Bir hastalık tablosu, tedavisi mümkündür,
Biber gazlarıyla, iyileşebilen türdür…
Maaş da artırılsa, park bahçe de açılsa,
Temiz hava bol güneş, fayda bile sağlansa…
Fayda yine biberde, bibersiz hiç olmuyor,
..
İlk Selam
Şebinkarahisar.
Geçmiş yıllarda Giresun ilçesinin iliyken, sonraları Giresun ilinin ilçesi haline getirilen bir yerleşim birimiydi.
Bu topraklarda bir zamanlar Azzi ‘ler yaşadıkları için Hitit ‘ler buraya “Azzi Ülkesi” adını vermişlerdi. İsa ‘dan önceki 13. yüzyılda aynı topraklar Müşki ‘lerin eline geçmişti. Frigya Krallığı ‘na bağlı olan Müşki Ulusu İsa ‘dan önceki 7. yüzyılda, Kimmer ‘lerler İskit ‘lerin akınları sonucu ortadan kaldırıldı. Yöreye yerleşmiş Milet ‘liler buralarda bazı ticaret kolonileri kurdular. Fakat toprakları, İsa ‘dan önceki 6. yüzyılda Pers ‘lerin, daha sonra da Makedonya Krallığı ‘nın egemenliği altına girmek zorunda kaldı. İsa ‘dan önceki 3. yüzyılda burayı, Pontos Krallığı ele geçirdi. Bu krallığın egemenliği İsa ‘dan önceki 1. yüzyılda sona erdi ve yerini Roma İmparatorluğu ‘nun emrine bıraktı. Bizans döneminde İstanbul yani o çaplardaki adıyla Konstantinapolis Latin ‘lerce ele geçirilince Trabzon ‘a kaçan Kommenos Hanedanı burada yeni bir devlet kurdu. Zaman içinde Cenevizli ‘lerin akınına uğrayan yöre, 14. yüzyılda Hacıemiroğulları ‘nın buyruğu altına girdi. Fatih Sultan Mehmet 1461 yılında bu toprakları Osmanlı topraklarına kattı. Aynı yöre 19. yüzyıl sonlarında, Sivas Eyaleti ‘ne baplı bir sancak haline getirildi ve Giresun da Trabzon Eyaleti ‘nin merkez sancağı oldu.
İlçe, göklere yükselen iki kale arasında kurulmuştu. Bunlardan ilki; görkemini hâlâ koruyan bir kale olup yüksek ve sağlam surlarla çevrilmişti. İçkaleye birbirinden dik yokuşlardan tırmanılarak ve büyük, çift kanatlı demir bir kapıdan geçilerek girilmekteydi. İçkalede birçok dehliz, sarnıç ve gözetleme odası vardı. “Öksürük Kalesi” adı verilen ikinci kale, gerçek bir kale biçiminde olmayıp doğal bir kayalıktan ibaretti. İlk kalenin eteklerine serpilmiş olan evler, sokaklar, caddeler ve çarşılar, büyük bir düzlüğü aşa aşa ve tepelerden geçe geçe bu ikinci kaleye kadar uzanmaktaydı.
İlçenin mevsimleri kişilikli mevsimlerdi. İlkbaharın ilkbahar, yazın yaz, sonbaharın sonbahar ve kışın da kış olduğu ancak Şebinkarahisar ‘da anlaşılabilirdi. Şebinkarahisar ‘ın kışı, obir mevsimlerden çok daha kişilikli bir mevsim, başka kışlardan çok daha kişilikli bir kıştı.
..
İnternetim kesilmiş o hırsız tarafından,
Kendine geçim kurmuş üstelik utanmadan…
Bahçe duvarı yakın güpegündüz çıkıyor,
Özel keskileri var meslek icra ediyor…
Kabloları kesiyor taşıyor ve satıyor,
..
Dev binalar içinde insanlar bir arada,
Tartışmalar yaşanır, sorun davranışlarda…
Orman dersen kalmamış, doğa zaten mahvolmuş,
Tarla, bahçe veya kuş hemen hepsi yok olmuş…
Yüksek binalarımız, moralleri kırıcı,
..
