Anlamıyorsunuz
Elbette anlamazsınız
Ruhumla yazdığımı bedeniniz ile okuyorsunuz
Hisleriniz körelmiş gözleriniz görse ne yazar
Sözlerimiz ağırdır biraz
İdrak eden kalbe kazar
Sen git, kalırım ben
Hep olduğu gibi dayanırım yine
Şayet ben gidersem bir gün senden
Dağlarım yüreğimi
Yüreğimi dağlara asar giderim
Dayanır dağlar
Zifiri karanlığında bu gecenin
En yalnız saatinde
Nedir boğazıma takılan şu hüzün?
Bir kederdir dokunur tenime
Dolaşır durur damarlarımda
Hasrettim ömrümü bir güzele şu cihanda
Hasretini çekerim, cihan dar olur bana
Elleri dermandır yüreğime dokunsun yar
El illerinde ölüm, hasretinden olsun yar
Ah! Tutabilseydim keşke yüreğinden
Yüreğin, mavi kanatlı bir serçe
Tutabilseydim keşke yüreğini
Gitme
Gitme ki özgürce uçabilelim
Yerden göğe düş bahçemizde
Ve bir söz yazılır soluk sarılı bir kağıda. Bir silüet belirir puslu bir havada. Buruşuk yüzünde asırlık yalnızlık ve asilik. Nasıl ki semaya dikilmiş her göz gururla parlıyorsa şu dimağımda, işte öyle, o gururla parlar gözlerim gözlerinde iken. Sensiz şu hayatın ne manası olabilir? Ki zaten ne hayrını gördük şu yaşamın? Akıl almaz bir saadetin hayatımı doldurup taşırdığı günlerden ne kaldı bana? Ve daha cevap veremediğim bir ton soru. Anılarla özlem gidermeyi yok edebilseydim keşke. Şüphesiz bu pek vâzıh olan bir inkisar olarak yerleşip kalıyor içimizde. Alelade bir vakit veya mevzuuda "vaktinde falanca şarap ne güzeldi" demesini bilir lakin ne kadar beklediğini pek bilmediğimiz halde evsafını gayet güzel biliriz. Yahut başka bir şey. Başka bir şeyler. İnkisarlarım birikinti halinde bulundukları dimağımın en gizli köşelerinde dayanamayacağım bir sarsıntıda patlar ve kalbime damlaya damlaya düşerek yakar. Ve işte tam bu anda gerçek manada göğsümün içinde bir sıcaklık peyda olur. Ve yine işte tam bu anda bir sahildeki kayalıkların en ucunda, denizin bile uyumak üzere olduğu bir gece vaktinde kollarını iki yana açmış , gerçek sevdalar gibi yıllanmış bir şarabın lekesi ile kirlenmiş olan beyaz gömleğinin tüm düğmeleri açık ve gözlerini yukarı dikip bağıran bir adam tasavvur eder, hep imrenirdim.
Uyuyamıyorum, delirmek üzereyim. Mükemmel olarak düşlediğim hiçbir şey öyle değil. Durmadan başka bir şeye evriliyorum. Şüphesiz şu ruhumu tamamen ile anlayan biri olsaydı mektup değil şiir yazardım. Herhangi bir şekilde alelade birini kendime yakın görsem de en ufak bir vefasızlıkta ondan kaçıyorum artık. Hatalarından ben utanıyorum.
Bir insan muayyen bir vakte kadar yaşar. O vakitten sonra vaktimizi hasrettiğimiz her şey tekrar eski vakitlere dönmek içindir. Yazık ki bir ömür ancak böyle boşa harcanır. Ve bir ömür ancak saadetle yaşandığı sürece güzeldir. Fakat ben bu zaman yığınını lalettayin geçirmekten yoruldum.
Aslında herkes aynıdır. Aslında pek de alelade bir insanı biz yüceltiriz. Sevgiyle, sözlerle, emekle... Hayır hayır bu hatayı yapmamak gerek. Kutsal olan başka şeyler vardır. Bir kimsenin inancı kutsaldır. Evrensel ahlaki kurallar kutsaldır. Lakin hiçbir insan kutsal değildir. Onları böyle görmek istediğimiz için öyle sanırız. Yıllardır bir insan her halde başka bir insana yeterdir diye düşünüyordum. Artık bence bir insan her halde kendine yeter. En beklemediğimiz kişilerden en çok korktuğumuz şeyleri görmek bir doğa kanunudur artık. O halde neden bu hatayı ısrarla yapıyoruz? Ya da bırakın yaptığımız tek hata bu olsun. Şüphesiz bu hata insan ruhunu en az alçaltan hatadır. Kimbilir belki de sizce hiç alçaltmaz.
Bir insanı farklı görmeye çalışmaktan yoruldum. Hepsi aynı işte, değişen hiçbir şey yok maneviyatta. Farklı bir göz olunca korkunuz değişmiyor, farklı bir gülüş olunca çekinceniz değişmiyor. Korkarsınız ve olur. Bu da bir doğa kanunu artık. Bu yapmaz dediğiniz herkes onu mutlaka yapar. Gerek fiilen gerek sözle. Bu durumda herkesi olduğu gibi görmek lazımdır. Fazla gördüklerimiz aslında düşlediğimiz şeylerdir.
Yazınca ne değişiyor sanki. Tekrarını daha şiddetli hissetmeme neden oluyor. Sanki insanlar bu yazdığımı okuyacaklar mı? Yahut okusalar bile değişmeyi becerebilecekler mi? Erdemli biri zaten erdemini gösterir ve her türlü fedakarlığı yapar. Bir insanı neden zorla erdeme kavuşturayım ki? Ben aklımın her şeye ermeye başladığı vakitte beri erdemli bir insan olmaya çalıştım. İyiyi, kötüyü, yanlışı, doğruyu ve daha nice şeyi düşünüp ona göre hareket etmeye çalıştım. Bunda çoğu zaman başarılı oldum. Hangi nedenle olursa olsun hiçbir insana yanlış yapmamaya çalıştım. Çünkü fikrimce yapılabilecek en büyük günah kalp kırmaktır. Teferruatın yahut amacın kesinlikle bir manası yok. Tek gerçek herhangi birinin kırılmış olması ve bunu sadece erdemli insanlar bilir ve düzeltmeye çalışırlar. Kırılmaktan sıkıldım. Darılmaktan sıkıldım. Kırgınken yine başkalarının duyması gereken hüznü ve pişmanlığı duymaktan sıkıldım. Haklı olduğum halde pişman olmaktan sıkıldım. İnsanlardan sıkıldım. Dünyadan, yaşamaktan bilhassa kendimden sıkıldım. Madem şu anlamsız dünyada daha şu yaşımda her şeyden ümidi kesip amaçsızca yaşıyorsam ne anlamı var yaşamanın? Kim yardım edebilir bana yaşamam için? Hiç kimse. Evet hiç kimse. Sahi insanlar neden konuşmayı bilmiyorlar?
Bir valiz alıp olabildiğince uzaklara gitmek gerek. Valize de ihtiyaç yok ondan da sıkıldım. Şüphesiz bir Afrika ormanında vahşi hayvanlarla yaşamak, bana yakın olduğunu sandığım insanlarla yaşamaktan daha onurludur. O halde herkesten sıyrılıp tabiata hizmet etmek gerek. Bu son çarem. Beni şu dünyada tabiat da anlamazsa o zaman gerçekten yaşamanın hiçbir manası olmaz. Ben hiçbir zaman ölümden korkmuyorum. Elbet öleceğiz hepimiz. Bu dünyadan bir ben geçmesini, bu dünyada sonsuza kadar kalmaya her zaman yeğlerim. İşte tabiat da beni anlamasa, bu dünyayı hiçbir zaman ne yaptığını ne istediğini nasıl davranması ve konuşması gerektiğini bilmeyen insanlara terketmeliyim. Bırakalım da sonsuza varsınlar.
