, yaprağın, gülün, göğün, zambağın boyası gibi. Allah’ın dışındaki boyalar, sentetik boya, doğal değil batılın boyası. Peygamberler insanları boyamak için gelmezler. İnsanlara batılın ve beşerin çaldığı boyaları fırçalamak için, temizlemek için gelirler.
139. Varlığını yalnızca Allah’a ada. Eğer Ona adarsan, sana sürmek istedikleri sentetik boyalar tutmayacaktır.
140. Bu ayet Yahudi ve Hristiyanların ileri sürdükleri görüşleri reddediyor. Yahudilik Hz. Musa’dan çok sonra ortaya çıktı. Hristiyanlıkta Havarilerin ölümünden sonra ortaya çıktı. Sayılan Peygamberler de İslam’ın Peygamberi. Getirdikleri ve söyledikleri Haktı.
141. Bu ayeti bir üstteki ayet ile manalandıracak olursak, onlar Allah’ın belgelerini gizlediler. Yanlış ve günah işlediler. Siz kendinize gelirseniz atalarınızın yaptıklarından sorumlu olmazsınız deniyor. Burada işlenmesi gereken bir konu daha vardır. Türkçede kullandığımız “piç” kelimesi çok yanlış. Hiç kimse ana-babasının suçunu yüklenmez.
142. İslam’da kıble değişimi bir devrim niteliğini alıyordu. Bunun arkasında siyasal, ekonomik ve dini sebepler vardı. Yeni bir ümmete yeni bir merkez, yeni bir kıble lazımdı. Kıble değişimi aynı zamanda şunu ima ediyordu. Yeryüzünün mirasçısı artık yeni ümmet olacaktı. Kıble değişimi konusunda en çok gocunan ve alına kesim Yahudilerdi. Onlara verilen emanet geri alınıyordu. Verin emaneti geriye deniyordu. Ümmet yakında değişecek olan kıbleye hazırlanıyordu. Kudüs’e dönülerek kılınan namaz Müslüman Arapları terbiye etmek içindi. Onlar taşa, kayaya, binaya mı iman ettiler yoksa Allah’a mı? Bu sınavı veremeyenler çıktı ve tescilli münafıklar listesine girdi. 1. Müşrikler, kendi atası İbrahim’in kıblesine dönmüyorlar da, Yahudilerin kıblesine dönüyor dediler. 2. Münafıklar, daha kıble neresi olduğunu bilmiyorlar. Bu mu bizi irşad edecek dediler. 3. Yahudilerde hem bizim inancımızı beğenmiyor, hem de kıblemize dönüyor dediler. –Yönler kutsal değildir. Yönlere kutsallık veren Allah’tır. Mübarek olduğu için bir yere dönmüyoruz. Allah emrettiği için dönüyoruz.
143. VESETAN: Ortada, ortada yürüyen, daha geniş bir mana verecek olursak dengeli. Neden dengeli; Hristiyanlar gibi dini vicdanileştirmeyen, Yahudiler gibi dini törenselleştirmeyen. Yahudiler gibi Peygamber taşlamayan, Hristiyanlar gibi Peygamber ilahlaştırmayan. Yahudiler gibi Allah’ı insanlaştırmayan, Hristiyanlar gibi insanı ilahlaştırmayan. Dengeli bir ümmet. Duygu dengesi, düşünce dengesi, eylem dengesi. İslam adalet ve itidal dinidir. İbrahim’in milletine talip ve tabi olan bir ümmettir. Ümmet-i Muhammed. Eğer Peygamberi model ve şahit alırsanız, insanlarda sizi model ve şahit alırlar. Modelimiz Rasulullahın sünneti seniyyesine uyarak insanlığa şahit, model bir toplum olmalıyız.
144. ŞETERA: O tarafa doğru, o yana. Bazı fakihler, bu kelime olmasaydı eğer, namaz kılanlar kıbleye döndüklerinde Kabe’yi tutturması şart olurdu diyorlar. Bu kelime için o yöne dönmek yeterlidir diyorlar. Kabe’yi kören için kıble Kabe’nin kendisidir. Kabe’yi göremeyip te harem bölgesinde yaşayan için kıble Mescid-i Haramdır. O bölgenin dışında olanlar için kıble Mekke’dir. Diğer kıtalarda yaşayanlar için kıble Arap Yarımadasıdır. O coğrafyadır. Kıble aslında tevhit unsurudur. Bit ümmeti ümmet yapan değerlerden biri de kıbledir. Kıblesi olmayan bir ümmet olur mu? “Ehli Kıble” ifadesi İslam’ı temsil eden en büyük unsur olmuştur. –irinci emir Resulullaha, ikinci emir ümmete. Bu da emrin çok keskin olduğunu gösteriyor. –bu emrin Allah’tan geldiklerini söylüyor ayet. Suçüstü yakalanıyorlar. Demek bilmek yetmiyor, iman etmek gerek.
145. İlk Hristiyanlar doğuya doğru ibadet ederlerdi. Yahudiler Kudüs’e. Petgamber Efendimize Kudüs’e doğru ibadet edeceğine dair Kur’an’da bir emir yok. Bu olsa olsa fiili bir emirdir.
146. Ünlü bir haham iken İslam’a giren Hz. Abdullah bin Selam’a Hz. Ömer sorar. Onun daha önceden geleceğini biliyor muydunuz diye sorar. Oda Vallahi onu öz evladımızı tanıdığımız gibi tanıyorduk dedi. Sözün devamında da “ne bileyim belki annesi bana ihanet etmiştir. Ben Onu oğlumdan daha iyi tanıyordum der.
147. Hak, hakikat denir sorusuna iki cevap verebiliriz. Birisi ilahi kökenli tektir. Hakikatin kaynağı Allah’tır. Hakikat Allah’tandır. Mümin hakikati Allah’ın kapısında arar. Onlar ne der? O hiç önemli değil. kimisi hakikatin kaynağını akıl, kimisi madde, kimisi görünmez öz’ler, kimisi hakikatin hiç olmadığını söylerler. Akıl; hakikatin kaynağına insanı bağlayan bağdır.
148. Daha geniş manada. Her toplumun bir gidişatı vardır. Siz hayırda yarışın.
149. emir bir daha tekrarlanıyor.
150. Emir üçüncü kez geliyor. 144. Ayette gelen emir. Resulullahın arzusunu gerekçe gösteriyor. 149. Ayette her ümmetin bir kıblesi var. Yeni bir ümmet olan Ümmet-i Muhammed’in kıblesi Kabe’dir. Ümmet-i Muhammed, evrensel bir ümmettir. Böyle bir ümmete de evrensel bir kıble gerekir. Bu ayette ise insanların bahanesi kalmasın diye. FELA TEHŞEVHUM VE EHŞEVNİ: onlardan korkmayın Benden korkun diyor Rabbimiz. Onlar kim; kıbleyi beğenmeyenler, bu konuda seni eleştirenler. Düşmandan korkmak, yenilgiyi peşin kabul etmek demektir. Düşmanına doğru endeksli hareket edenler, hiçbir şeyi doğru yapamazlar. Düşmanım ne der diye yola çıkan bir insan, dostları nasıl memnun edebilir ki? Allah’tan korkan insan iki şeye kavuşur. 1. Özgürlüğe. 2. Güvenliğe. Çünkü bilirki, korktuğu Allah onu güvenliğe kavuşturacaktır. Allah’la korkutmayın diyenler, Allah’ı sevmez aslında.
151. Bu ayet Hz. İbrahim’in 129. Ayetteki duasına bir cevaptır.
152. Beni anın demeden önce İbrahim’in duasına nasıl karşılık verildiğini hatırlatıyor. İbrahim beni andı, bende onu böyle andım demektir.
153. 154. Bu ayet Bedir öncesi nazil olmuştur. Bedir gibi ölüm-kalım savaşı arefesinde Rabbimiz şehadetten söz ediyor. Ölüm ve hayatın yeniden değerlendirilmesini istiyor. Müminlerin hayata ve ölüme bakış açılarını ilahi bir perspektife ayarlıyor. Ölü denmesini bile reddediyor. Bunu bir sui edep sayıyor. Ölümden ötesini Allah’ın bize bildirdiği kadar bilebiliriz. Hayatın mertebeleri var. Bunu dünyada bile görmek mümkün. Canlıların, bitkilerin, hayvanların, insanların hayatı, cinlerin hayatı, cinlerin, meleklerin hayatını da biliyoruz. Birde hayatın sahibi Allah’ın hayatı. Birde mertebesini bilemediğimiz hayatlar var. Onlarda şehitlerin hayatı. Şehit, Ya Rabbi beni bir daha dirilt, bir daha şehit olayım diyecek. Şehidi şehit yapan sizin tanımınız değildir. Allah’ın tanımıdır. Allah yolunda, yalnızca Allah yolunda ölen şehittir. Önceki ayetleri bir düşünün. Zikir, şükür, sabır, selat ve cihat. Bunları alt alta dizdiğinizde bir süreçten söz ediliyor. Bir olgunlaşma sürecinden. Şehit olmak için yüreği hazırlama süreci. ŞEHİT: İmanını, imanına canına şahit kılan demektir. Allah’a imanını canıyla ispat etmektir. Yine şehit insanlığa örnek ve model olan kimsedir. Şehit en büyük aşık, şehadet en büyük aşktır. İnsanla İslam’ı buluşturmak için, insanla İslam’ın arasındaki engeli kaldıran insandır şehit.
155. Sınanma karşısında direnmek, sabrın ta kendisidir. MİNEL HAVF: Korkuyla sınanmak. 150. Ayette, onlardan değil, Benden korkun diyordu Rabbimiz. Korkunun kendisi zaten muhteşem bir sınavdır. Düşünün aç olan kimseyi doyurabilirsiniz. Ama açlıktan korkan kimseyi hiç kimse doyuramaz. Ölümü son bitiş olarak görenler, ölümden korkar. Tarih boyunca tüm zalimler korkuyu sermaye etmişlerdir. Eğer onların korkuttuklarından korkarsanız, sizde onların sermayesi olursunuz.
156. Bu ayet İslam’ın kodlarından biridir. İNNA LİLLAH….cümlesine İSTİRCA denir. Tevhidin anahtarıdır. Bu anahtarla yüreğini açan, bu anahtarı hayatının düsturu edinen bir kimseyi, kim korkutabilir ki. Her ölüm duyduğumuzda biz bunu söyleriz. Ölüme bakışımız bu kodun içinde gizli.
157. ALEYHİM SALAVATÜN: Allah’ın hem sınırsız desteğine delalet eder. Salat sözcüğü Arapçada hem kuldan Allah’a, hem Allah’tan kula kullanılan bir sözcüktür. Kulun Allah’a salatı; acziyetini itiraf, dua, niyaz ve namazdır. Allah’ın kula salatı; onun duasını kabul etmek ve ona rahmet etmektir.
158. Safa ve Merve bir semboldür diyor Kur’an. Ne sembolü, Allah’ın sembolü. Bu durumda Hac ibadeti komple bir semboller bütünü olmuş oluyor. Sembolün hareketleri mektubun zarfına benzer. Zarfın içinde mektup yoksa, ne işe yarar. SAY: Hz. Hacer’i sembolize eder. Hz. İbrahim’in cariyesi, Hz. İsmail’in annesi Hz. Hacer şu soruyu sorar. “Bizi kime bıraktın.” Hz. İbrahim “Allaha bırakıyorum” der. Hz. Hacer ise sadece şöyle der “Allah’a mı bırakıyorsun? O halde o bize yeter. O ne güzel vekildir.
159. Hakikatin apaçık delillerini ve hidayetin belgesini gizleyenler. Başta Yahudiler sonra Hristiyanlar. Bildiği hakikati herhangi bir gerekçe ile saklayan herkes bu ayetin muhatabıdır. LANET: Uzaklaştırma, dışlama. Şöylede manalandırabiliriz, onlar Allah’ın dışladığı kimselerdir ve Allah’ın sevdiklerinin de dışladığı kimselerdir.
160. Sadece tevbeleri kabul etmekle kalmam aynı zamanda fazlasını da veririm. Çünkü vasfım merhamettir.
161. 162. Bu azabın en büyük boyutu Allah’ın dışlamasıdır. –Göz açtırılmayacak yani Rahmete bile bakamayacak. Kurtulmuşlara bile bakamayacak. Pişmanlığın, bitmişliğin, Allah’ın tard ve lanet etmiş olmasının acısı, pişmanlığı yüreğine öyle oturacak ki, gözünü bile kaldıramayacak.
163. İlahın karşılığı Türkçede tanrı olabilir. Ancak Allah’ın karşılığı kesinlikle tanrı olamaz. Çünkü Allah müfrettir, cemisi yoktur. HÜVE: O, ya uzaklığa delalet eder ya da aşkınlığa. Burada aşkınlığa delalet ediyor. Kelime-i Tevhit bir paroladır. Özgürlük ve güvenlik parolası. Bu parolayı söyleyen Allah’ın hükümranlığındaki ülkeye girmiş olur. Rahman ve Rahim olmak kendisine sığınana sonsuz bir merhametle muamele etmek demektir.
164. Burada sayılan kevni ayetlerden sadece birkaçı. Rabbimizin bu ayetle maksadı, insanın gözünü kâinata çevirmek. Ey insan, kaldır kafanı, aç gözünü ve bak etrafına. Eğer Allah’ı arıyorsan bak. Onun delillerini göreceksin. Kainat ayetlerini göreceksin. Onları okuyamazsan Kur’an’ı nasıl anlayacaksın.—Akleden bir toplum için ibretler vardır. Akletmeyene hiçbir şey fayada etmez. Bir ömür ağacı görür de akletmez. Nimetin farkına varamayan Allah’a nasıl şükreder. Akıl, bağ demektir. Eşyayı Allah’a bağladığı için akıl denmiştir.
165. YUHİBUNEHÜM KE HUBİLLAH: Allah’ı sever gibi sevmek. Birini Allah gibi sevmek O’na şirk koşmak anlamına gelir. Sevgi israfı, sevgiyi çar-çur etmek. Aslında bu sevgi değil, tutkuya dönüşür. HUB: Kelimesi ile ifade ediliyor sevgi. Tohum demktir, çekirdrk, öz, nüve. Burada bir şeyi birbirine karıştırmamak lazım. Allah gibi sevmekle, Allah için sevmek. Yoksa insanları sevmenizde bir beis yok. Çocuğunuzu, annenizi, babanızı sevebilirsiniz. Allah için sevin, çünkü Allah ölümsüzdür. Hayatınızı Allah’a verirseniz size fazlasıyla iade edecektir. Eğer insana verirseniz harcayacaktır. Sizi harcayacaktır.
166. İlahlaştıranlarla, ilahlaştırılanlar gerçek azabı görünce ilişkileri kökten kesiliverecek.
167. Araf 38 ile irtibatlandırılmalı bu ayet.
168. Hitap insanlığa döndü. Kur’an’ın muhatabı insandır çünkü. Mülkün maliki sesleniyor. Sahibi olduğu şey üzerinde tasarruf yapıyor. Onun için buyur Ya Rabbi diyoruz. Temiz olanlardan yenmemiz emrediliyor. Yani benim yaratmış olmamı temizliğine bir belge olarak algılamayın. Ben temiz olmayan taraflarını da yarattım, sizi imtihan için.
169. Üst ayette helal ve temiz olanı emretmişti. Bu ayette ise SUİ ve FAHŞA’yı yasaklıyor.—Allah hakkında suizan etmek, bilmeden konuşmak. Bilmeden konuşmanın her türlüsü kötüdür. Bilmeden konuştuğumuz zat Allah ise çok daha kötüdür. Sebeb-i Nuzülünde: Kimileri putlar bizi Allah’a yaklaştıran aracılardır der, kimisi “biz seçilmiş bie milletiz, bize azap dokunmaz der. Kimisi şu bize şefaat edecek kurtulacağız gibi sapık düşüncülere kapılıyorlar.
170. Burada hakikatin ölçüsü veriliyor. Hakikatin değeri kıdeminden kaynaklanmaz. Hakikatin değeri bizatihi kendisinden kaynaklanır. Onun için hakikat eski imiş, yeni imiş farketmez. Atalarınızdan geliyor olması, bir şeyin doğru olduğunun delili olamaz. Aslolan o gelen hakikati süzebilmeniz, ayıklayabilmeniz.
171. Bir çoban düşünün bağırıyor. Sürü sınıra tecavüz ediyor, ekine giriyor. Çoban haykırıyor, sürüyü engellemeye çalışıyor. Sürü bir uçurumdan aşağı düşecek gidiyor. Çobanın haykırışını “gürültü-patırtı” olarak algılıyor. Burada çoban; davetçiler. Allah’a çağıranlar. Sürü ise, daveti anlamayanlar. Davet ise, haykırış ve Allah’ın mesajıdır.
172. iman bir iddiadır. İddia ise ispat ister. Ey iman iddiasında bulunanlar. 168. Ayette “ey insanlar” diye geliyordu. Orada şükredin emri yoktu. Çünkü iman etmeyen şükretmez. İmsn en büyük şükürdür.
173. 174. 175. Bu ayetin sonunda ince bir ironi var. Meğer onlar ateşe ne kadar dayanıklı imiş demekle.
176. 177. Bu ayet tek başına iyiliğin tanımını yapmak için kafidir. Ayet erdemden bahsediyor. Bu ayet erdem nedir, Fazilet nedir sorusunu tanımlıyor. ERDEM: Yaptığımız şeylerin biçimi ve şekli değil, ruhudur. İnsanlığın değişmez değerleri ve doğruları olarak tarif edebiliriz. Erdem, zamanın ve mekânın değişmesiyle değişmeyen doğrulardır. İnsanlara iyilik yapmak, fedakârlık, karşılıksız yardımda bulunmak, sevmek, zulme karşı gelmek, adaleti tesis etmek bir erdemdir. Gül gibidir, bülbül gibidir erdem. Ayetteki erdem çok daha farklı bir bağlamda geliyor. Bu ayet kıble değişimi sırasında nazil oldu. Gerçekten bir eylemin değerini belirleyen ölçünün ne olduğunu, insanın davranışının hangi ölçüyle değerlendireceğinin kıstasını veriyor. Bu ayet yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değil asıl erdem, niçin yaptığınızdır. Allah emretti, bende döndüm. İbadetlerimiz Allah’a yollanmış bir mektuba benzer. Bu bir zarf ve bir mesajdan müteşekkildir. Allah’a içi boş bir zarf gönderdiğinizi düşünün. Bu bir mesaj olmadığı gibi, Allah’a karşı saygısızlık ve edepsizlik olacaktır. Niçin bu ayette erdemle inanç birleştirildi, hatta imanın temeli addedildi. Erdemin temeli imandır. İmanlı olmayan erdemli olamaz mı? Bunu diyemeyiz. Lakin imanı olmayanın erdemi gerçek ve kalıcı olamaz.—Sadece bu yetmedi, imanın arkasından infak geliyor. Allah’ı seve seve de diyebiliriz. Malı sevdiği halde de diyebiliriz. İnfak, insan-toplum ilişkisine girer. Allah kendi hukukunu, insan hukukundan öne aldı. Şimdi kendi hukukuna getirdi sözü. İslam hukukunda da böyledir, mesela; ölen bir insanın önce varsa kula olan borcu ödenir. Çünkü Allah Rahman ve Rahimdir. Kul o kadar anlayışlı olmayabilir. EKAMESSELAH: Namaz kılmak, ayağa kaldırmak, hakkıyla ifa etmektir. Ve zekât, daha sonra sözünde duranlardır. Verdiği sözü yerine getirmeyenler, namaz kılsa dahi erdemlerinde bir noksanlık var demektir. — Hakikat üzerine direnemeyenler, sabretmeyenler, Hakkın hakikatini yiyenlerdir.
178. KISAS: Adil karşılık, kısaltmak, gidermek, temizlemek, izini ortadan kaldırmak, kötü etkisini yok etmek manalarına gelir. Cinayet, insanın yaşama hakkını ortadan kaldırarak, tecavüz etmektir. Yaşama hakkı, Allah’ın insana verdiği en doğal haktır. Bu ayetten anlayacağımız şu: sadece suçluyu cezalandırmanız size farz kılındı. İslam ceza hukuku 3 temele dayanır. 1. Caydırıcılık: ceza denkliği bunu gösterir. Onun için de infazlar toplum içinde yapılır. 2. Mağduru Teskin: onun için mağdura af yetkisi tanımıştır. Eğer mağduru teskin etmezseniz, mağduru da suça itmiş olursunuz. Buna kan davaları en güzel örnek. 3. Suçluyu Arındırmak: onun için İslam’da hadler kefarettir. İşlediği suçtan temizlenirler.
179. Niçin kısasta hayat vardır. 1. Cinayetin önüne geçtiği için. 2. Hem suçu hem suçluyu azaltır ve caydırır. 3. Katilin ebedi hayatı kurtulmuş olacak, temizlenmiş olacak.
