Gülün yaprağında bir çiğ tanesi yüreğim;
Bakışları efsunlum, sensin benim ereğim...
O gözlerin hüzünlü, açar sinemde yara;
Mahsun gönül evime olur musun direğim?
Aşkının odu yakar bu bedeni nâr olur;
Seni sevdim ömrümün, baharında, yazında,
Yaralıdır yüreğim, kaldı kış ayazında,
Hüzün gözlüm, adımı anar mısın sazında?
__________Gözlerim yollarını, bekliyor gündüz-gece;
__________Adın dilimde zikir, her anımda her hece…
Yaratıcımız ve Rabbimiz olan Allah (c.c.) Kurân-ı Azîmüşşân vasıtası ile kullarını muhatap alıp onlara yol gösterir. Bu onlara kıymet verdiğinin ifadesidir.
Kurân-ı Kerîm, Yüce Kitâbımız, bu sebeple hayatımızın her alanını doldurması ve yönlendirmesi lazım gelen rehberimizdir. Varoluşumuzun sebebini, hayatımızın gayesini, bu dünyaya neden geldiğimizi, kimin bizi bu dünyaya ne amaçla gönderdiğini ve bu dünyada nasıl bir hayat yaşamamız gerektiğini bizlere tarif eden, bize Yaratıcımızı tanıtan ve bizi Ona sevdiren klavuzdur.
Kâmil insan olmanın şifreleri dişlilerine kodlanmış bir anahtardır...
Rehberdir Kurân-ı Kerîm, klavuzdur...
Asr_ı Saadetten tablolar geliyor gözümün önüne…
Mekke’den, Medine’den, Taif’ten…
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in o ruhlara huzur, gönüllere sürur veren hayatından kesitler. O’nun gökteki yıldızlar kadar seçkin ashabından modeller…
Öyle dehşetli bir asırda yaşıyoruz ki, insanlar şaşkın. Ne yapacağını, nasıl yaşayacağını, kimi kendisine örnek alacağını bilemez durumda. Çocuklarımızın, gençlerimizin sahte kahramanlarla,bizden olmayan, ahlâkı sükût etmiş insan görünüşlü ne idüğü belirsiz mahluklarla süslü hayalleri…
Oysa bizler müslümanız. Bu kadar şaşkın olmamalıyız. Yolumuzu aydınlatacak, bize misal olacak o kadar çok yıldızlarımız varken tarihimizde, hangisine tutunsak yolumuzu buluruz.
Aslında bizi kurtuluşa götürecek, tereddütlerimizi izale edecek misallerimiz olmadığı için değil bu şaşkınlığımız, bizim onları bilmeyişimizden. Hayatlarına vakıf olmayışımızdan. Bize yol gösterilmeyişinden kaynaklanıyor. Oysa biraz araştırsak, biraz okusak, anlasak. Hayatımıza yön verirken neyi esas almamız gerektiğinin idarkine varmış olsak...
Odamda yalnızım yine, elimde bir bardak demli çayım…
O içmeyi çok sevdiğim,büyük kulplu bardağımın içinde.Hasreti de demledim, çayla birlikte…
Gözlerin..
Ah o hüzün kokan gözlerin. Tıpkı bir bardak demli çay renginde. Buruk acıydı tadı biraz ama hayat da böyle. İşte bunun için seviyorum çayı belki de ve işte bunun için tiryakiyim sana da çayla birlikte..
Gözlerindeki sonsuzluk tutkusuyla,
Maviyi özlerdi hep Meryem yürekli kadın.
Birkaç bilinmeyenli bir denklemdi…
Hayat denen çözümü zor bilmecede
Kimlik sorgulaması yaparken
Seçmek vazgeçmektir, sevmekse razı olmak..
Aslında çok şey anlatıyor insana bu kısacık iki üç sözcükten ibaret cümle.
İktisatta “Maksimum fayda teorisi” vardır. Pratikteki uygulaması, ihtiyaçları zaruret derecesine göre sıralamak ve en başlara en zaruri olanları koymaktır. Hayata geçirdiğim ve çok istifade ettiğim bir metoddur bu. İsteklerin arasında seçim yapmak ve en çok ihtiyaç olanı daha az ya da lüks olana tercih etmek. Gerekli gereksiz harcama yapmamak. Basit ve sade ama huzurlu yaşamak da diyebiliriz. Vazgeçtiklerin, seçtiklerinin teminatı oluyor.
Kimyada da var buna benzeyen durumlar. Çok ilginç bir bilgi belki ama dikkat çekici. Mesela: Varlığın en küçük parçası olan atomlar, molekülleri oluşturmak için bir araya gelirken seçici davranıyor, rastgele bir birleşim uygulamıyorlar. Bir misal verirsek, hidrojen, oksijen ve kükürt atomları bir arada ve birbirleriyle birleşmeğe müsait şartlar altında bulunduklarında, öncelikle hidrojen ve oksijen atomları birleşiyor ve suyu oluşturuyor. Ancak oksijen ile hidrojen atomları doyum noktasına ulaştığı zaman kükürt tercih sebebi olabiliyor.
Yüreğini çıkarıp ta vermek midir anne olmak? Ya da tek başına bu yeterli midir?
Cenab-ı Hak yüz şefkatinden sadece bir tanesini yeryüzüne dağıtmıştır. Bütün canlılar arasında, dişi olanlara paylaştırarak. Sadece bu bile yetmektedir anneleri şefkat kahramanları yapmaya..Bu kadar küçük bir oranda bu kadar yüksek bir kahramanlıksa, aklın sınırlarını zorlamaktadır. Acaba yüzde bir bu kadarsa yüzün hepsi ne kadardır, öyle ya...
Kadına verilen bu duygu ise mutlaka boş ve anlamsız değildir. Neden erkeğe değil de kadına verilmiştir, bu da ayrı bir konu. Bunların hepsi ayrı ayrı irdelenmesi gereken ve geniş münazaratlar gerektiren konulardır başlıbaşına...
Erkek fıtrat olarak, dışarda çalışıp ailenin geçimini temin etmeğe müsaittir. Ve ailesini koruyup kollamaya. Bu yüzdendir ki ona daha çok cesaret ve kahramanlık duyguları yoğun verilmiştir. Eğer şefkat ve merhamet hissi olsaydı aynı yoğunlukta bu beraberinde bir zayıflığı getirecek ve dengeler değişecekti. Belki güçsüz düşüp hayat mücadelesinde yıkıma uğrayacaktı.
Aynı şekilde kadının aslî vazifesi de evinde çocuklarıyla ilgilenip onları hayata ve hayat ötesine hazırlamaktır ki; burada şefkat duygusu ön plana çıkmakta. Eğer onda da cesaret ve kahramanlık fazla olsaydı, erkekleşen yapısıyla ne eşine itaat edecek ve ne de çocuklarının ihtiyaçlarını tam karşılayacaktı.
Oysa bu zamanda herşey o kadar birbirine karışmış vaziyette ki; kadın aslî vazifesini bilmem kaçıncı sıralara atmış, çalışma hayatında kariyer derdine düşmüş, bir toplumsal statü peşinde koşturup durmakta.
Sevdalı Bir Öykü: Ebru, Hüsn-ü Hat ve Tezhib San`atları
Bu bir hikayedir… Yürek imbiğinde sevda damıtanların rol aldığı….
Bazen kelimeler yetmez yüreğindekileri ifade etmeğe...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!