Çocukluğumda hiç kimse bana anneni mi daha çok seviyorsun yoksa babanı mı diye bir soru yöneltmedi. Çünkü hayat bana sadece annemi sevmemi söyledi. Ben sadece bana ait olan bu kuralı hiç kimseye söylemiyordum zaten hiç kimse de hatırlatmıyordu. Bu iyi bir şey oluyordu belki de çünkü bu sayede ben bu katı kuralı tepiyor annemi de babamı da çok seviyor ve kendi kendime bana asla sorulmayacak olan o soruya akıllıca bir cevap buluyordum. Benden böyle bir cevabı duymadıkları içinde akıllı bir çocuk olduğumu hiç kimse fark etmiyordu.
Zaman hızla geçiyor ve ben çocuklara bu tatlı sorudan başka şeyler söylendiğini de öğreniyordum. Tabi başka başka içinde kardeşim ve ben olmayan çocuklara, yaramazlık yapan çocuklara oysa bizde yaramazlık yapıyorduk. Ama hiç kimse bize sol elinin o uzun ince işaret parmağını gözümüz hizasında sallayıp göstererek, akşam baban gelince görüşürüz, babana söyleyeyim de gör ya da babası şu çocuğuna baksana gibisinden can sıkıcı ve gereksiz bir laf kalabalığı bahşetmiyordu.
Belki de bu yüzden kalabalık değil yalnız geçti her günümüz. Bütün çocuklar hayatın gereksiz hengâmelerini öğreniyorken biz hayattayken yapmamız gerekenleri öğrendik hep.
Sonraları okul denen başka bir şey daha çıktı karşımıza. Bütün çocukları babaları götürürken, bizi ilk amcamız götürüyordu okula. Bir başka amcamız defter kalem veriyor, biz kardeşimle silgiyi bıçakla ikiye bölüyorduk paylaşmak için. Herkes çifter çifter silgiler kullanırken bizim elimizi değil belki ama yüreğimizi kanatıyordu o hain bıçaklar.
Okula alışıyorduk yavaş yavaş öğretmenlerin babanız ne iş yapıyor soruları ara sıra gerçekte olsa genellikle yalanla yanıtlanıyordu. Ağır geliyordu herkesin içinde gerçeği söylemek. Veli toplantılarına kimi zaman amcalar gidiyor kimi zamanda hiç bir şeyden haberi bile olmayan dayılar ama çoğu zaman hiç kimse.
Zayıf getirmekten korkmuyorduk karnede ya da istemiyorduk çok çalışıp takdir teşekkür almak, çünkü ne birileri kızıyordu zayıf karneyi görünce ne de bebek bisiklet müjdesi veriliyordu takdir teşekkür getirince.
İzin almadan gidiyorduk her yere, kayboluyorduk bir gün bir parkta kardeşimle oyuna dalıp bulmaya başkaları geliyordu. Bir numara büyük gelse de bize hayat, dolaşıyorduk mahallenin her yerini diğer bütün çocuklarına inat. Komşular seviyordu bizi asıl sevmesi gerekenlerin yerine.
Annem çaresiz,hatasız riyasız ve yalansız büyütmeye çalışıyordu bizi,günler aylar yıllar geçiyor bir yanımız kırık bir yanımız eksik bir yanımız sessiz büyüyorduk büyüdük....
Liseyi bitirdik, yalanlarla gerçekler arasında, hayat bir angaryadan ibaretmiş öğrendik.
Ve küçükken hatırlatılmayan kuralları gün geldi hayat hatırlattı.
Hadi hayat size babanızın öldüğünü hatırlatmadan siz onu hatırlayın.
koşun kucaklayın..........................
Zehra Yılmaz
Kayıt Tarihi : 2.6.2006 14:18:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Biliyor musun seni nasıl özledim baba
Akşam gelirsin diye yolun gözledim baba.
Tadı-tuzu kalmadı sen yoksun evimizin
Mutluluğu unutup her gün ağladım baba.
Yokluğun ölüm gibi çökünce üstümüze
Gülmeyi unutarak kara bağladım baba
Ellerin okşar mı ki bir daha saçlarımı?
Gözyaşlarımı tutup, elden sakladım baba
Uzaktan gördüğümü sana benzetiyorum
Ah bilsen özleminle nasıl çağladım baba.
Hasretin ile yanan şu mazlum yüreğime
Yokluğunu taş edip, onu dağladım baba…Bekir Urfalı
burası sözün bittiği yer...+10
TÜM YORUMLAR (14)