Fazla uzatmanın manası yok. Bu son mektup. En korkunç intihar, birini sınır koyamadan sevmektir. En acı ölüm ise dünyadan ziyade birinin yüreğinde ölmektir. Ne çıkar sanki daha yazsam? En iyisi yüreğimizdeki mezarlığa müteveffâmızı da kendimizle birlikte hatıraların, duyguların ve mazinin yanına gömmektir.
Bir soğuk sonbahar akşamı ceketini aldı ve çıktı. Çiseleyen yağmurda biraz yürümek herhalde iyi gelecekti. Baktığı herhangi bir şeyin yahut kimsenin ne olduğunu bir türlü idrak edemiyordu. Ruhundaki sancı ve hüzün durmak bilmiyor aksine unutmaya çalıştıkça tüm çıplaklığıyla karşısında duruyordu. Beyninde durmaksızın çalan bir şarkı ona sabahlamış bir sarhoşluk veriyor, müthiş bir baş ağrısı çekiyordu. Hayır, hiçbir şey içmemişti dün gece. Sabahlamamıştı da. Bu sarhoşluk başkaydı. Çok daha dengesizleştiriyordu, bulantılar asla kesilmiyordu, iyice dolan kafasını kesercesine bir öfke ile dolduruyordu insanı.
Ne uçan herhangi bir kuşa bakıp ne sevinen herhangi bir çocuğu izleyip ne de tabiatın mükemmelliğini görüp umut besleyebilirdi hiçbir şey için artık. Nihayetinde her şey gibi umut da ölür. İnsanlar birden çok kez ölür. Önce inançları ölür insanın sonra duyguları sonra umutları. Sonra da hiçbir işe yaramayan bedeni.
Yürüdü. Etrafına bakmadan yürüdü. Yok olmak istercesine hızlı yürüdü. Kafasındaki şarkı yürüyüşüyle hızlanıyor, daha hızlı yürüdükçe nefesi iyice kesiliyordu. İnkisarlarının hiddeti ürpertiyordu onu. Şu manasız varlığına en sessiz veyahut gösterişli sonlar düşünüp durdu. Düşünmek, zihnindeki çöplüğü eşelemekten başka bir şey değildi. Cesetlerle dolu şu zihninde en ufak bir canlılık belirtisi arayıp, bulamayınca yeis içinde kalıyordu.
Gece yarısına yaklaşırken sahilde oturmayı yeğledi. Kimbilir belki de dalgalar ruhunun ritmini düzeltirdi. İyice soğuyan havaya rağmen üşüyemiyordu. Sema karanlık, deniz karanlık. Nasıl oluyordu da tabiat mükemmelliğini karanlıkta kaybediyordu? Nihayetinde bir güneşi vardı tabiatın fakat onsuz bu mükemmelliğe nasıl sahip olamıyordu? O hâlde tabiatın güzelliği bir güneşe bağlıydı. Gecenin hüznü güneşini yitiren tabiatın ölümündendir.
Gözlerini kapattı. Uzaklardan yaklaşan bir ışık göz kapağını delecekmiş gibi üzerine üzerine geliyordu. Gözlerini açtı. Etrafta hiçbir şey gözükmüyordu. Göz alabildiğince karanlıktan başka hiçbir şey yoktu. Tekrardan kapattı gözlerini. Bu anlam veremediği ışık tekrar belirdi. Binbir türlü şekillere bürünüp duruyordu. Bir zamanlar ezdiği bir karınca olup öfkeyle üzerine yürüyordu. Sonra, öldürdüğü bir kuş olup gökyüzüne yükseliyordu. Gözyaşı olup gökyüzünden üzerine yağıyordu. Acı oluyordu, hüzün oluyordu, öfke oluyordu, hasret oluyordu. Korku bedenini sarmış, öylece izliyordu. Sonra çok uzaklarda küçücük bir nokta haline geldi. Büyüyerek yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı. Sonra bir yüz belirdi. Saçları sonbahar yaprakları sarılığında, gayet sakin bakışları ve gülen gözleri ile karşısında tüm canlılığı ile duruyordu öylece. Titreyen dudaklarını aralayıp kısık bir seslendi:
- Seni çok özledim.