180. Bu ayet vasiyet ayeti. Vasiyet, aynı zamanda ölümle kol kola olmak demektir. Vasiyetini yazacak kadar ölümle barışık olanı ölüm korkutabilir mi?
181. 182. 183. TETTEKUN: sorumluluk şuuru, oruç ruhun beslenmesidir çünkü. Bedenin aç bırakılması değildir. Orucun amacı, şuurlandırmak, bilinç kazandırmak. Üç amacı vardır orucun. 1. Kur’an’ın doğum gününü kutlama. 2. Nefis terbiyesidir. İç arınmadır. İçe doğru bir yolculuktur. 3. Açları ve yoksulları, insana açlığı tattırarak öğretmenin en güzel yoludur. Bu üç şuuru kazandırırsanız, Allah’a karşı, topluma karşı ve insana karşı sorumluluğunuzu kazanmış olursunuz.
184. 185. Ramazanın kudsiyetinin nereden geldiğini açıklıyor bu ayet.
186. Dua kulun küçüklüğünü bilmesidir. Acziyetinin ifadesidir.
187. Onlar sizin örtüleriniz, siz onların örtülerisiniz. Böyle bir ifade ancak Kur’an’da olabilir. LİBAS: Elbiseler. Çirkinlikleri örter, insanları güzelleştirir. –İtikaf yüreğe yapılan bir yolculuktur. İtikaf, Hira’nın yeniden yaşanmasıdır. İtikaf, mescidi medreseye, okula, kışlaya ve yürek eğitim merkezine çevirmektir.
188. konu değişti. Hiç mi bağlantısı yok. Elbette var. Oruç, insanın kendi malını yemesi ile ilgili bir hakikatti. Şimdi başkalarının malını yemekle ilgili bir düzenlemeye geçiyor Kur’an. –BATIL: Bedelsiz şey, bedel ödemeden elde ettiğimiz her kazanç batıldır. Haksız ve rızasız iki temel düstur ile izah edilir. Kitabına uydurup da kanuni halde aldığımız her şey helal değildir. RÜŞVET: Gayri meşru, helal olmayan, hakkınız olmayan bir şeyi almak. Bir işi yaptırmak için birine bir bedel ödemeye denir.
189. 190. Biriyle savaş halinde olmanız, sizin ona her şeyi yapmanızı meşru kılmaz. Kur’an bir ilahi kitaba yaraşır biçimde savaşın hükmünü getiriyor. Öldürürken dahi güzel öldürmeyi teklif ediyor. Sizinle savaşanlarla savaşın diyor.
191. Fitne, inanca yönelik baskı ve zulümdür. İnsanın Allah tarafından imtihana sokulması, fitneye düşürülmesi yani. Bu manada onlarla savaşmanın gerekçesi, fitnenin; inanca yönelik baskının ve zulmün katletmekten, cinayetten beter olduğu ifade ediliyor. Şöyle de anlayabiliriz: Bir müminin baskı ve zulüm altında, zor altında küfre girmesi, öldürülmesinden daha beterdir. İkinci bir anlayış. Bir mümine böyle baskı ve zulüm uygulamak, onu öldürmekten daha büyük kötülük yapmaktır. Üçüncü olarak: Mücerret olarak inanç ve düşünceye baskı yapmak, insanın temel doğuştan gelen özgürlüklerinden biri ve birincisi olan belki de, iman etme, inanma hürriyetine karşı yönelik her türlü tecavüz ve tehdit, bizatihi insanı öldürmekten daha beterdir diyor Kur’an. –Burada saldıranlara, meşru müdafaa öngörülüyor. Ayetin üst kısmını burası tefsir ediyor.
192. 193. Yeryüzündeki her insanı Müslüman etmek, edinceye kadar savaşmak değil bu. Burada söylenen şey, insanla İslam arasındaki engeli kaldırmak. Cihadın da amacı budur. İnancınıza yönelik baskı ve zulme son verirlerse, zalimlerin dışındakilere düşmanlık yapmayın. Burada bir istisna var. Zulmedenler cezalarını alacaklar.
194. Haram aylar, Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayıdır. Onu da Mudar Kabilesi haram kılmıştır. Diğer üç ay Hz. İbrahim’den gelen bir uygulamadır.
195. Bu ayet “Ey müminler; mala, işe, güce, dünyaya kendinizi verip de helak etmeyin kendinizi”. Allah yolunda harcamamak kendini helak etmektir. –Mekki sureler genelde ceza ile korkutur. Çünkü Kur’an’ın terbiye ettiği nesil, Mekke’de çocukluk seviyesindedir. Medine’de artık büyüdü. Öyle büyüdü ki, ilişki sever sevmeze geldi. Yakar-yakmazdan, sever-sevmeze. Sever-sevmez ilişkisi, ilişkinin zirvesidir. Allah sevmezse bundan büyük belamı olur? Diyorlardı. Allah severse bundan büyük ödül mü olur?
196. HACC: İslam’ın öngördüğü, Müslümanlar üzerine farz kıldığı ibadetlerden biridir. Hac ibadeti belli zamanlarda, belli mekanlarda, ona bir yol bulana gitmesi Allah’ın insanlar üzerinde ki hakkıdır. Hac, Allah’la sözleşme yenilemektir. Bir ümmet kongresidir. Hac, insanın Adem olarak, insanlık destanını kendi şahsında yeniden yaşamasıdır. Hac, insanın kaybettiği, yitirdiği cennetini yeniden bulmasıdır. Hac, insanın 0 Km’de olmasıdır. Hac, İbrahim’in, İsmail’in, Hacer’in, Muhammed’in rollerini oynamaktır.
197. RAFES: Dil ile yapılan tüm çirkinliklere denir. FÜSÜK: Hal ve beden ile yapılan, eylem olarak yapılan tüm çirkinliklere denir. CİDAL: Haklı olduğunuz bir konuda başkaları ile tartışmaya, atışmaya ve çatışmaya denir. Bu üçünü yan yana koyduğunuzda aslında Allah’ın haram kıldıklarının değil, haram kılmadıklarının yasaklandığını görüyoruz. Rafes; karşısındakini incitebilecek söz, aslında cinsellikle ilgili tüm konuşmalara verilen isimdir. Hacda, insandan haramdan başka daha ekstradan bir şeyler isteniyor. Hacda insandan daha rafine olması isteniyor. –Bu ayetin sebeb-i nuzülü arasında “Yemenlilerin Hac yolculuğunda yanlarına hiçbir şey almamaları ve başkalarına yük olmalarıdır. Ama bu azıktan sadece yiyecek anlayamayız. Asıl ahiret azığını hazırlamamız gerekir. Hac, insanın yüreğine ahiret azığı hazırladığı bir yolculuktur. Hac, mahşere yürüyüşün bir provasıdır. Ve denilmektedir ki- Ey insan, azıkların en hayırlısı, Allah’a karşı sorumluluk bilincidir. –Allah’ın kulu olmaktan korkmayın. Eşyanın, insanın kulu olmaktan korkun. Kula kul olanlar, kuldan korkanlardır. Allah’tan korkanlarsa, kula kul olmazlar.
198. Ticaret haram değil ama Kabe’yi 7 kere tavaf edip, çarşıyı 70 kere dönmekte doğru değil. –Arafat’tan marifet diyarından, kişinin kendisini bildiği ve bulduğu, bulduğu ve olduğu, hamken olduğu, kişinin kendisi ile barıştığı, Rabbiyle barıştığı arafat’tan, marifet diyarından çağlayın. Meş’aril haramın yanında Allah’ı anın, hatırlayın. Arafat2tan kendini bulmuş ve bilmiş halde Meş’ara akıyor. Şuura erecek. Meş’ar şuur yeri demektir. Şuura erilen yer demektir. Şuur bilinç demek. Bilinçsiz Hac olmaz. Nerden durduğunuzun, niçin durduğunuzun bilincinde olacaksınız. MEŞ’AR-İL HARAM: Arafat’la Mina arasında, Kuzah dağının eteklerinde yer alan bir bölge. Orada Arafat’tan sonra 2. Vakfe yapılır. –Allah size hidayet verecek, sizi andı. Sizde Ona kulluk yaparak, Onu anın. Allah size peygamber göndererek sizi andı. Sizde Hac edip, peygamberin davetine uyarak Onu anın. Allah size Kur’an’ı göndererek sizi zikretti, sizde Kur’an’ı okuyup ona uyarak, Onu zikredin. Allah’ı anış aynı zamanda bir teşekkürdür.
199. kendilerine Hums diyen Mekkeliler, Arafat’a çıkmaz, Hill dedikleri Mekkeli olmayanlar Arafat’a çıkardı. Bu ayet bunu toptan reddediyor. Siz bir damlasınız, göle düşün göl olun. Çöle düşerseniz, buharlaşır çöl olursunuz.
200. MENASİK: Nesük ve mensek kelimelerinden türetilmiş çoğul bir kelimedir. İbadet manasına gelir. Burada özellikle Hac ibadetlerine isim olmuştur. –Atalarını anmağı nasıl anlamalıyız. İnsanın yaptıkları adettense atalarını anar, ibadetse Allah’ı anar. Atalardan adeti, Allah’tan ibadeti alır. Ataları anarak ibadet olmaz. —Bize vereceğini dünyada ver diyen birileri var. Bunu isteyen Müslüman değil. İlginçtir ama Allah’tan istiyor. Bunu isteyenin cahiliye müşriklerinden olması muhtemel. Rabbinden istiyor, ama yanlış yapıyor. Çelişkiye düşüyor. Hem Allah’tan istiyor hem ahireti unutuyor. Oysaki Allah’a iman, ahirete imanın olmazsa olmazı. Allah’a inanıp ahirete inanmayan biri, Allah’a da inanmamış demktir.
201. Ayette geçen Hasene: Özü güzel olan her şeydir. Hissi, kavli, fikri, duygusal, düşünsel olarak elde edince sevineceği ve hoşuna gideceği her şeye Hasene denir. –Rabbimiz bize duayı öğretiyor. Duanın en güzeli Kur’an’dadır. Onun için Allah’a nasıl yakaralım diye sormayın. Kur’an’da size öğretildiği gibi yakarın.
202. 203. Sayılı günlerden kasıt Hac günleri olduğu malum. Teşrik günleri de diyenler var. Hac farizasının yerine getirileceği beş gündür kasıt. –Bundan kasıt şeytan taşlamadır. Şeytan taşlamayı 2 günde bitirebilir bir insan, daha fazlaya 3. Güne de sarkıtabilir. Aslında 4 gün sürmeli. İlk gün 7 taş atar. 7 rakamı Arap dilinde kinayedir. Şeytanla savaşım sonsuza kadar sürecek Allah’ım demektir. 2 ve 3. Gün üç şeytana 7 şer taş atar. 4. Günde yine 3 şeytana 7şer taş atar. Toplam 70 eder. 70’te kinayedir Arap dilinde, sonsuzluğu ifade eder.
