Mektubunda resmimi istemişsin,
Ne de güzel içini süslemişsin.
Katlayıp ucunu da islemişsin,
Bakam dedim bakamadım, zor bacı…
Bakam dedim bakamadım, zor bacı...
Beyaz, ipek gibi yağdı kar
Bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde
Arkadaşlarımı düşündüm, sevgili şeyleri
Sanki her şey bizimle var ve bizimle olacak
Şarkılar çaldı odalarda
Bütün insanları sevmek gerektiğini düşündüm
Devamını Oku
Bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde
Arkadaşlarımı düşündüm, sevgili şeyleri
Sanki her şey bizimle var ve bizimle olacak
Şarkılar çaldı odalarda
Bütün insanları sevmek gerektiğini düşündüm
.
UCU YANIK MEKTUP
.
Şimdi “eskiden” diye söze başlasam, ne denileceğini duyar gibi oluyorum.
Unutulmamalı ki, yaşanılan her zamanın kendine has güzellikleri, özel tarafları mutlaka vardır.
Kasaba veya köy hayatı deriz de, bazen önemsemeyiz. Hatta hafife alanlarımız bile olur. Oralarda yaşanılan doğallığı, sadeliği, içtenliği bilmeyenlerdir, böyle düşünenler.
Sevmenin, aşkın, bağlanmanın doğalını, hasını, özünü göremeyenler, o hayatı hiç tanımamış olanlardır.
Bir kız, bir oğlana yangınsa el emeği, göz nuru, kendi gibi insan kokulu mendili işler, onu bir şekilde sevdiğine ulaştırırdı.
İçten duyduğu hasretini, gönül yarasını, ruhunun sızısını en içten duygularla yazar. Sonra da en güzel resimlerle, çiçeklerle bezer.
Gönül yarası dayanılamayacak kadar fazlaysa mektubun ucunu hafifçe yakar ve öyle verir veya bir çocuk aracılığıyla gönderirdi.
Gizli mektuplaşma yerleri varsa oraya koyardı.
Gönlü yanmaktan is tutmuşsa durum çok vahim demektir.
Hele hele resim alıp vermek mi?..
Ya duyulursa?
Resim, neredeyse namus kadar önemliydi…
“Bu kız, bu oğlana yangın” derlerse ve ola ki o iş olmazsa yarınlar, o kız için çok zor olurdu.
.
İyi de bu sevdalı kim?
Hem resim ister, hem de “bacı” der!..
.
Sızılar, gün ağarınca geceye gömülse…
Sevdalılar için için yanar, derinden derine inlerler. Yine de derdini yabana söylemezler.
Bülbülün güle feryadına benzer, her bir ah u zârı.
.
Gerçekten dağ silsilesi midir, sevdalıları ayıran?
Gerçekten gurbetlik hasret mi?
Yoksa istemeyenler, engel çıkaranlar, uygun görmeyenler, beklentisi olanlar mı?
Düşmek bilmez cemreler, vicdanlara…
Aşığı, Mansur gibi dâr’a çekerler.
Asarlar yetmez!..
Bedenden – baştan, elden – koldan ederler.
.
Hani şöyle bir bilmece sorulsa:
“Anahtarsız kilitli kapı nedir?”
Kaçımızın aklından geçer, “kalp – gönül” olduğu?
Gönül kapısının kilidini açacak maddî hiçbir anahtar yoktur. Anahtarı olmayan kilidi açabilecek tek sır, tek gerçek dildir.
Gönül kapısını açacak, yarasına merhem olacak da dildir. Sözü hak söyleyen, sözü özden söyleyen, sözü tatlı ve içten söyleyen bu kilidi diliyle, lisanıyla açar.
.
Kerem misali, kilitsiz düğmeleri sazı ve sözüyle açmaya kalkanlar da küle döner.
Bu bir ‘düş’ ise neye yoralım be bacı?
.
Baştan ayağa yangın yeri.
Dışı yansa da ruhu kırağı, buz kesen ayaz…
“Yüce dağ başında kar eksik olmaz
Dumanlı bacada yar eksik olmaz.”
.
Dilerim, karı - dumanı Allahuekber’deki gibi kar çiçeklerine sebep olmasın.
.
“Allahuekber” de!..
De, bacı!..
.
Sevgi, saygı ve selamlarımla…
.
Hikmet Çiftçi
20 Şubat 2021
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta