Vatani görevini yapan erim, askerim, Adem'ime selam. Nasılsın iyi misin? Rahatın yerindedir inşallah. Bilirim oralarda pek rahat olunmaz ama bil ki vatan için atan için bayrak için savaşıyorsun. Rabbim senin de oradaki askerlerin de yanındadır unutmayasın erim. Bizi soracak olursan çok şükür iyiyiz. Bağla bahçe ile uğraşırken, zaman gelip geçiyor; zaman geçmesine geçiyor ama her gün aldığım şehit haberleriyle yüreğim sızlıyor. İşte o zaman kalbimin vurgununu durduramıyorum. Her geçen gün kötü haber gelecek diye korkuyorum. Teskereni alıp da bir an önce dönsen diye dua ediyorum. Adem'im biliyor musun Memiş dün beşine bastı? Melahat da baba diyebiliyor. Seni bekliyor. Senin yüzüne bakıp baba diye haykırmayı bekliyor. Ananla babanı soracak olursan çok şükür onlar da iyi. Annen her gün senin için dua ediyor,çok ağlıyor ama üzülmeyesin erim ana yüreği işte. Sağ olsun mektubu muhtar emmi yazdı onun da selamı var. Allah razı olsun her işimize koşuyor. Köy halkı da sapasağlam köye ayak basmanı bekliyor. Ayakların üşümesin diye patik örmüşüm. Bilirim Hakkari’nin soğuğunu. Sen orada,sıcak olunca benimde yüreğim çok sıcak oluyor. Mektubuma son verirken oradaki vatani görevini yapan kardeşlerine de selam söyleyesin. Rabbim hep yanınızdadır korkmayasınız. Bizi hiç merak etmeyesin ama habersiz de bırakmayasın. Bol bol telefon et. Sen önce Allah’a,sonra da kendine emanetsin erim.
..
Bütün sevgiler senin olsun. Tüm nefretler de bana kalsın. Seni terk edeceğim. istediğin çiçekler vazolarında kurusun. Bana yaşattığın her bir şeyi unutacağım ve seninle hiçbir karede yer almayacağım. Tenim bir başka tene değince ben de bir başkası olacağım. Seni unutacağım. Bir temmuz akşamında meltem rüzgarları eserken çırılçıplak denize gireceğim. Sonra mehtabın altında uykuya dalacağım. Sen evine bir başkasını alacaksın. İşte o zaman can evinden vurulacaksın. Beni düşünüp ağlayacaksın. Çünkü senin kremin benim. Senin ilacın benim. Üzerine bir kabus gibi düşecek bir başkasının bedeni. Çünkü senin ruh ikizin benim. Sen bunları yaşarken ben çırılçıplak denize gireceğim. Ve tenimden dökülürken sular ben seni unutacağım. Kumlara sere serpe uzanacağım. O an yıldız olacağım ışıl ışıl. Ağaç olacağım, dal olacağım yaprak yaprak döküleceğim aşk bahçelerine. Deniz olacağım, ırmak olacağım, sel olup coşacağım ve senin adını adreslerimden sileceğim. Bahçe olacağım, gül olacağım, toprak olacağım ve yeni umutlar büyüteceğim aşk diyarında. Güneş olacağım, ışık olacağım, günlük güneşlik günler yaşayacağım. Seni böylece unutacağım. Ben artık başka tenlerde bir başka kişiliğe gireceğim. Sular seller gibi çağlayacağım. Senin gibi bir ölü deniz olmayacağım. Önce gözlerimden görüntünü sileceğim. Ve bunu ağlayarak yapmayacağım. Gözlerimin içi gülecek. Başkalarına göz kırpacağım. Tenim bir başka tene değince ben de bir başkası olacağım. Seni unutacağım. Beni harabeye çeviren sensin. Tenimi bir mabede çeviren sensin. Artık adresimde posta kodu aşk yazacak. Beni tamir edecek ellerin kapımı çalmasını bekleyeceğim. Ve elleri kır çiçeğine benzeten herkese ruhumun anahtarlarını teslim edeceğim. Sanma ki tenim zindandır. Bana dokunana özgürlüğü yaşatacağım. Sen başkalarına kul köle olmaya devam ederken ben elleri kır çiçeğine benzeyen herkese baharlar yaşatacağım ve kışları, sağanak sağanak yağmurları sana bırakacağım. Ben seni bir başkasıyla unutacağım. Elim, bir başkasının eline dokunduğunda, sana el sallayacağım. Kokum bir toprak kokusu gibi olacak. Çatlak dudaklarımda çiy dolu güller biyüteceğim ve sana güle güle diyeceğim.
..