204. Allah’ı da şahit tutarak bülbül gibi şakıyanların 3 zaafı var. 1. Konuşmasına bakarsan, adamı hayran eder. 2. Kalbiyle dili arasında hiçbir benzerlik olmaz. 3. Kendisiyle tartıştığında harika bir tartışma kabiliyeti vardır.
205. Fesad: Islahın zıddıdır. Bir şeyin doğasını bozmak, bir şeyi yerinden etmek, bir şeyin tabiatına müdahale etmek. Ürünü ve nesli bozmaktan bahsediyor. İşte bu tam bir anarşidir. İman, kafadaki ve kalpteki anarşiyi yok eden en büyük iksirdir.
206. 207. Yukarıda olumsuz bir protip çiziyor. Burada da olumlu bir tip çiziyor.
208. SİLM: bir kelimeyle tercüme edilmez. 3 manaya birden gelir. 1. Teslimiyet. 2. Barış. 3. Saadet, selamet ve kurtuluş manasına gelir. Hep beraber Allah’ın barış, saadet, selamet ve huzuruna erişin. Allah’a hep beraber kayıtsız şartsız teslim olun manası vardır burada.
209. Siz elbette düşseniz de Allah azizdir buyuruyor. Siz zillete düşünde Allah’ın bşr şeyimi eksilir zannediyorsunuz. Allah azizdir, izzeti kendisindendir. Size bağlı değil ki. Ama sizin şerefiniz Allah’a bağlıdır. Allah’ı bırakırsanız şerefsiz olursunuz. İzzeti kaybedersiniz. Kendine isyan edeceğini bildiği halde insanı niçin yarattı derseniz; O hakimdir, hikmetsiz iş yapmaz. Hikmet nedir derseniz, iyi olmasaydı kötünün, kafir olmasaydı müminin, küfür olmasaydı imanın kıymeti nasıl bilinirdi?
210. 211. Bu ayette, bu ümmetle İsrailoğulları arasında doğrudan irtibat kuruluyor. Onlara sor diyor. Çünkü onların başında neler geçtiğini sor da anlasınlar.ve sor onlara ki, onların akıbetlerine uğramasınlar.
212. ZÜYYİNE: Süslü göründü, görünme meselesi, olma meselesi değil. bakış meselesi. Neye, nasıl baktığınızla, baktığınızı belirliyorsunuz aslında. Bu şey ne kadar güzel diyen, aslında ona güzellik verendir. Onu güzel görendir. Güzelliği gözünüzde arayın. Baktığınızdan önce, bakışınızda arayın. Ama önce görmeniz lazım. Ahireti görmeyen, dünyayı nasıl değerlendirir. Göremediğimize göre bir şart kalıyor, görür gibi inanmak. İhsan budur işte. –Bir insan, dünyayı güzel görmeye başladı mı, hakiki müminlerle alay etmeye başlar. Çünkü anlamazlar, anlayamazlar.
213. İnsanlık destanının bir ayette özetini veriyor. İnsanlık tarihinin sabahı, öğlesi, ikindisini bu ayette bulursunuz.
214. Bu ayet aslında üzerinde konuşulacak değil, susulacak, susulup düşünülecek bir ayet. Vahyin kendilerine gönderildiği toplumların, vahye karşı sorumluluğuna dikkat çekmekte ve onları uyarmakta. Ey vahye muhatap olan toplumlar. Siz sizden öncekilerin ödediği bedelleri görmezlikten gelemezsiniz. Öncekiler ne ile kurtuluşa ulaşmışlarsa, sonrakilerde aynı yöntemle kurtuluşa ulaşacaklar…Onlar iyi biliyorlardı “Bittim Ya Yabbi” demeden, “Yettim kulum” denilmeyeceğini. Onlar güçlerinin bittiği yerde Allah’ın yardımının başlayacağını biliyorlardı. Bittim dediğinizde eğer gerçekten bittiyseniz, eğer gerçekten Allah’ı destekliyorsanız, hemen yanı başınızda “Dayan yettim kulum” diyen Allah’ı bulacaksınız. İşte bu ayet bunun müjdesini veriyor, vermesine de bunun için Allah yolunda bedel ödemeniz gerektiğini de söylüyor. Eğer bedel ödememişseniz, eğer Allah yolunda olmanın sıkıntısını çekmemişseniz o zaman bittim demeğe hakkınız olmadığını da söylüyor ayet…Bu bir müjde. Bu müjdeyi alabilmemiz için bedel ödememiz gerekiyor. Ben berberim, ben terziyim demenin bir bedeli var. Peki ben Müslümanım demenin bir bedeli olmasın mı? Sadece Müslümanım demekle kurtulacak mısınız? Buna mı inanıyorsunuz? İman ispat ister dostlar. Eğer imanınızı ispat etmişseniz, Allah’ı imanınıza şahit tutabilirsiniz. İmanınıza hayatı şahit tutmuşsanız, ölümü şahit tutmuşsanız, eşyayı şahit tutmuşsanız o zaman imanınız şahitli bir imandır. Böyle bir iman sahibine ahirette mutluluğu bulduracak bir imandır. İman yapabileceğiniz en büyük iddiadır. En büyük iddialar, büyük ispatlar ister. Büyük bedeller ister. Bedelini ödemediğiniz iman, sizin için ispatlanmamış bir iddiadan öteye gidemeyecektir.
215. Ödenen bedeller neler olabileceği sorusuna bir cevap mesabesinde bir ayet. İnfak ilk bedel ödeme alanıdır. Allah yolunda harcamak bedel ödemenin bir türüdür. İNFAK; karşılıksız harcama, Allah için bir değeri bir başkasına karşılıksız vermek. Anne-babaya iyilik, ikram infak olarak geçiyor Kur’an’da. İnsan, anne-babasına her iyilik yapışında, hem anne babasına olan vazifesini yapmış, hem de Allah yolunda infak etmiş ecri alıyor. Ardından hemen akraba geliyor, yakınlar. Bunlar aynı zamanda sizin bakmakla yükümlü olduğunuz yakınlarınız. Üçümcüsü YETAMA yetimler. Yetimler Kur’an’da çok sık gelir. Niçin bu kadar duruyor derseniz çok basit. Yetimin velisi Allah’tır da ondan. Yetim İslam’ın oğludur. Yetimi İslam büyütür. Bakınız tarihin kaderini değiştiren yetimlerdi. Hz. Muhammed bir yetimdi. Onu İslam terbiye etti. Kimseye dayamadı, dayandığı yıkıldı. Dedesine dayandı yıkıldı, amcasına dayandı yıkıldı. Hatice’sine dayandı yıkıldı. Ondan sonra da hiçbir beşere dayanmadı. O yetimdi. Yetimlerin efendisiydi. İslam’ın yüzünü ak eden yetimler gördü bu ümmet. Bunlardan biri Musa Bin Nusayr’dı. Afrika’nın büyük fatihi. Anadolu’ya İslam’ın kapılarını açan bir efsane var. Asıl adı Seyyid el Battal olan. Battal Gazi. O da bir yetimdi. Yine bugün Erzurum’da mezarı olan Abdurrahman bin Buht, Abdurrahman Gazi. VEL MESAKİN: Yoksullar. Yoksullar İslam’ın doğal müttefikidirler. Bunu her çağda, her zaman böyle bilmek gerekir. VEBİSSEBİL: Yolcular. Aslında bu ibarenin içine yolda kalmışlar, yola terkedilmiş, annesi-babası tarafından cami önüne, hastane bahçesine bırakılmış çocuklar da girer. Yine köprü altı çocuklarını da bu ifadeye dahil edebiliriz.
216. yetimden bahsedilen ayetin ardından savaş ayeti ilginç değil mi? Genelde babasını savaşta kaybetmiş çocuklardan bahseder Kur’an. Evet savaş sevilmeyebilir ama hayatın bir gerçeği bu. Bunu inkar ederek yaşayamazsınız. Din sizi hayata çağırır. Hayatın gerçeklerine. Din hayata dönüşmesi mümkün olan bir hayat tarzıdır. Bu nedenle savaş bir vakıadır. Vakıadır ama hiçte hoş bir vakıa değildir. Allah her şeyin illetini, akıbetini, nedenini ve sonucunu bilir.
217. haram aylarında savaş yapmamak bir gelenektir Araplarda, örftür. Bu örfün İbrahim (AS) dayandığı söyleniyor ki, doğrudur. Onun için hac mevsimi barış aylarında yüzyıllarca devam etmiştir. Bu olayın tarihi bir seyri var. Sebebi nüzulü. Abdullah bin Cahş’ı bir seriyyeye gönderir Peygamberimiz…Mekkelilere saldırır ve üç kişiyi de öldürerek geri dönerler. Müşrikler bak haram aylarında saldırdılar diye yaygara yaparlar. FİTNE: İnanca yönelik zulüm ve baskı adam öldürmekten daha beterdir…Hakka düşman olan ehli batıl tüm çağlarda tüm dönemlerde sizin inancınıza düşmandır. Ellerinden gelse sizi inancınızdan çevirinceye kadar sizinle savaşırlar.
218. CİHAD: Allah yolunda elinden gelen her şeyi yapmak. Daha özelde İslam’la insan arasındaki engeli kaldırmaktır. Hicret her türlü kötülükten uzaklaşmaya denir. Çünkü İslam insanın mutluluğudur. İnsan İslam’a, İslam insana kavuşursa toprakla su buluşmuş olur. Yerle gök ilişmiş olur. Hakikat tanışmış olur. Onun için İslam insana muhtaçtır, insan İslam’a. Birbirini buldukları zaman huzuru bulmuş olurlar.
