Hayatımda kendimi bildiğim andan itibaren öncelikle sevmeyi, sevgiyi, acımayı hep annemden öğrendim doğal olarak...
Ama, hayatın dik uçurumlarından aşağıya düşmeden ve kaymadan inmeyi; dimdik tepelere de, hayatın dallarına sıkıca tutunarak tırmanmayı ve bu şekilde, o özlemini duyduğum zirvelere ulaşmayı da babamın sert mizacından öğrendim. Hele ki çocukluğumdan beri kulağımda çınlayan bir sözü var ki, hayatın ince sırrı gibiydi: 'Oğul, sen işten korkma, iş senden korksun'...
Geriye adım atmama felsefesinin ilk tohumlarıydı bu kelimeler benim için. Sonra da, sert rüzgarlarda sağa sola hafifçe esneyerek, amma yere çok sıkı ve sağlam basarak yıkılmamayı ve hep dimdik durmayı öğrendim...
Daha küçük çocukken, babam pazar günleri de çalışırdı. Her pazar biz üç kardeş uyanır uyanmaz hemen babamın yatak odasına koşardık, ama tabii sonuç hüsran olurdu, çünkü babam yine erkenden çalışmaya gitmiş olurdu. İçimiz burkulurdu ama annem, babamızın çalışması gerektiğini, yoksa bizim rahat okuma hayatı sürdüremiyeceğimizi söyleyerek yatıştırırdı. İşte daha o zamandan anlamıştım hayatla mücadelede en önemli unsurun 'çalışmak, çalışmak. hatta daha da çok çalışmak' felsefesinde yattığını...
Liseyi bitirip üniversite sınavına girdim ama tatminkar yerler kazanamadım 1972 yılında. Babam zararı yok seneye kazanırsın diyerek teselli etmişti. Ama aradan bir ay bile geçmeden birgün bana kızdı ve böyle boş oturacağına gazeteyi incele, İstanbul'da bir hazırlık kursuna yazıl dedi. O dönemde Zonguldak'tayız ve ben bir keresinde 4 günlüğüne 1968 yılında gelmiştim İstanbul'a. Kaldı ki o zamanlar bu kurslar yeterince yoktu ve yeniydiler. Ama babam nasıl olduysa bu noktayı yakalamıştı, kendisi ilkokuldan sonra istediği halde dedem rahmetli okutmamıştı kendisini. Başarının sırrını görerek o meşhur tarihi sözü söylemişti: 'sen yeter ki oku, ben ceketimi satacağım yine seni okutacağım'. Bu sözü her hatırlayışımda bugün bile gözlerim doluyor hüzünle...
Ve ben böylece İstanbul'un yollarına koyuldum, bir sonbahar akşamının kışa dönmeye başlayan kızıllığının, ayaza çaldığı soğuk ve puslu bir gecede başladı umuda yolculuğum. Geliş o geliş buralara, kaldık ki ne kalmak. Başlarda acemiliğim nedeniyle pek çok sıkıntı ve zorluğu yaşadım. Hayatı tanıdım, yeni dostluklara yelken açtım. Acı tatlı birçok şey yaşadım.
Şimdi babamlar da İstanbul'dalar. Ve ben birgün babama dedim ki: 'Baba Allah senden razı olsun, sen beni o zamanlar evden kovmasaydın, bugün hayatı bu kadar dolu yaşayan ve tanıyan bir insan olamazdım. Zonguldak'ta sıradan bir insan olarak kalırdım, amaçsız, sıradan ve statükonun dişlilerine kendini teslim eden birisi olurdum'.
Ayrıca beni Zonguldak'tan yolcu ederken söylediğin tarihi cümleyi de unutamadığım gibi, hayatımın akışında hep yön gösteren bir kuzey yıldızı gibi parladı. Annem bana binlerce tembih, nasihat ve telkinlerde bulunurken, sen sadece tebessüm ettin. Sıra seninle vedalaşmaya gelince de şunları söyledin: 'Oğlum, ben sana hep güvendim, yine çok inanıyor ve de güveniyorum. Sen ne yapacağını bilirsin, yolun açık olsun'. İşte bütün sır da bu cümlede saklıydı...
Bütün yaşantımdaki çetrefil ve hengame içinde ne zaman yanlışa ve dara düşsem, hemen hafifçe gözlerimi kısarak, babamın bilgece sarfettiği o unutulmaz sözleri söylediği anı gözlerimin önünde canlandırdım. Her yerde karşıma çıktı babamın o sözleri sarfettiği an' ın fotoğrafı. Her seferinde önce irkildim, sonra düşündüm, daha sonra da babamın hayaliyle hasbıhal ederek kendi kendime 'haklısın baba' diye mırıldandım. Bugün bu kadar sevecen, duyarlı ve yürekli isem, babamın hakkını hep teslim ederim...
Ve bugün bu yaşımda babama şunları söyledim: 'Baba, sen beni en zor şartlarda, en yokluklarda ve hatta yanımda bile değilken o veciz cümlenle doğruluğa yönlendirdin. Ben de işte bugün sana, hayırlı bir evlat olarak vefamı gösteriyor ve evlat olmanın sana hizmet etmenin tadını çıkarıyorum. Üzerinize titriyorum, ama bütün bu yaptıklarımla bile, sizlere olan evlatlık ve vefa borcunu ödeyemem. Dünyadaki en değerli hazineyi önünüze sersem, değerinizi ölçemez. Siz beni öylesine yetiştirdiniz ki, hep alacaklısınız benden. Dünya döndükçe de hiç değişmeyecek bu gerçek. Sizleri bütün ömrümce sırtımda taşısam bile hakkınızı ödemekte aciz kalırım'.
Sen benden hep alacaklısın baba, ama ben de iki çocuk babası olarak diyorum ki; onlara babalığın tüm gerek ve inceliklerini senden aldığım feyz ve bilgi birikimi ile yerine getirmeme rağmen, onlardan zerre alacaklı değilim. Yeter ki onlar benden alacaklı çıkmasınlar. Yaşadığımız şu devir, çok ama çok zor şartlar dayatıyor hayatımıza. Değil bana evlatlık yapmaları, ayakta durmayı başarsınlar yeter benim için...
Benim yiğit ve bilge babam, işte ben seni o günlerle bu günleri kıyasladığım zaman, gözümde, beynimde, yüreğimde ve duygularımda bu yüzden yıkılmaz abide yaptım. Öylesine abidesin ki yiğit babam, bazan azametine bakarken, ışıltısından gözlerim kamaşıyor bakamıyorum...
Allah senden razı olsun baba, sana biz evlatlarınla daha nice uzun seneler yaşamak nasib etsin. Ve bana da daha nice uzun yıllar sana evlatlık yapmak nasib etsin...
Darısı da, bir baba olarak bana nasib olur inşallah...
Sevgi ve saygılarımla, derin muhabbetlerimle ellerinden öperim baba...
(Şiir Tarlası Grubu 'Baba' konulu etkinlik için yazılmıştır.)
(17.10.2005)
Burhanettin AkdağKayıt Tarihi : 18.10.2005 00:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Amin...
sevgilerimle.
Babanıza uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum.
TÜM YORUMLAR (6)