Hindistan'da sığırlar sokaklarda dolaşır. Kutsal oldukları için kimse onlara dokunmaz. Türkiye'de de insanlar kural bilmeden, düzen tanımadan sokaklarda dolaşır. Biz de onlara kimse dokunmaz. Bizim ülkemizde de insanlar kutsaldır. Şehirlerimiz solunum yetmezliği çeken hastalar gibi. Nefes aldırmazlar insanlara. Şehirler, şehirlerimiz ne açık hava müzesidir ne de açık hava tiyatrosu. Kuralsızlığın sahnelendiği merdiven altı bir atölyedir şehirlerimiz. Rize, Zincirlikuyu mezarlığından bile daha yaşanabilir bir yer değildir ve buradan Rize belediye başkanına sesleniyorum: Rize, Zincirlikuyu mezarlığından en azından daha yaşanabilir bir yer olsun. Çam ağaçlarıyla dolu, toprakla barışık, çiçekle bezenmiş, herkesin boyunun ölçünü bildiği bir yer olsun. Rize ne beton yığını ne araba mezarlığı ne de insanların yemek sonrası genirip durduğu bir yer olsun. Dağlarıyla, dereleriyle, deniziyle küsmüş, kuzuları sadece midesinde gören bir halkla bütünleşmiş bir şehirdir Rize. Binalarının içinin koktuğu, insanlarının etle, kumaşla, parayla yıkandığı ve her gün yüreğim temiz diyen insanlarının yaygaraya verdiği bir şehirdir Rize. Bu şehir akbabalara yeterince tat vermedi mi sizce? Ne zaman bu şehirden insanlar tat alacak sorarım size? Sokaklarının labirenti andırdığı bu şehirde, aydınlığa açılan bir kapı yoktur. Tüm kapılar tüpçüye, sütçüye, lahmancuncuya açılır bu şehirde. Rize, Fransız balkonlarından lümpenliğin bir tanga misali sarktığı şehirdir. Rize, donsuzluktan tangaya geçmiş ve bu sayede çağdaşlaşmış bir şehirdir. Rize, yüzyıl sonra umut vadeden bir şehirdir. Köylüler en azından evinin yanında bir bahçe yapar. Bizim şehirliler köylüleri beğenmez ama; evinin yanındaki çöp kutusuyla yaşar. Bu yüzden şehirlimiz çöp gibi ince olmak ister. Şehirlimizin bildiği en güzel doğal manzara çöp dağlarıdır. O da bu yüzden çöp gibi incelmek ister; güzelleşmek ister. Bu ülkenin en medeni canlıları ayılardır. Bal yer, armut yer, balık yer. Şehirliğimiz gibi hak yemez... Çöp gibi de incelmeye çalışmaz. Bir pislik olmaya çalışmaz ya da bir domuz jambonu gibi olmaz. Rize, bir köy mezarlığı kadar güzel olsun, bu şehir adam oldu diyeceğim. En azından hortlamış gibi kimse barındırmaz. Bu bile yeter.
..
Ben her kış ağustos böceği olmak isterim. Ölmek için değil şarkı söylemek için bunu isterim. Hiçbir şarkıyı tamamlayamadım bugüne kadar. Hep yarısında bitti coşkularım. Ve ben dua ederken bile dilime şarkılar takıldı. Tanrı beni affetsin bu yüzden. Çünkü ben şarkılarla Tanrı'ya yalvardım. Ne zaman kar yağsa benim dilimde çam ormanlarından bir cümle oluşur. Buz tutar tüm sözcüklerim. Ama yine de sıcacık bir gülümsemeyi eksik etmem dudaklarımdan. Hemen bir şarkı tuttururum sonra çıra gibi tutuşurum. Tanrı beni affetsin yazları hep kumsal olmak isterim. Denizler beni duygulara boğar ve hep ağlarım. Bu yüzden kumsal olup güneşi içime dökerim. İşte ben hep böyle şarkılar söylerim. Nedendir bilinmez hep şarkılar dudaklarımda titrer. Gören beni üşüyor zanneder. Oysa ben bir uçurum kenarında olurum. Ve ben öylece aşka düşerim. Çam kokulu şarkılar söylerim. Yaşamak isterim ağaçların köküne tutunarak bayırlardan yukarı çıkarak. Çünkü bayırlar sırtıma benzer. Hep acıyı yük edindim bu zamana kadar. Şimdi dağların sırtında mor menekşe olmak isterim. Ormanların koynunda çam kokuları arasında hafiflemek isterim. Ben her kış ağustos böceği olmak isterim. Çünkü ben yazları içimi kime dökeyim. Her yerde kelebekler uçuşur. Benimse kolum kanadım kırılır. Çiçekler benim dünyamın yabancı cennetleridir. Oysa ben o saatlerde ateşler içinde yanarım. Bu yüzden daha çok cehenneme inanırım. Tanrı beni affetsin. Çünkü ben şarkılarla dua ederim. Ve her ne zaman şarkı söylesem arkamda saz ağlar, keman ağlar. Bense dili