219. İlgisiz gibi ama alakası var. Bilirsiniz ki savaş cesaret işi. İçkiyi daima sahte cesaret için içerlerdi. Özellikle o dönem savaşa gitmeden içerler sonra savaşa giderlerdi. Sahte bir cesaret verirdi çünkü. Sanal bir dünyaya mahkum ederdi kendisini. Uğruna ölünecek bir değer olmayınca önce aklını ütüleyecek, aklını örtecek ki ondan sonra savaşa girsin. Birde kumardan bahsediyor ayet. Yukarıda infaktan söz etmişti. İnsan kumarla kaybeder infakla verir. İnfakla vermek kazanmaktır. Kumarla vermek iki kere kaybetmektir. HAMR: Aklı örten her şey, sarhoşluk veren her madde. Örtmek fiilinden türetilmiştir. İçkinin Kur’an’da yasaklanması 4 aşamada olmuştur. İçki hakkındaki ilk ayet Mekke’de nazil oldu. Ancak bu ayet içki için olumlu yada olumsuz bir şey söylemez. (NAHL 57) ikincisi bu ayettir. Kesin yasak yok. Üçüncü ayet imam olarak namaz kıldıran sarhoş olduğu için ne söylediğini bilmez halde okumaya başlamış. (NİSA 43) sarhoşken namaza yaklaşmayın ayeti geldi. Maide suresi 90. Ayeti ile içkiyi kökünden çözdü…Ne hakkında tefekkür edelim
220. Dünya ve ahiret hakkında.
221. VELEEMETÜN; Cariye veya köle olarak anlamış birçok tefsircilerimiz. Ama Zemahşeri harika bir yorum getirir buna. Eme boyunduruk altında olandır. Yani bağlı olandır. Mücerret manada alırsak hepimiz Allah’ın boyunduruğu altındayız. Allah’a bağlıyız. Allah’a bağlı olan bir kadın manasına rahatlıkla gelir. Bugün için bu mana çok daha elverişli.
222. EZEN: Sıkıntı demektir. Bazı müfessirlerimiz bu kelimeye pislik demişler. Böyle denemez. 1. Bu ayetin sebeb-i nüzulü çok farklı. Ay hali hakkındaki Medine’deki kanaati değiştirmek için inen bir ayettir. Soran Yahudiler veya Yahudi ağzıyla soruluyor. Yahudilere göre ay hali çok büyük bir pisliktir. Böyle bir kadının yemeğini yemezler, yemek pişirtmezler. Yaklaşmazlar, aynı odada kalmazlar. Onunla hiçbir insani ilişkide bulunmazlar. Fıtratından gelen bu özellik bırakın fıtratını, insanlık neslinin devamı için şart olan bu özellik kadın için hapse, mahrumiyete dönüşür. Kadını doğduğuna pişman ederler. Resulullah Yahudileri bu konuda şiddetle reddediyor. Onlarla birleşme hususunda her şeyi yapınız diyor.
223.224. Yeminler neden Kur’an’ı ilgilendiriyor derseniz. 1. Hayatın içinde yer bulan her şey Kur’an’ı ilgilendirir. Çünkü Kur’an hayattır. 2. Allah adına yemin ediyorsunuz. Allah adına yemin ediyorsanız bunun bir hükmü olmalı. Kur’an bu konuda bir şey demeli. Ve diyor. Erdemlilik, sorumluluk ve ıslah konusunda Allah’ın adını anarak ettiğiniz yeminleri, güzel davranışların her birine bir engel telakki etmeyin. Burada iki mana var. 1. Güzel davranışı yapmamak üzere yemin etmeyin. Ben şu hayrı yapmayacağım gibi. Sebebi nuzülünde bir olay anlatılır. Hz. Ebubekir akrabası olan Misbah bin Usase’ye yardım ederdi. Hz. Aişe’nin başına gelen iftira hadisesinde Hz. Ebubekir’in yardımıyla geçinen bu akrabası bu iftiraya inanan ve yayanlardan biri olmuştu. Bu acı üzerine Hz. Ebubekir’de “Vallahi bundan böyle Misbah’a yardım etmeyeceğim diye temin etmişti. Bu olayla sınırlayamayız. Kur’an şu anda hayatımızın içinde, her an taze sanki bize yeni iniyor, muhatabı bizmişiz gibi anlamalı ve yaşamalıyız. 2. Şayet böyle bir yemin etmişseniz bu yemini tutmakla yükümlü değilsiniz. Güzelliği yapmamak üzere edilmiş bir yemin tutulmakla mükellef değildir. Eğer böyle ise düşünün şerrin üzerine yemin yapmanın hükmü nedir…Ayetlerin bitiş cümleleri muhtevasıyla irtibatlıdır. Hele de Allah’ın isim ve sıfatları gelmişse. SEMİUN ALİM: Allah’ın işitme ve bilme sıfatları yemin bahsine kullanılıyor. Çünkü insan yemin ederken neyi kastettiği yüreğindedir. Onun için Allah onun yüreğindeki maksadı biliyor. Tabi yüreğindeki maksadı yansıtmıyorsa eğer dilindeki, onu da işitiyor. Hem işitip hem bilince ikisinin arasındaki mutabakatı yada zıddiyeti elbette ki biliyor.
225. Yemin Allah adına yapılırsa yemin olur. Yeminin, yemin edeni bağlayıcı olması için Allah adına olması lazım. Kur’an adına, ekmek adına yemin yapılabilir ama bu yemin kişiyi sorumlu kılmayan yeminlerdir. Birde üzerine yemin edilmesi caiz olmayan şeyler vardır. Bunlar da putlar, maddi manevi İslami olmayan semboller. İdeolojiler, sistemler gibi. Kişi yemini ile kendisini bağlamış olur. YEMİN: sağ, güçlendirmek, kuvvetlendirmek manasına gelir. KESEBET KULUBUKÜM: Kalplerinizin eylemi. Kalbin eylemi kasıttır, maksattır, niyettir. Onun için bir şeye niyet etmeniz, kalbinizin eylemidir. Onun için ibadetlerde yaptığınız niyetlerde yüreğinizin bir fiilidir. Salih ameldir…Eğer karşınızdakine yalan söyleme maksadıyla yemin etmişseniz işte bu sizi sorumlu kılar. Bu durumda yemininizden mesulsünüz. Vallahi şöyledir dediğiniz zaman öğle olmadığını biliyorsanız İslam’da buna Yemin-i Gamus denir. Bunun kefareti yoktur ve büyük günahlardandır. Asliye cezalık olmadığı için hesabı dünyada görülmez, ahirettedir cezası. Özellikle ticari yeminlerde, ticaret ehlinin çok dikkatli olması gerekiyor. Eğer yaptıkları yemin sattıkları malın sıfatına uygun değilse, elde ettikleri kazanç haram olur. Boş yere yemin etmenin insanın mürüvvetini zedelediğini unutmamak gerekir. Her şeye yemin eden birinin güven problemi vardır. Önce kendi kendine güvenmiyor, ettiği söze güvenmiyor sonra da karşısındakine güvenmiyor…Evet bu hatayı yapıyorsunuz, yapabiliyorsunuz. Ancak Allah’ın bu konuda sizi sorumlu tutmaması, yaptığınız hatanın hata olmadığından değil, Allah’ın Gafur olduğundan, çok bağışlayan Rabb olduğundan. Buda yetmez Halim oluşundan, Hilm sahibi olmasından yani cezalandırmakta aceleci olmayışından. Size karşı hoşgörülü oluşundan kaynaklanıyor.
226. Bu ayette Rabbimiz yeminin gerçek nedenine getiriyor konuyu. Yeminle yıkılan yuvalara. İLA: Bir kişinin eşine yaklaşmamak için yemin etmesi. Kızman yada herhangi bir sebeple, bir kusur dolayısıyla, eşler arasında bir anlaşmazlık dolayısıyla, geçimsizlik dolayısıyla, eşin diğerine yaklaşmamaya yemin etmesi. Bu o dönemin sosyal bir yarasıdır. Kadına yapılmış müthiş bir zulümdü. Erkek zaman sınırı olmaksızın karısına yaklaşmamak için yemin ediyor. Ona karşı kocalık görevini yapmıyor. Bunun yanında kadın ne dul olabiliyor nede kocaya gidebiliyor. Adeta onu köle olarak kullanıyor ve bu olaydan dolayı ona işkence çektiriyordu. Kur’an bu noktada zulme dur dedi ve ortadan kaldırmak için ilk süreci başlattı. Sınırsız olan süreyi 4 aya indirdi. Bu süre dolmadan dönerse ki Allah’ın bu konuda teşviki var. Gafur ve Rahim isminin gelmesi teşviktir. Kısa yoldan dönün ki, Allah’ın bağış ve merhametine muhatap olasınız.
227. 228. Ric-i Talak: İddet süresi içerisinde eşlerin birbirine geri dönmesidir. Ric-i Talakta kesin boşanma gerçekleşmemiştir. Ricat dönmek demektir. Eşine dönmesi mümkün olan boşanma. Bu talaktan vazgeçmek yeni bir nikahı gerektirmediği gibi yeni bir mihri de gerektirmez. Bain Talak: Eş boşamış kadında iddeti doldurmuş olmasıdır. Bu durumda erkek tekrar eşine dönmek isterse, kadın kabul ederse döner. İkisi razı olurlarsa tekrar nikah ister ve tekrar mihr ister.
229. bu ayetin sebebi nüzulü: Abdullah bin Ubey kızı Cemile ile Sabit bin Kays arasında gerçekleşen boşanmadır. Hz. Cemile Resülüllah’a gelip Hz. Sabitten boşanmak istediğini söyler. Ahlakının ve dinine samimiyetinin güzel olduğunu ama ruhunun ısınmadığını, onu sevemediğini anlatır. Ve Hz. Cemile boşanmak istediği için ona verdiği mihri geri alır Hz. Sabit. Bu ayet kadının boşanma hakkının olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
230. 231. Bu ayet Sabit bin Yaser veya Sinan Ensari hakkında nazil olduğu söylenir. Bunlardan biri hanımını boşadığını söyler tam iddetinin dolmasına 3-4 gün kala vazgeçtiğini ve ardından tekrar boşadığını söyler. Bu ayet kadınlara yapılan kötü muamelenin önüne geçer.
232. Bu ayetin sebebi nüzulü Makıl Bin Yesar kız kardeşini boşadığı adama bir daha vermedi. Kız kardeşinin istemesine rağmen. Bu ayet inince Peygamberimiz uyardı ve oda hemen inadından vaz geçip kardeşinin ikinci kez evlenmesine razı oldu.
233. 234. Boşanmalarda ayetler hanımlardan daha çok bahsediyor. Neden? Çünkü özellikle o yıllarda boşanan hanımların, dulların hiçbir hakkı yoktu. Boşanan hanım adeta ölüme mahkum ediliyordu. Diri diri gömülüyordu. Kocası ölen kadın bir yıl yas tutmak zorundaydı. Bir başkasıyla evlenemiyordu. Gelenekler buna müsaade etmiyordu. İşte kanının mahkumiyetine son veriyor bu ayette. Bekleme müddetini 4 ay 10 güne sınırlıyor. Buda bir kargaşaya yer vermemek için, nesil emniyetinin devamı için. Kur’an kadının geleceği hakkında karar vermesini istiyor. Ona özgürlük veriyor. BİL MAĞRUF: Makul ve meşru olan her şey. Bu son cümlenin muhatabı, hem kadınlardır, hem kadınlara engel olan velileridir. Hem de kocalarıdır. Kocalar ölmeden önce -ben öldükten sonra evlenmeyeceğine yemin et derler. Kadını bağlarlardı. Bu bugünde geçerlidir.