Güneşten tam ısınmış, değince fark etmiştim,
Şahsımda bel fıtığı, oturmak istemiştim…
Balkondaki betona inan ki çok imrendim,
Balkon şahsıma ait, ısınmayı isterdim…
Yan daire izliyor, pencereleri bakar,
..
Onlar çok zor durumda yalnızca Rableri var,
İnsanlık tarafından bir bir yok oluyorlar…
Sahiplerince bile, sokağa salınıyor,
Açlığa sefilliğe, zulme terk ediliyor…
ALLÂH(c.c.) rızası lazım vicdan bilmek gerekir,
..
Anladım çok mutlusun, ananas getirmişsin,
Anormal bir şey değil, evvelden de bilirsin…
Manav hesaplı vermiş, sen yine de abartma,
Koy bahçe kapısına, tepene de çıkarma…
Ananas iyi meyve, şımartmaya hiç gelmez,
..
Birinci kadeh senin
İkinci kadeh benim
Eh
Üçüncü kadeh
Allah kerim
Yaş altmış yedi
Daha fazla dersem
..
Dile kolay yarım asır yaşadık,
Çiçek çimen ekdik bahçe suladık,
Ailece güzel okey oynadık,
On üç no ağladı, sağbı gidince.
Kırıldı Apartman'ın ana dalı
Gelmezmi ki geri komşunun balı,
..
KAMYON
Çocuk güneşle oynuyordu. Elindeki kırmızı kiremit parçasının kenarlarını kırıp düzelterek, kamyon şekline sokmaya çalıştı bir süre. Kiremitin arka kısmını sivri bir taşla döverek çukurlaştırdı. Sonra güneşi yükledi kamyonun arkasına sürmeye koyuldu.
Vakit öğleye yaklaşıyordu. Bahçe kapısına bitişik asmanın koca yaprakları sıcak, kaynayan gölgeler düşürdü çocuğun alnına. Yaprakların arasından tozla kaplı, çürümüş üzüm salkımları sarkıyorlardı.
..
"Babaları eve gel-e-meyen çocuklara"
Benim babam işçiydi. Şeker Fabrikasında çalıştı otuz yıl. Öyle tehlikeli bir iş yaptığı söylenemezdi. Fabrikanın Ziraat kısmının park-bahçe bölümünde çiçekle böcekle falan ilgilenirdi. Sabah sekizde işe gider beş buçukta da işten çıkardı. Ve ben neredeyse çocukluğumun her beş buçuğuyla altısı arasını havanın durumuna göre bahçede, eşikte ya da cama tüneyerek geçirirdim. Bir keresinde babamın işten çıkacağı saate yakın bir telefon geldi. İş kazası geçirmiş. Bakımını yaptığı çim biçme makinesine elini kaptırmış. Ambulansla hastaneye götürmüşler. Ona bir şey olacak diye öyle korktum ki, nerede ne zaman babasına bir şey olduğunu düşünen bir çocuk görsem onun acısını bütün kalbimle hissederim hala. Allahtan çok ciddi değilmiş durumu. Bir kaç dikiş ve bir hafta raporla döndü eve...
O zamanlar kahve alışkanlığı vardı babamın. Annemin deyişiyle "kumara" giderdi bazı akşamlar iş çıkışı. Kumar denilen şeyin çayına kahvesine çevirilen okey olduğunu yıllar sonra anladım. Ama anneme şimdi bile sorsanız, babamın o zamanlar kumar oynadığını söylemeye devam eder...
Saat altıyı geçtiyse ve babam gelmediyse eve yüzüm düşer, boynum bükülür, eve geçip, sessizce çekyatın köşesine ilişip hiç konuşmadan, başımı dizlerimin arasına çekip beklemeye başlardım. Annem hep evdeydi. Kardeşlerim de vardı. Ama ben beklerdim babamı. Çünkü babam başkaydı. Bazı şeyler olurdu hep ve onları sadece babama anlatabilirdim. (Bütün erkek evlatlar bilir, bazı şeyler sadece babalara anlatılır...)
..
seviyorum kaderimi kalbimden daha fazla
ne kadar ayrılık yaşasada kaderim
karşılıksız sevgiye alıştı yaralı gönül
nice can çekişen gecelerin gölgesinde
seviyorum mevlamın bana bahşettigi kaderimi
şehirleri süsleyen bir bahçe gibi eser
olmasa böyle duygular ne yapardım
..
'09.03.1979 Tarihli Sabah Gazetesinde neşredilmiştir.'
Erzincana düştü yolum
Bahçe, bağlarını gördüm.
Mevsim yazdı, sıcak vardı
Karlı dağlarını gördüm.
..
“Yüksek binalarımız, meşhur sitelerimiz,
Tabiatı mahveder, bu zihniyetlerimiz…”
Bunu diyemiyoruz ve düşünemiyoruz,
İçimizden geçse de bizler belki masumuz…
Şehirler çok büyüdü, belki sığamıyoruz,
..
..görebileceği kadar bir mesafeden balıkçı sandalında olanları düşündü çekilen bir balık ağının içindeymiş gibi dört duvar arasında sıkışmış hayatlar için ne söylenebilirdi ki dedi,sır gibi taşınan yaşanmışlıklar belki bir derviş sabrıyla hapsediliyordu belki de acıların boşuna olmadığına inanılan bir teslimiyetin devamıydı bu bir insan yalnızlığıydı, hafif esen rüzgar boğazın sularını buruşturuyor balıkçı sandalı bir görünüp bir yok oluyordu başlangıçta gün tuğçe için bomboş bir ayna gibi geliyor daha sonra son yağmur bulutlarının geçişine benzer sabah aydınlığını seyre koyuluyordu perdeleri çekip şehrin bu erken temiz kokusunu açık penceresinden içine çekmeyi alışkanlık yapmıştı geceden yağmur yağmış olmalı dedi yağmur damlaları tesbih taneleri gibi birikmiş pervazlara ve kuşlar hayatın varlığını hissettiren yaşama sevinçlerini artıran ötüşleri ile insana unutturuyordu yalnız olmadıklarını bugün hafta sonu dedi giyinip kuşanıp dışarı attı kendini bir yere yetişecek gibi yürüyüşlerindeki acelecilikten bir türlü kendini alamıyordu “..İşte bugün bir caddeden daha geçtim Beşiktaş’da bir ay önce bıraktığım renkteydi Beşiktaş “ diye içinden geçirdi insanların dünyasına merak salmış gibi her sese ve birikmiş kalabalığa kulak kabartıyor daha sonra kenarından geçiyordu aklına gelen her ihtimalle vedalaşıyordu “..canım acımıyordu eninde sonunda şafak söker derler geceden başka nerede bekleyebilir ki insan bu aydınlığı,kendi gecesinde kayan bir yıldız gibiyim sahte söze takılan var mıydı benden başka acaba? ..” kafasına hafifce vurur gibi yaptı mı yapmadı mı bunu söylenirken ama kendi kendine konuşması güven veriyordu ona,kaçıncı sokağa giriyordu beşiktaş’da kaç kez belki aynı caddeden yürüyordu Nüzhetiye cad.de dolanıp durduğunu gördü oysa yıldız cd.nin her zaman kendisine seslenir gibi boğazın sularına benzeşen akışı daha heyecan verici geliyordu oraya geldiğinde hiç beklemediği telafuzunda bile içine kapandığı düşünceler kaplıyordu ruhunu yine o düşüncelerin biri işte “..oysa aşkı ararken kendini kaybedenlerdendim ben! .aşk derindir..aşk serindir..aşk seninle olmaktır sevgilim…” gülmek geldi içinden hiç hazır olmadığı cümleleri kurarken fakat ne mümkün konuşacaktı kendi içinden yürümeyi anlamlı kılıyordu çünkü gülkurusu rengi parmaklarına baktı oje sürmemişti bugün gözlüğünü düzeltirken fark ettiği parmaklarını seviyordu düzenli kesilmiş tırnakları,eli ile son derece uyumluydu parmakları bomboştu herhangi bir takı takmayı bugüne kadar istemedi bu biraz hayretle karşılanabilir ama ben farklıyım dedi alışılmış yaygın sık görülür şeyler dışında kalmak kendisine ince bir mutluluk veriyordu,bazı arkadaşları gibi hayata asla küskün ve umutsuz değildi her şeye sahip olmasına rağmen işte hayat böyle bir şey dedi kimi az şeylerle kanaat ederken yol alır kimi de çok şeylere sahip olmasına rağmen bunalım ve buhranlarından kurtulamaz.Bu arada yolu adı kadar güzel ıhlamur kasrı’na düştü bu mekana bayılıyordu muhteşem bir tarih ve medeniyet inşa eden böyle bir kültürün evladı olduğu için gurur duyuyordu Çırağan sarayı önünden geçtiği zaman da benzeri duygularla dolu olsa da böyle mekanları muhteşem görüyor masalımsı buluyor ilgi ve merak içinde ruhunda heyecanlar yaşatıyordu...
...Şu modern,kent dayatmacı yaşam biçimi,taş binaları arasına sıkışmış hayatlara nasıl nefes aldırıyordu,ah giderek değişen ve yozlaşan değerlerimizle birlikte hayatları mutsuzlaştıran yaşam biçimleri insanı en kimsesiz en hırpalanmış durumlara düşürüyor diye iç geçirdi sesini yardıma çağıran birileri varmış gibi sürekli konuşuyordu tuğçe evet bu gezinti bu kendisiyle iç konuşma iyi geliyordu çerçevesi kırmızı gözlüklerine dokundu ondan güç alır gibi sık sık derin nefesler alıp veriyordu,dolma bahçe sarayının önünden geçiyordu ağaçlara tünemiş kuşları gördü ötüşerek kendi hal lisanları içinde coşkunluklarını insanlara duyurmaya çalışıyorlardı bir kuş ise kaldırımda geziniyor ileri geri tekrar baştan alıyor hareketlerini meğer minicik daha yeni tüylenmiş yavrusu yuvadan düşmüş onun üzüntüsü içinde bir müddet acı ile kaldı durgunlaştı dağılmış ve parçalanmış aile,insan ve toplum görüntülerini aklına getirdi böyle acılar içinde ve altında çoğu kez yorgun,hem müthiş yorgun olunduğu gerçeğini şehrin her köşesinde görüyordu,Dolmabahçe camisi önündeydi duygularını yokladı ilk kez bakıyor gibi adımlarını yavaşlattı taşın ve mermerin nasıl olur da bu kadar insana huzur verici oluşuna hayret ediyordu hangi mabedin önünden geçse ilginç olduğu kadar gizemli bir etkileşim yaşıyordu bunu sürekli hissetmese bile dikkatli ve isteyerek gözlemlediğinde ruhunun güzellikleri çiçekleniyordu bu çerden çöpten dünyaya rağmen,durduramadığı iç konuşma yine başlıyordu “..seni senli yerleri terkettikten hemen sonra affettim ben..aynı şehirde hissettiğim nefesini soluyamadığım anda..bazen hasretlik nelerin farkına vardırıyor biz insanlara...düşünüyorum düşünüyorum ne kadar özleyebilirim diye? sanırım ben kadar..” bunları düşünür olmasından utandı birden keşke yazabilseydi bir yerlere aklında nasıl tutacaktı şimdi eve döner dönmez hemen kağıda dökmeliydi nereden nasıl geliyordu bunca güzel hisli hoş güzel sözler bilmiyordu eli ile gözlüğünü düzelterek düşünen adam heykeli gibi bir an durdu, başını kaldırdı iki taraflı ağaçlı bir yoldan geçiyordu “..ve her renkte biraz ondan var.. işte, sevince olur böyle..gün batımının turuncusunda..gecenin siyahında..sabahın beyazında..semanın mavisinde ve aşkın kan kırmızısında ayrılığın zehir karalığında hep ondan vardır biraz.. “bu sözleri kesik kesik mırıldanırken bir taraftan düşünüyordu demek insanoğlunun hiç peşini bırakmayacak en etkili duygu sevgi kavramıydı,sahile gelmiş boğazın mavi tuzlu suyunun serinliğine heyecan ve duygularını seriyordu sabahtan beri kendini huzurlu yapan iyi doğru güzel işlerin