Çok küçükken, -ne kadar olduğunu tam hatırlayamıyorum ama sanırım düşünme yeteneğimi keşfettikten bir süre sonrasıydı- babam hapşırdığında herkesin "çok yaşa" demesini garipsemiştim. Herkes aynı cümleyi kuruyorsa bu hapşırmak kötü bir şeydir diye geliyordu bana. Ne zaman babam hapşırsa bağırabildiğim kadar "çok yaşa" diye bağırırdım. Aradan bir süre geçti ve büyüdüm. "Çok yaşa" demenin sevdiklerimizi elimizde tutmamıza yetmeyeceğini öğrendim. Sevdiğiniz insanların da bir gün ölebileceğini düşünün. Siz kırıp geçerken onların da bir gün ölebileceğini..
Çoğumuz, babamız henüz hayattayken onun yüzüne bir kere bile dikkatle bakmayız. Baba, “baba” demeye başladığımız günden itibaren sürekli karşımızda duran bir alışkanlıktır. Yıllarca babamızdan değil, bir alışkanlıktan bahsederiz: Annemize, “babam bugün niçin gecikti? ” diye sorarız; kardeşimize, “babam yine su istiyor,” der ve dertleniriz; bazen de “babama hangi yalanı uydursam,” diye planlar kurarız kafamızda. Baba, her seferinde, bize biraz uzak, biraz yabancı birisidir. Her gün elbiselerini giydirip sokaklara saldığımız o “biraz” yabancının, zamanın karşısında nasıl da eriyip gittiğini fark etmeyiz bile. Oysa ilkin ve hep onun elbiseleri yaşlanır, ilkin ve hep onun saçları ağarır, ilkin ve hep o öksürür. Bir alışkanlığın perde gerisinden baktığımız o yüzde zaman, çizgilerden, girintilerden ve çıkıntılardan yeni bir yüz yapar; bunu da fark etmeyiz. İçimizden az buçuk dikkat kesilenler bilirler ki, baba, gözaltlarındaki torbalarda yorgunluk biriktiren kederli göçmenidir evimizin. Bir an gelir, gözaltlarındaki torbaların bağcığını gözlerinin feriyle bağlayamaz olur artık. O iki bağcık da, hiç ummadığımız bir vakitte, hiç ummadığımız bir yerde çözülüverir. Çözülüverir ve babamız, bizden sakladığı bütün yorgunluklarını orta yerde bırakıp, kederli yüzünü terk eder. Biliyor musunuz? Babamız bir gün gerçekten ölür!
Ve insan babası ölünce büyüyor,çünkü yalnız başına kalıyorsunuz o zaman artık.
Ne zaman ki babanızı kaybediyorsunuz,işte o zaman gerçekten büyüyorsunuz.
Çünkü çınarın gölgesi yok artık üzerinizde,çünkü artık o nasırlı buruşuk eller başınızı okşamıyor.
Savaşın ortasında komutansız kalmaktır babasız kalmak.
Kaç yaşında olursanız olun babanız yaşıyorsa hala çocuksunuzdur.
-Babasız kalırsanız… İşte o zaman gerçeği görürsünüz.
Babam'dan öğrendim ben hayatın zorluğunu, ekmek parası için günlerce eve gelmediği o günlerle geçirdik biz nasıl adam olunacağını onunla beraber öğrendik herşeyi.
Varlığıda gördük yokluğuda ama elimizdekiyle yetinmeyi bildik.
Çar çakalın lafına uyup sağda solda her belaya atlayacak kadar çocuk değiliz.
Aştık çünkü o yaşımızı, gördük geçirdik en delikanlılarını da en korkaklarını da, belli bir yaşa gelip her şeyin farkına vardığın gün yavaş yavaş buluyorsun kendini ve gerçekler daha doğrusu hayatın gerçekleri kafana dank diye vuruyor, diyor ki;
Eline işini al, ekmeğini al aşını kazan Allah bereketini artırır.
Kayıt Tarihi : 17.1.2015 20:37:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Şamil Akay](https://www.antoloji.com/i/siir/2015/01/17/baba-130.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!