tutulmuş şarkıcılar gibi hep içime ağlarım. Ben yazları çiçekler içinde sahte cennetler yaşarım. Bu yüzden gerçek cennete inanırım. Ve ben Tanrı'dan gül değil, karanfil değil, ağustos böceklerinin bir orkestra gibi ritim tuttuğu bahçe isterim. Çünkü ben çimenler üstüne yatıp şarkılar söylemek isterim. Şarkılarım hep seni söyler Tanrı'm. Bu yüzden beni affet. Ben bir insana asla şarkı bestelemem. İnsan ki küçük tepeleri yarattım der, küçük bir yel esse altına eder. Hangi sabahı yaratmış ki, gün boyunca bir insana diz çökeyim. Ben sade sana şarkılar söylerim. Kavgamın türküsüsün sen Tanrım. Ben yeryüzünde, kış ortasında, tüm kapılardan kovulurum. Çünkü ben bir sanatçıyım. Şu dünyada estetik duyarlığa sahip olan kaç kişi var. Herkes sevgiden bahsediyor. Öküz de ineği sever. Ama öküz aşk şarkıları bilmez. Tanrım beni affet. Ben sana şarkılarla dua ederim. Şarkılarım bir çam ormanına benzer. Tanrı'm lütfen ormanlarımı ateşe verme. Dünyamı cehenneme çevirme. Ben her kış ağustos böceği olmak isterim. Ölmek için değil şarkı söylemek için bunu isterim. Hiçbir şarkıyı tamamlayamadım bugüne kadar. Beni affet. Tanrı'm lütfen en az bir şarkıyı bana ezberlet. Tanrı'm düştüğüm çukurlardan bir dağ yapıp çıkmamı bana öğret. Çünkü ben senin nazarında alçalmak değil, yükselmek isterim. Sana ağustos böceği gibi şarkılar söylemek isterim. Lütfen beni kapından geri çevirme.
..
Çiçek saksıda mı olur sadece? Neden ben hep aynı yerdeyim? Bunca bahçe kime tarh? Ben niye hep aynı yerdeyim? Gece gündüzlerden ayrılır, su pınarından, yaprak dalından ayrılır. Ben ise ayrılamam durduğum yerden. Böyle yazılmış kaderim ezelden. Ben ne montumu değiştirmek, ne evimi değiştirmek, ne eşyaları değiştirmekten yanayım, ah ah kaderim değişmedikten sonra. Bir ayrılık şarkısı özler dudaklarım. Şöyle bir daha geri dönmemek üzere kuşlar uçurmak ister ellerim; ama hangi balığı salsam denize dört tarafında köpek balıkları olur. Bu yüzden ufka bakmak gözlerimi korkutur ve bir gün ölmek pahasına da olsa ayrılırım bu kıyılardan. Ayrılık: nereye gidersem gideyim-ister mezara, ister başka diyarlara- cennetim olur ve uzaklar ayrılıkları getirsin diye ben ona giderim. Bu gidiş hayata gidişim olur. Aşk, hayatın ta kendisidir. Aşığım sana hayat. Koşmak isterim sana. Çağır beni okulun dışından, evin çıkışından, ufuktan, dağların ötesinden, caminin eşiğinden, sinema girişinden. Tüm randevularımı ve tüm işlerimi bırakıp bir işsiz gibi peşine düşerim. Çağır beni hayat. Kulaklarım sende. Ben anca yorgunluğumu sana koşarsam yenerim.
Saksılarımız değişmekte, toprağımız değişmekte. Aynı balkonda yaşamaya devam. Bulutlara, ağaçlara selam. Bu mudur hayat vesselam.
Bunca ovalar buğdaylar için mi? Benim koşmam gerekmez mi? Bunca platolar atlar için mi? Benim de koşturmam gerekmez mi? Çağır beni hayat; ovalardan, platolardan çağır. Ovalarda sana koşmaktır amacım. Zira sana aşığım.
Adalet peşinde koşmayanların işi, iftiradır, ön yargıdır, hastalıktır, bulaşmaktır. İnsanların bana adaleti sadece kalem yerine kalbimi kırmaktır. Çağır beni hayat. Koşayım adaletine, güzelliğine ve neşene. Sen bana adil davran. Bak nasıl da aynı bahçede ne renkli güzellikler var. Kokunu ver bana, suyunu ver bana, ekmeğini ver bana. Ben de sana yüreğimi vereyim. Ne olur artık seni seveyim ey hayat!
..
Her seferinde daha geniş bir dünyaya açıyorum gözlerimi.
Büyük bir kayalığa tırmanırken her adımda yepyeni bir manzara
/ bizim aşkımız
Ciğerlerimi açıyorum hayata, kendim olamayacak kadar
/ seninle doluyorum.
Senin yanında baştan aşağa, tepeden tırnağa duygu oluyorum.
Kalbim çiçeklerin fışkırdığı bir bahçe adeta senin yanı başında
Sayısız sevinçlerin her birinde bir çiy tanesi gibi parlıyorsun.
Bütün ruh ateşlerimi söndürüyorsun / yağmurlar bırakıyorsun
..