üzerinde olduğunu hissettiren gerçeğin belki de bu şehrin manevi ve tarihsel dokusuydu Beşiktaş iskelesine gelmişti iskeleye önce eyüp vapuru yaklaştı daha sonra Üsküdar vapuru geldi.Martılar havalanıp konuyorlar balıkları yukardan bu şeffaf suda çok daha iyi gördükleri ortadaydı kendini onların yerine koydu bu karmaşık kaos dünyasında balıklardan biri gibi hissetti kendini şu şehirde bunca iyilerin yanında çokca kötülerin olduğunu her an herhangi bir bilinmez sıkıntının içinde kalabilirdi felaketlerin nerede nasıl beklediğini bilemezdi bir çok değerlerin eskisi gibi günümüzde devam etmediğine üzüldü “..değişen biz değiliz diğer şeyler..anlamını o gittikten sonra yitiren değerler..onsuz anlam buldurmaya çalıştığımız hayatımızdır değişen.. ancak onun yokluğundaki yaşadığım değişime göz yumdum ben..kayıplarım çok elbette şimdi bakıyorum da.. işte zamanın getirileri..pardon götürüleri demek daha doğru..ah nerede şimdi o güzellikler..“diye düşündü jetonu atıp vapura binmek için hızlandığında aklında tek duygu düşünce vardı okumak ve yazmak düşünmek ve başarmaktı.Martılar bu şehirde insana ne kadar cana yakınlar güvercinler kadar insana yakınlar vapur hareket ettiğinde gözlerini kapadı istanbul’u dinlemeye koyuldu doğanın yakından ve uzaktan gelen sesleri en güzel melodiler gibiydi kah açıyordu gözlerini kah kapatıyordu ve İstanbul her hali ile ruhunu kuşatıyordu aklına müzik dinlemek geldi kulaklarına gelen ilk şarkı göksel söylüyor “.. sevmesini bilmiyorsan bakma sakın gözlerime/ mutlu olmak istiyorsan inan inan sözlerime /yok yok yalan deme sevgi denen o gerçeğe/ sevmek acı gerçek acı benzer birbirineee…/ ah tekrar dinledi aynı şarkıyı daha önce hiç bu kadar güzel olduğunu fark etmemişti güneş bütün parlaklığı ile boğazın mavisi üzerinde dansını yapıyordu..
03.12.2012/Beylerbeyi
..
Bir bakardın bin yanardım
Yaşım küçük tez coşardım
Kanat çırpan yüreğini
Duymasaydım ben yanmazdım
Toroslara bir bakardın
Bir koşardın bin aşardın
Dor atın üstünde seni
..
Rutin adimlariyla
Her zamanki gibi yurudugu yolunda
Bir gun farketti ki,
Duvarlardan biri
Sira sira uzayip giden duvarlarin biri,
Bir bahce duvariydi.
Bahce duvarindan tasan gul dallari ne guzeldi meger.
..
Bir kelebek olsan uçsan gönül bahçem de
Aşk çiçeğim olsan açsan gönül bahçem de
Gül gibi, nergis gibi büyüyüp öbeğin de
En güzel kokuları, saçsan gönül bahçem de
Ağzım da dilim olsan söylesen aşkımızı
..
Yalnız sevap olsun defterde.
Azgın nefsi uyutmak gerek.
Zafer, hayra dökülen terde.
Kötülüğü unutmak gerek.
Düşmanlıklar kaybolup gitsin.
Boş öfkeyi hep yutmak gerek.
..