Birbirine karşı konmuş iki bankta kaçamak gözlerle birbirimizi tahlil ediyorduk. Ben pek ehemmiyet vermediğim bu heyecana son vermek gerektiğini ve bu tahlili en azından tarafımca sonlandırmak istiyordum.
Zaten hep öyle olmamış mıydı? Ben hep tahlillere bırakılmış, en ufak bir hışırtı ile saklandığı yerden çıkıp kaçmaya çalışan bir hayvan olarak görüyordum kendimi. Bu sefer de böyle olmasını hiç istemeyerek kendiliğimden kaçmak istiyordum. Lakin pek alâkasız kaldığım bakışlar benden alâkalarını inatla kesmiyor bilhassa üzerime üzerime geliyordu. Mahçup kalmamak adına ufak bir tebessümle yanıtlamayı düşündüğüm anda "sizin sıranız galiba" diyen bir sesle irkildim. Cevaben "evet ,haklısınız" dedikten sonra içeri girdim ve ancak bu anda bir doktor odasında olduğumu farkettim. Olağanüstü bir şey yoktu aslında. Her gün olduğu gibi yine psikanalitik tedavim başlayacaktı birazdan. Ancak bu anda dimağım , az önce yaşanan her şeyin gerçek olmadığını ateşli bir şekilde savunarak, tehditler savurarak bana karşı geliyordu. Gerçeğin ne olduğu şüphesi mütemadiyen zihnimi bulandırıyor ve bu şüpheler ruhumun derinliklerine bir inip bir çıkarak beni mantıklı düşünememeye sevk ediyor ve bu anda bastıran bir mide bulantısı ve baş ağrısı, beni, şu an neden burada olduğuma dair düşündüremiyordu. Bir an evvel burdan çıkıp gerçeği teyit etmemin icap ettiğini düşünüyordum. Alelade bir bahane ile dışarıya süratli bir şekilde çıktım. Lâkin ummadığım bir boşluk gördüm bankta. Bu anda dimağıma hararetli bir şekilde küfürler savurarak ve biraz kırgın biraz da buruk bir tebessüm ile geri girdim odaya. Nihayetinde beni buraya sevkeden birtakım problemlerim vardı ama bana bunu yapmaya kesinlikle hakları yoktu. Ne olursa olsun hiç bir şey ruhuma gelgit yaşatan ve beni aciz bir halde bırakan bir hayalet sürmemeliydi gözlerimin önüne.
Akşamüstü belki biraz ferahlarım diye uzunca bir yürüyüşe çıktım. Bir türlü hakim olamadığım düşünceler bana hiç danışmadan meydana çıkıyor ve bunlardan herhangi bir şekilde kurtulmakta muvaffak olsam da derhal bir yenisi peyda oluyordu. Farkında olmadan sahile varmıştım. Ufukta denizden yansıyan kızıl ışık oldukça hoş bir görüntü veriyordu. Ağır adımlarla bazen denize bazen semaya bazen de görmeyen gözlerle insanlara bakarak yürüdüm. Etrafta gülüşen, eğlenen insanlar bitmek bilmiyordu. Bu insanlar neden bu kadar mesut gözüküyorlardı? Ben ne zaman saadet dolu dakikalar içinde olduğumu hissetsem işte tam bu anda alelade bir şey saadetimi bozar, yeis içinde kalırdım.