235. Toplumsal bir olgudur boşanma. Boşanma Allah’ın en sevmediği helaldir. Hz. Muhammed. Bu vakıayı İslam gözardı etmemiştir. İşte böyle bir kadının durumunu anlatıyor Kur’an bize. HALİM: Yani cezalandırmakta acele etmeyen. Süre tanıyan. Kuluna mümkün olduğu kadar yumuşak davranan. Hoşgörülü davranan bir Allah olduğunu gözardı etmeyin.
236. Yukarıdaki ayetlerde boşanmış kadınların değişik hallerdeki hükümlerini zikrediyor. Kur’an. Burada da gerdeğe girilmemiş ve kendilerine mihir belirlenmemiş kadınların boşanma hükmü zikrediliyor.
237. 238. Boşanma ile alakalı ayetlerin arasına namaz ile ilgili iki ayet geliyor. Bu Kur’an’ın üslubu. Gündelik hayatta yaptığınız her bir işin temelinde şuur olmalı. Bilinç olmalı, yani bir gayesi olmalı. Kur’an burada hayatın gayesini hatırlatıyor. HAFİZU: Siz namazı koruyun ki, namazda sizi korusun. Siz namazı gözetin ki, namazda sizi gözetsin. Vahiy, Allah’tan kula bir iletişim. İbadet, vahyin kuldan Allah’a geri dönüşü. SALATÜN VÜSTA: En ideal namazdır. Bu 5 vakit de olabilir.
239. 240. 241. 242. 243. Bu ayette vurgu yapılan ölüm korkusu. Ölüme hazır olan bir kere ölür. Ölümden korkan her ölümü duyduğunda ve gördüğünde ölür. Bu açlık korkusuna benzer. Aç olan doyar. Ancak açlık korkusu duyan, doyursanız da doymaz. Ölümden en çok korkanlar, ahirete imanı zayıf olanlardır veya inanmayanlar. Çünkü ölüm onlar için bir bitiştir, tükeniştir. Hz. Peygamber “ila refiki ala” diyordu. Son sözü bu oldu. İslam alimlerinden biri ölümle tehdit edilir. O da aynen şunu söyler. “Öldürülmem şahadet, hapsedilmem riyazat, sürülmem hicrettir. Bana düşmanlarım ne yapabilir ki. Ben cennetimi yüreğimde taşıyorum”. Ölümle korkutamadıkları insanlardan korkar onlar. Çünkü kendileri ölümden tit tir titrerler. Bazı müfessirler ELEM TERA ile başlayan ayetler bire bir yaşanmış olmayabilirler der. Allah bize bir hakikati anlatmak için bir temsil getiriyor da olabilir. Bu ayetinde anafikri -ölüm korkusunun ahlaki zaafa uğrattığı toplumları uyarıyor. Ölüm korkusu ahlaki sorumluluklarınızı bir kenara attırmasın.
244. Ölüm korkusuyla savaş iç içe. Savaş bir olgudur. İslam’da savaş Hakkı savunmaktır. Hem Hakkı savunmak, en üstün hakikati hem de hukuku savunmaktır. İnsanın, eşyanın, tabiatın ve Allah’ın hakkını savunmak.
245. Ayete girmeden önce söylemek gerekirse. Allah için yapılan bir savaşta ganimet yani getiri düşünülmez. Vermek vardır almak değil. Borç. Kredi vermek, kredi açmaktır. Siz kime kredi verirsiniz. Güvendiğinize değil mi? Allah kulunun güvenini böyle sınıyor. Siz güvendiğiniz birine borç verirsiniz. Geri vermeyeceğini bildiğiniz birine borç verir misiniz? Allah’ın geri ödeyeceğine inanıyorsanız Allah yolunda harcarsınız. İnsan önce verecek ki, Allah ona kat kat fazlasıyla versin. Ektiğiniz de size Allah’ın verdiğidir.
246. Bu ayetin bize hatırlattığı gerçek “oynamaya gönlü olmayanın yerim dar demesi gibi. 1. Allah için savaşmak için bir kral gerekmiyor. 2. Peygamberleri var zaten. Peygamber komutan olabilir. Bu Peygamberin Samuel Peygamber olduğu Tevratta geçiyor. Bu ayet ne diyor. Bu ayetin ilk muhataplarının durumunu hatırlayıverirseniz ayetin ne dediğini anlarsınız. Yaklaşık hicretin 2. Yılı. Resulullaha yalvarıyorlardı. Ne olur Allah bize savaş için izin versin. Bu yalvaranların bazısı savaş izni gelince -Allah bu savaşı bize niye yazdı. Diye itiraz ettiler. Allah burada veriyor ve deniyor. İnsan söylemlerinde samimi olması gerekir.
247. 248. TABUT: Çoğu tefsirlerde bir sandık olarak geçmesine rağmen nazı müfessirler kalp olarak almışlardır. Ardından SEKİNET gelmesi bu görüşü doğruluyor. Harun ve Musa’nın olan, meleklerin taşıdığı miras ne olabilir. Tabi ki vahiydir.
249. Talut, Tevrat’ta ismi Saul olarak geçen bir İsrailoğulları komutanı, mümin, kâmil bir insan. Allah’ın seçtiği bir komutan. Üstlendikleri sorumluluğun bilincini taşıyan düzenli bir ordu kurmak istiyor. Talut’un ordusu ile Hz. Muhammed’in ordusu aynı idi. Çünkü aynı gaye, aynı hedef, aynı merkezden yönlendiriliyorlardı…Peki bu uyarının ardından ne oldu. Uzun bir çöl yolculuğundan gelen bu ordunun susuzluk çektiği, çok yorgun olduğu, bu susuzluk ve yorgunluğun ardından içilen kana kana suyun dudaklarını morarttığı, ayaklarını titreme almasına sebep olduğu ve yere yıkıldıkları aktarılır. Bu ırmağın Ürdün’de olduğu söylenmekte. Talut bu emirle iki şeyi amaçlıyordu. 1. Ordunun disiplinini ölçüyor, disiplinsiz bir ordunun ne kadar kalabalık olursa olsun başarılı olamayacağı gerçeğini biliyor. 2. Fiziki bir tehlikeye karşı ordusunu garantiye alıyordu. Peki bu konu bizi nasıl alakadar ediyor. Allah yolunda disiplinli bir ordu oluşturmuş her cemaatin, her grubun, her İslami oluşumun mutlaka ve mutlaka uyması gereken bir disiplin kuralları, bir silsile olduğu gerçeği öğretiliyor. Ve Resulullaha karşı ashabının nasıl davranacağı öğretiliyordu. İşte tüm dünyanın hareket adamlarına Kur’an’ın verdiği müthiş bir ders bu. Gölgeleri hesaba katmayın, bir kendisi birde gölgesi derseniz eğer, yanılırsınız. Sabrı, direnmek olarak çevirebiliriz. Sabrın karşılıklarından en birincisi direnmektir çünkü. Burada tarihi bir ders verilmekte. Tarihi değiştirenler, kalabalıklar değil, şuursuz yığınlar değil, cahil kitleler değil, onlar Ulul Elbabtır. Azda olsalar, onlar hiçbir zaman, hiçbir çağda çoğunluğu oluşturmadılar. Tarihsel dönüşüm kalabalıkların eliyle değil, şuurlu, bilinçli insanların eliyle gerçekleşir.
250. burada iki topluluk var. Birincisi emri dinlemiş karşıya geçmiş. Diğeri emre karşı gelmiş beride kalmış. Karşıya geçen ordu Calut ve ordusuyla karşılaşınca şöyle dememişler. “Ey komutan biz çıkarken çoktuk, büyük bir kısmımız elendi, bizim gücümüz yetmez dememişler. Onlar, gücün ve başarının sadece Allah’tan geldiğine inanalar “Ya Rabbi, bizim üzerimize sabır yağdır, bize direnç ver demişlerdir.
251. HİKMET: Hakikatle hayat arasındaki sırrı bulacak bir keskin bakış. Vahiyle gelen hakikatleri, hayatın içindeki hakikatlerle örtüştürmek. Hz. Davut’a saltanatın yanında bunlarda verildi…Allah kendi dileklerini, onun bilmesi gerekenleri de ona öğretti. Bilgiye sahip olmak istiyorsanız salih amel işleyin…İnsanların bazısını bazısına karşı savunmasaydı, yeryüzünde insanlık fesada giderdi. Bu şu demek. Zalimin biri çıkar zulmeder, yanına mı kalır? Hayır. O zalimin zulmettiği insanın belki kendisini savunacak gücü olmayabilir, mümkündür. Ama Allah daha başka bazılarını getirir, o zalime musallat eder, onu onlar savunur. Eğer o zalimlerde zulmederse ki mümkündür, o zaman o zalimlerin başına başka birini musallat eder. Ve ilahi adalet daima böyle tecelli eder.
252. BİL HAK: Geldiği zaman buradan şunu anlıyoruz. Burada bölge halkının anlatıldığı bir hikâye anlatılıyor. Bölge halkı bozulmuş ve efsane olmuş hikâyenin, biz sana aslını anlatacağız demek. Niçin, çünkü sen kendisine Risâlet vazifesi verilenlerdensin. Mursel: risale gönderilen, haber gönderilen, mesaj gönderilen kişi demektir.
253. Her bir elçiye ayrı ayrı meziyetler verdik. Her birinin kendine has özelliği var, hususiyeti var. Bundan sonra örnek veriyor. Mesela diyor.
254. Farklı bir konu ama yukarıyla yine bağlantılı. İnsanda ahlakın en temel düsturu, öldükten sonra hesap vermeye inanmasıdır. Allah’ın size vermiş olduğu rızıktan verin. Allah’ın kendisine bir bağ bağışlayıp da bir salkım üzümü esirgeyen nankörlerden olma.
