Sisli bir gece, donuk bir ay ışığı; tıpkı hayat ve hayaller gibi donuk. Günlerden ne! Saat kaçı gösteriyor! kimsenin umurunda değil. Genç kızların çeyizimde şu da olsun çabası kalmamış. Anneler, çocuğum okusun da büyük adam olsun diye umutlara kapılmıyor, yarınlar için umutlar ve hayaller kaybolmuş bu şehirde. Savaşın izleri pardon pardon bu işgalin bu kalleşliğin izleri uzunca bir süre silineceğe benzemiyor.
Üçüncü senesini de geride bırakıyor işgal.Destanlara konu olan şehirden geriye; enkaz yığınları, ağlama, feryat, figan sesleri, ağıtlar ve beddualar kalıyor. Sora sora bulunmuyor Bağdat. Zaten soranda yok. Ne ana gibi yar var ortada ne de Bağdat diye bir diyar. Şöyle kaldırıp kafamı bakıyorum şehre; gündüz atılan bir bombanın sebeb olduğu yıkıntı. Bir kaç kişi can vermiş, ceset çıkartma çalışmaları! devrik bir minare, minareyi düzeltmeye çalışan bir kaç ihtiyar. Devam ediyorum yürümeye, ağıtlar yakan bir ana son evladını da teslim etmiş toprağın bağrına. Az ilerde üç genç kız. Onlarında yüzündeki ifade de diğerlerininkinden. Birinin yeni evlendiği eşi diğerinin de nişanlısı şehit olmuş, üçüncüsü henüz ufak, olan bitenin farkında bile değil. Çok üzgün bir halleri yok, acının tarifi mi yansımamış yüzlerine! diye geçiriyorum aklımdan. Elinde bilyelerle dolaşan bir yetim, ne olduğundan habersiz bir şekilde dolaşmakta ortalıkta. Anası ve babası ölünce geride kalanlar sahiplenmiş yavrucağı. Her kadını ana, her adamı baba bilmiş.
Meydanda toplanmış bir kalabalık var, aralarında konuşuyorlar; ‘Bu daha ne kadar devam edecek böyle! ’ Her gün evleri basılan, sorgu için götürülüp bir daha eve dönmeyen yakınlarından, haber gelmeyen kaçıncı gün. Haber yok! sağ mı değil mi. Ölülerine cenaze töreni bile hazırlayamayan bir halk. Cesedi musalla taşına koyamadan ve cenaze namazını kılamadan kaybedenlerle dolu. Çok nadir burada ölenin arkasından kılınan namaz! ve namaz kılacak mekan 'Yeryüzü mesciddir' Çünkü sağlam cami kalmadı şehirde!
Devam ediyorum yürümeye; kalabalıktan ayrıştırmış kendini bir ihtiyar, yanında bastonu, şehre sırtını dönmüş, ay ışığı yüzüne vurmakta, sigara sarıyor. Selam verip oturuyorum yanına. Sardığı sigaradan uzatıyor. Teşekkür edip 'bıraktım' diyorum bıraktım. Sert bir ifade ile yüzüme bakıp 'neden' diyor. Neden! ‘öldürür mü? Sigara adamı. Cevap vermeden alıp yakıyorum sigarayı. Bakmadan yüzüme devam ediyor kendi sigarasını sarmaya. Ailesinin son ferdini de bu gün kaybetmiş. Eşini. ‘Evlendiğimizden bu yana ilk defa O'nsuz bir gece geçireceğim. Çok uzun bir gece olacak umarım çok fazla gece geçirmem’ diyor. ‘çocuklar torunlar ve en sonunda da O! şükrediyorum halime, ya giden ben, kalan O olsaydı! Yok yok böylesi daha iyi O hiç dayanamazdı’ diyor. Gözlerinden akan, toprağı ıslatan yaşla. Benim söyleyecek bir şeyim yok, sessizce kalkıyorum yanından.
Az ileride başka bir kalabalık. Kalabalığın arasında beyazlar giyinmiş, siyah sarıklı, elinde sopa ile bir adam. O konuşuyor diğerleri dinliyor. Sanırım hoca! Birisi hocam diye sesleniyor O'na. 'Ama hocam’ diyor ‘ama’ Belli ki çaresizliğinden bahsediyor. Hoca sabredenleri müjdeliyor. Allah kitabında böyle buyurmuş 'Vebeşşirissabirin'
Ve bizler….bizler ne yapıyoruz bu konuda?
Bir Cuma namazı çıkışı, imamın telkiniyle Irak için cebimizden çıkan 3,4 ytl.
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telâş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel,
düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!