Yürüdüm. Tabelasının ışığı bozulmuş bir meyhaneye girdim. Pek tanıdık geldi burası. Bir şişe rakı istedim. Şimdi daha aklı başında düşünüyordum. Biraz içer rahatlardım. Artık yavaş yavaş beni rahatsız eden bu düşünceleri kafamdan atıyordum. Burada da gülüşen ve eğlenen insanlar vardı. Bütün kahkahalar dört duvara da çarpıp kulağımda tekasüf ediyordu sanki. Hiç tanımadığım insanlar sanki dönüp, bana bakıp, bağıra çağıra gülüyorlardı. Ben bu dünyada her zaman yalnız yaşıyordum. Dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan biriydim. Kimsenin dostluğuna ihtiyaç duymadığım gibi kimseye bu durumu izahate mecbur da değildim asla. Şüphesiz bu ruhumun herhangi bir şey yahut kimsede veyahut yeryüzünde, evrende bilhassa var olan tüm şeyler içinde bir benzeri mevcud olsaydı şu küçücük dünyada mesut olmama yeterdi. Bir insan başka bir insana herhalde yeterdi. Ve yine şüphesiz, yıllarca kendimden bile sakladığım tüm gerçekler ve içimde pek de sarih olarak durduğu halde görmezden geldiğim bir aşk tam bu anda ona tekasüf eder, bana, benim de bir ruhum olduğunu gösterebilirdi. Ben, hiç kimsenin beni gerçekten sevebileceğini, anlayabileceğini düşünmedim. Öyle birini arasam bile bulamayacağımı biliyordum. Eğer olur da kendime herhangi bir şekilde yakın bulduğum biri yoluma çıksa tesadüfe riayet etmeyi yeğler her şeyden önce tanımaya çalışırdım.
Karanlık oldukça çökmüştü. Gecenin ilerleyen saatlerinde en dokunaklı ve insanın içini karartan şarkılar çalmaya başladı. Nihayet herkes çıkıp gitmeye başladı. Oldukça tenhalaşmaya başlamıştı. Işıklar ortadan kaybolmaya başladı. Loş ışıkta ben ile meyhane sahibi kalmıştık. Bir an önce kalkıp gitmemi isteyen gözlerle arada bana bakıyordu. Zaten ben de sıkılmaya başlamıştım. Artık kalkıp gitmenin icap ettiğini düşündüm. Hesabı görüp sokağa çıktım. Oldukça serin olan hava içkinin üzerimdeki tesirini azaltmaya başladı. Artık daha mantıklı düşünüyor daha isabetli kararlar alıyordum. Nihayet vardım eve. Ev sahibi iğneleyici bakışlar ve imalarla karşıladı kapıda beni. Başımla selamlayarak daireme girdim. Üstümü değişecek takatim yoktu. Sırtüstü uzandım yatağa. İfadesiz gözlerimi tavana çakıp güzel hülyalara dalmaya çalıştım. Olabildiğince her şeyi düşünerek ve bunlardan bir sonuç çıkarmaya çalışırken uyuyakalmaya çalıştım. Lakin ne kadar gayret edersem edeyim nihayetinde o hayal gözlerimin önünde belirdi. Oldukça sakin ve huzur veren gözlerle bana bakıyor ve bu gözlerini hiç de kaçırmaya çalışmıyordu. Olabilecek en güzel gülüş dudaklarına yayılmış ve bunu bana sarfetmekte oldukça cömert davranıyordu. Sadece sustum ve gözlerimi kapattım. Hiç bir şey düşünmek istemiyordum. Böylesine saadet dolu bir ânı asla bozmak istemedim. Tek isteğim bu hayalin olabildiğince uzun sürmesiydi. Artarak içimi dolduran bu saadet beni dünyanın en mesut insanı yapmıştı. Ona sarılıyor ve adeta yalvarırcasına elini öpüyordum. İçimdeki bu hisleri ona izah etmek, küçük bir çocuk gibi heyecanla ve telaşla ona en güzel sözleri söylemek istiyordum. O, bu halimi görünce beni daha çok sever, ben de tarifi imkansız bir aşk ile devam edecektim sözüme. Hayaline sarılarak uyudum o gece. Sımsıkı.
Sabah şiddetli bir baş ağrısı ile uyandım. Her şey aynıydı. Değişen bir şey yoktu. Dünyada bir gün daha yaşanmıştı. Günün sonunda bir baba çocuklarına sarılmak için evine gitti. Büyük özlemler ile kavrulan aşıklar kavuştu. Şehir dışından düğünlere gelindi, cenazeler götürüldü. Öğrenciler ailelerine kavuştu. İşçiler alın terlerini kazandı. Doğrusu hayat hiç akışını bozmadı. Benim gibi. Neyse. Yarın gidilecek bir randevum daha var ama bu sefer o banka sırtımı döneceğim.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!