255. O Allah’ı kendi lisanından tanıyın. Ondan başka ilah olmayan Allah. EL HAYY: Bizatihi diridir. Mutlak diridir. Diriliğin kaynağıdır, tüm dirilikleri yaratandır. EL KAYYUM: Kendi kendisine yeten ve kendisi dışında her şeyin kaynağı olan. Kişinin kendi kendisine yetmesini zannetmesi şirktir. Çünkü kendi kendine yeten sadece Allah’tır…Devam ediyor Rabbimiz. Kendi kendini tanıtmaya. Onu ne gaflet basar, ne de uyku. Bir canlı söyler misiniz? Gaflet basmayan, uyku tutmayan. Onun için uyanık ol ey insan. Allah’ın öyle bir anı yok. Şu anda görmüyor beni, istediğimi yapayım diyemezsiniz…Sadece siz ona ait değilsiniz. Yerde ve gökte ne varsa hepsi O’na aittir. Ayet-el Kürsi Kur’an’ın can damarı, Ayet-el kürsinin can damarı da burası. O’nun izni olmaksızın katında şefaat edecek kimmiş bakalım. Bu bir nefiy cümlesi, olumsuzlama cümlesi. Bir iddia var ve bu iddiayı yalanlayan bir cümle bu…Burada insana doğrudan bir uyarı var. Önde olanlar açıkça yaptıklarımız, arkada olanlarımız ise gizlice yaptıklarımız. Bunun en meşhur manalarından biri önümüzde olan dünya, arkamızda olan ahiret. Bazı müfessirler tersini de söylemişler…Kürsi; sandalye manasına gelir, taht manasına gelir. Bir semboldür. Burada mecazdır. Allah’ın kudret ve azametine delalet eder…Gerçekten yüce ve azametli olan yalnızca O’dur.
256. Zorlamanın tabiatı dinde yoktur. Bir kimse zorla bir dine sokulamaz. İslam zorla kendisine gireni Müslüman saymaz. Hür iradesiyle seçmeyen bir insan Müslüman olamaz…Bu kelime-i tevhidin tefsiridir. TAĞUT: Sizi Allah yolundan alıkoyacak her şey. Putlar tağut değildir çünkü Tağut irade ile insanı Allah yolundan alıkoyandır. Tüm putlar tağutların adi birer aletleridir. Tağut kendisini Allah’la karşı karşıya koyandır.
257. İman edenlerin velisi evliyası Allah’tır. O karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Karanlıklar olarak gelmiş. Çünkü karanlık tek olmaz. Bir karanlıktan çıkan başka bir karanlığa girebilir. Karanlık, ışığın yokluğunun halidir. İşte batıl karanlıktır. Bir yerde aydınlık varsa o ışığın kaynağını bulabilirsiniz. Oraya muhakkak bir yerden ışık geliyordur…Tağut insanları karanlıktan karanlığa sürüklerler. Cici oyuncaklar gösterirler, karanlıklara çekmek için.
258. Tarihlerin anlattığına göre iki adam getirtti cezaevinden birinin oracıkta kellesini kesiverdi, birine de hadi sen git dedi. Ayetin sonunda olayı kavme getirdi. Nemruttan bahsederken işi kavme getirmesinin sebebi, hiçbir sapkın, arkasında bir sapkınlar sürüsü olmadan ayakta duramaz. Her Nemrut’u Nemrut yapan bir kitle vardır. Ve onlar da Nemrutla beraberdir.
259. Kendinizi ölmüş kabul edin ve mezardasınız. Size böyle bir soru sorulduğunu düşünün. Bazı tefsir kitaplarında İsrailiyattan alıntı yaparak uzun hikayeler anlatılır. Gerçek bir dayanağı yok bunların.
260. Bu kıssadan alabileceğimiz derslerden biri şudur. Ey İbrahim! Sen bu soruyu soracaksın ki, gelecekte kıyamete kadar müminlerden bazıları bazı inandıkları şeyler hakkında gönüllerinde bizatihi görme isteği aşkı belirir. Aynel yakın olarak hissetmek yaşamak arzusu gelirse gönüllerine kendilerini suçlamasınlar. Bu ayette ahlaki bir ders var. Bu ayet olağanüstü bir yere çekilmeden çok büyük ahlaki dersler veriyor. Allah’ın insanı nasıl tekrar dirilteceğini merak ediyorsan ey insan, İbrahim nasıl kuşu terbiye edince, çağırdığında geliyor; bunda hayret edecek ne var. Allah’ta eşyayı öyle terbiye etti. Tüm eşyayı öylesine kendine alıştırdı ki, Allah’ta Rabbül Alemin olarak terbiye ettiği eşyayı çağırınca kendisine gelecek. İşte bu ahlaki ders aynı zamanda öldükten sonra dirilmeye, ebedi adaletin gerçekleşeceğine bir delildir. Ahlaki davranışa insanı mecbur eden şey, bir gün karşılığını göreceğidir, göreceği inancıdır. İşte bu inanç ahirete imandır.
261. Toplumsal sorumluluklarımızdan biride, kazandığımız servetten, ihtiyaç sahiplerinin, yoksulların hakkı olduğunu unutmamak. Kur’an’ın özlediği bir toplum bencil bir toplum değil. Fedakâr bir toplum. Kur’an’ın özlediği insan tipi; elde ettiği her şeyi bir emanet bilen bir insan tipi. Servet te, para da, mal da bir emanettir. Ve bu emanete sadakat göstermek, onun üzerindeki Allah’ın ve kulun hakkını vermektir. Kur’an’ın infak dediği, kazandığınız servetten ihtiyaç sahiplerine karşılıksız olarak yardım yapmayı emrediyor. Bu karşılıksız vermeyi Kur’an bir tohuma benzetiyor. Öyle bir tohum ki, 7 başak veren ve her bir başağında 100 dane olan, yani 1’e 700 veren bir tohum. Aslında buradaki rakamlar kinayedir, mecazdır. HABBE: Tohum demektir, daha doğrusu ürünü tohum olarak ekilen her türlü bitkiye denir. Hem meyvesi hem tohumu olacak, meyvesi tohum olmaya aday her meyve hububattır. Muhabbette aynı kökten gelir. Habbenin tarlası toprak, muhabbetin tarlası yürektir. Verdiğiniz her bir dane ile karşınızdakini zenginleştirmiş olmazsınız. Kendinizi zenginleştirmiş olursunuz. Akıllı insan malından hayır yaparak gönül dünyasını zenginleştirir. Fİ SEBİLİLLAH: Neden ve niçin sorularına, Allah için cevabının verildiği her şeydir…Beden ülkesinin yürek başkentinde iman iktidar olursa, bu iktidarın Kur’an’a göre iki büyük tezahürü vardır. Birisi kuldan Allah’a doğru, birisi kuldan topluma doğru. Kuldan Allah’a doğru uzaman imanın tezahürü namazdır. Kuldan topluma doğru uzanan imanın tezahürü ise infaktır…Sen ey vermekten korkan, verince tükenir zanneden insan. Allah kimdir sen biliyor musun? “Vasi” sınırsız demektir. Tabi bunun tahtında müstefir olarak, rahmetiyle sınırsız, mağfiretiyle sınırsız, servetiyle sınırsız, vermesiyle, ödüllendirmesiyle sınırsızdır. ALİM: Ey vermekten korkan, ey servetinden karşılıksız yardım etmekten korkan insan, sen Allah’ın seni ve senin verdiğini gördüğünü sanırım bilmiyorsun ya da doğru inanmıyorsun, eğer seni Allah’ın her an gördüğüne inansaydın, bunu içine sindirseydin, vermekten korkar mıydın?
262. Başa kakıp, gönül incitmeyenler. Bir insan bir iyilik yapıyor ve yaptığı iyiliği başa kakıyor, gönül incitiyor. Allah için yaptığınızı söylediğiniz halde fatura çıkarıyorsunuz. Başa kakıyorsunuz, gönül incitiyorsunuz…Havf; geçmişe, geçmişten dolayı kaygı duymak. Hüzün; gelecekten endişe duymak. Havf; sadece geçmişe, hüzün; geleceğe ilişkindir. Verirken geçmişten kaygı duymayacaklar, keşke daha çok verseydim diyecekler. İman eden bir kimsenin hayır yaparken nasıl bir psikoloji ile yapması gerektiğini tanımlıyor bize bu ayet. (Bu ayet Hz. Osman hakkında nazil olduğunu söylüyor tefsircilerimiz. Bir savaş esnasında malının çoğunu bağışlıyor. Peygamberimiz çok memnun oluyor bu davranış karşısında ve şöyle dua ediyor. “Allah’ım ben Osman’dan razı oldum, Sen de razı ol.”)
263. Gönül alıcı bir söz söyleyin, eğer arkasından başa kakacaksanız, gönül incitecekseniz. Ayetin vermek istediği ders: insanı önceleyin, yüreğe değer verin…GANİ: Sınırsız biçimde zenginlik sahibidir, Allah zenginliği kendinden olan ve her zenginin zenginliği kendinden olan ve her zenginin zenginliği kendisine bağlı olandır. Gani demek, servetin mutlak sahibi demektir. İnsan bu konuda hiçbir zaman Gani değildir. Niçin? Çünkü insan servetin mutlak sahibi değildir, emanetçidir. HALİM: Ceza vermekte aceleci davranmayan, hilm sahibi. Gayet hoşgörülü davranan. Halim sıfatı aslında Rabbimizin insana olan merhametinin sonsuzluğunun bir ifadesi.
264. Başa kakmak ve gönül incitmeyi tekrarlayarak bir üçüncü unsuru ekledi ayet, başkaları görsün diye yapmak. Başa kakmak ve gönül incitmek, hayır yapılan kimse açısından ahlaki bir zaaftı. Üçüncüsü ise hayır yapan açısından ahlaki bir zaaf. Bu duygu yaptığınız hayrın yüreğinize bir tohum gibi ekilmesini engelleyen bir kezzaptır. İyiliği Allah için değil de, insanlar için, başkaları görsün için, yaparsa bir insan, başkalarının görmediği yerde o iyiliği terk eder. Buda erdem olmaz…Allah’a gereği gibi inansaydı eğer, insanların görmesini niçin isteyecekti ki? Çünkü, Allah görüyor, bu yeter derdi. O halde ille insanların görmesini isteyen bir kimse, Allah’ın gördüğünden emin olamıyor demektir.
265. Bu duygularla kendi kendini gerçekleştirecek yardımda bulunanlar cennete dönüşürler, iki ayaklı cennete. Cennet gibi bir insan oluverirler yani. BASİR: Allah’ın görme sıfatı. Niçin? Çünkü insanın özünü güçlendirmesi için Allah’ı görür gibi yaşaması gerekiyor. Özleri Allah gördüğü için Basir ismi hatırlatılıyor.
266. SAMYELİ: Yazın güneyden esen ve özellikle üzüm gibi birtakım meyvelerin yakıp, içini boşaltan, ateşsiz olduğu halde ateşe düşmüş gibi yakan zehirli bir rüzgâr. Gösteriş ve başa kakmak samyeline benzetiliyor. Kötü niyet, ameli mahvediyor. Bir insan gösteriş için yola çıkmışsa, desinler diye iyilik yapacaksa, cennet gibi ameline samyeli vurmasıdır.
267. bu ayette söylenen bir gerçek var, özellikle temiz ve helal olanlardan vermemiz. Yine ahlaki bir kural getirdi ayet. Kazandığınız her türlü şeyden yardım edemezsiniz. Zekât, arınma demektir. Malı arıtma değil, arınmış maldan zekât verilir. Bazıları vardır ki sahip olduklarının en değersiz olanını verirler. Kime verdiğiniz önemli değil, kimin için verdiğiniz önemli. (Habil, Kabil kıssası) HAMİD: teşekküre, övgüye, şükre, hamde layık olan tek varlık O’dur. Siz Allah için vermekle aslında teşekkür etmiş olacaksınız. Size verilenin şükrünü eda etmiş olacaksınız, siz bununla fazla bir şey yapmıyorsunuz ki. Varlığın şükrü “Şükür ya Rabbi” değildir, o dilin şükrüdür. Servetin şükrü iyiliktir, ihsandır, ihtiyaç sahiplerine vermektir.
268. Şeytan insanı açlıkla korkutur. Unutmamalı, aç olanı doyurmak mümkündür. Açlık korkusu duyanı doyurmak mümkün değildir. Aç karın bir ekmekle doyar, ama aç göz bin fırınla doymaz. Peki açlığın sebebi kim. Yeryüzünün tüm gelirlerinin %80’ini, %20’ye yediren değil mi? Allah’ın herkese rızkını vereceğini, ancak yeryüzünde statik olarak ölçü ile inen rızık adil paylaşılmadığında, bir kısmı yiyeceğinden fazlasını alıp israf ederken, bir kısmı da açlıktan ölmektedir. Bu konuda Allah’ın vaadi de fazlından kat kat fazlasını vermektir. Kimin telkininin insanın lehine olduğunu insan neyle bilebilir. İşte cevabı önümüzdeki ayette hikmetle.
269. HİKMET: Müfessirlerimiz 30’a yakın mana vermişler. Büyük çoğunluğu ilimdir demişler. Bir kısmı akıldır. Bir kısmı ise iradedir demişler. Bazıları Kur’an’dır demişler. Bazıları Peygamberdir demişlerdir. Hatta namazdır diyenler bile olmuş. Bu bilgileri toparlarsak insan iradesini muhkem tutan sahih bir bilgi, salim bir akılla vardığı muhakeme yeteneğidir diyebiliriz. Muhakeme yeteneğinin iki ayağı var. Biri sahih bilgi diğeri salim bir akıldır. Akılsız insanda hikmet olmaz. Ama akıl verilen herkese de hikmet verilmez. Bu yetenekle insan, hakkı-batıldan, iyiyi-kötüden, doğruyu-yanlıştan, imanı- küfürden, ebediyi-geçiciden, yüceyi-alçaktan ayırır. Hikmet için şöyle bir tarifte yapılmış; Allah için kullanıldığında, bir şeyi yerli yerince yaratmak, kul için kullanıldığında, Allah’ın yarattığı yerde tutmaktır. Bu tanıma göre hikmetin zıddı zulümdür.
270. Hikmetin zıddının zulüm olduğunu söylemiştik. Ayetin sonunda da eğer tersini davranırsanız zalimlerden olursunuz. Zalimlerin ise yardımcısı yoktur.
271. Yukarıda ahlaki ilkeleri verdi. Şimdi dikkati edebe çeviriyor. Farzda gizlilik esas değildir. Bunun için zekât bunun dışındadır demiş alimlerimiz. Çünkü farzı açıktan yapmak aslında teşviktir, tebliğdir. Farzda riya olmaz, riya nafilede olur. Sadaka vereceği zaman gizli vermesinin sebebi, riyadan korunur. Daha ötesi Allah’ın gördüğüne imanını ispat etmek için. İnsan onuruna yakışan da budur.
272. İyilik yaparken karşımızdakinin inancına değil, ihtiyacına bakmak gerekir. Bu ayet buna vurgu yapıyor. Hidayet vermek sizin elinizde değil. gerçekten muhtaç mı? Siz ona bakın. Tefsircilerimiz şöyle diyorlar. Bu ayet gelene kadar Peygamberimiz Müslümanlara yardım ediyordu. Bu ayet geldikten sonra ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye başladı.
273. sadakayı, iyiliği, yardımı en çok hak eden kimseyi tarif ediyor. İsteyenler değil istemeyenler, herkes durumunu iyi zannettikleri kimseleri bulmalı.
274. Mallarını hayra harcayanlar, emniyet ve özgürlük sahibi insanlardır. Sahip olduklarını verebildikleri için. Malını veremeyen malın kölesidir. İnsan sahip olduğunu verir. Mal insanın efendisi ise, kişi efendisini nasıl verebilir ki?
275. Bundan önceki ayetler infak ve sadakadan bahsediyordu. Şimdi ise yeni bir tanım ile karşı karşıyayız. Faiz yiyen kimse, ruhunu şeytanın satın aldığı kimse gibi hareket eder. Faizle ilgili ilk ayet Rum Suresi 39. Ayetidir. Ali İmran 130 ayeti faizi yerer, yasaklar. FAİZ: RİBA: Taşmak, kabarmak, artmak, çoğalmak, üremek manasına gelir. Kur’an’da ise; Vadeli borçlanmalarda, borca karşılık alına fazlalıktır. Faizin infakın karşısına yerleştirilmesinin aslında faizin insandaki iyilik duygusunun, yardım duygusunun öldürdüğünün bir işaretidir. Bir toplumda faiz ne denli artmışsa, o toplumda yoksulluk o denli artmış iyilikte o denli azalmıştır...Alış-verişle faizi aynı gören varlık sakat bir mantıktır.
276. Ayetin sonunda “Günahta ısrar eden inatçı kâfir veya nankör” ibaresi geçmekte. Allah’ın açık emrine rağmen eğer insanlar hala kat kat faiz yemede ısrar ediyorlarsa, çılgınlık yapıyorlar demektir. Faizci mantıklı hareket etmez, gözünü hırs bürümüştür…Kazanmak yalnız başına bir erdem değildir, helal kazanmak bir erdemdir.
277. Allah’a güvenenler, Allah’ın yasakladıklarının kendi hayırlarına olduğunu bilirler. Onun için Allah’a iman şart. Allah’a sonsuzca güveneceksiniz ki, onun emir ve nehiylerinin sizin hayrınıza olduğunu bilesiniz. Allah’a iman tek başına yetmiyor. Bunu amelle, eylemle taçlandırmak gerekiyor. İman bir ağacın kökü ise, amelde o ağacın meyvesidir. Ekamus salah: namazı hayata dönüştürmek, namazı ayağa kaldırmak, namazı içselleştirmek, namazı canlandırmak demektir. Zekât arınmak, temizlenmek anlamına gelir. Malından vererek iç zenginlik alanlar. Siz mal vererek içinizi arındırmış olacaksınız.
278. Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Zaten olursanız bu davete hemen icabet eder, faiz almaktan vaz geçersiniz…Eğer gerçekten inanıyorsanız faizden elde ettiğiniz bütün kazançlardan vazgeçin.
279. İnsan öz benliğini öne çıkarıp, küçük menfaatlerini Allah’ın emrine tercih ederse, Allah’a savaş açmış olur. Bu çok şiddetli bir tehdit. Tevbe; bir günahın enkazını ortadan kaldırmaktır. Tevbenin tam olabilmesi için, bir günahın olumsuzluklarını tamamen temizlemek gerekmektedir.
280. Kur’an burada ahlaki bir tavsiyede bulunuyor.
281. 282. Kur’an’ın en uzun ayeti ekonomi ile ilgilidir. Vadeli borçlanmaları kayıt altına almayı emreder. En uzun ayetin ekonomik bir ayet olmasının bir sebebi de şu olabilir: gelecekte insanlığın en büyük problemlerinin bireysel ve toplumsal olarak ekonomik olacağına Kur’ani bir işarettir…Vadeli borçların kayıt altına alınmasının illetleri 1. EKSETU: Daha adaletli olması. 2. VE AKVEMU LİŞŞEHADEH: İspatlama açısından daha güvenli olması. 3. VE EDNA ELLA TARTABU: Kuşkuya kapılmamanız açısından daha uygun olması.
283. 284. VE İN TUBDU MA ENFUSİKUM…Bu ayet inince sahabelerin evinden sanki cenaze varmış gibi ağıtlar yükseldiğini söyler raviler. Ve bir grup büyük bir üzüntü içerisinde Resulullah’a geliyorlar ve diyorlar ki, -Ya Resülallah, namazla emrolunduk, kıldık. Zekatla emrolunduk, verdik. Cihatla emrolunduk, canımızı esirgemedik. Ama bu ayet içimizden geçenlerden hesaba çekileceğimizi söylüyor. İçimizden öyle şeyler geçer ki bazen, dünyanın malını bağışlasanız kimse kalbine öyle şeyler koymak istemez. Ama elimizde olmadan onlar geçer. Dediler. Resülullah, siz sizden öncekiler gibi işittik ve isyan ettik mi? Diyorsunuz diye sorar. Onlar ağlamaktadırlar. Çünkü ayeti ciddiye almaktadırlar. Çünkü Allah’ın kendileri ile konuşmasını ciddiye almaktalar. Onlar ayet karşısında kör ve sağır davranamazlar. Onun için bu ayeti nasıl yaşayacağız diye düşünürler. Resülullah ’ta onlara böyle demeyin. Şöyle değin diyerek.
285. Bu ayetin sonunda geçen SEMİĞNA VE ETEĞNA GUFRANEKE RABBENA VE İLEYKEL MESIR. Deyin der. Onlar bu sözü tekrar ederken, bu söz ayete dönüşerek göklerin derinliklerinden yeryüzüne indi. Adeta bir müjdedir, bir muştudur bu ayet.
286. KESEBET: İnsanın hem kendisinin kazandıkları hem de başkasının kazandıklarına vesile oldukları. Yani vesile olduğunuz iyiliklerde sizin kazandığınız gibi lehinize yazılıyor. MEKTESEBET: İnsanın sadece kendisinin kazandığı, kendisinin yaptığı kötülüklerdir…Bu dua kıyamete kadar Müminlerin dillerinde yankılanacak ve bu dua kıyamete kadar hayatını iman ile taçlandıran tüm müminlerin hayatına anlam katmaya devam edecektir.

Osman Erdoğmuş
Kayıt Tarihi : 6.7.2017 11:45:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Osman Erdoğmuş