Aysudem Naz 6. Şiiri - Mustafa Yılmaz 4

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Aysudem Naz 6.

İçini sakladığı bir Truva Atıydı sanki, heykelimsi taş yığını bir sığınak…
Hayatının bütün temel taşlarıyla yalnızca kendinin ördüğü dört duvardan farklı sadece giriş kapısı olan bir lâbirent gibi sığınak…

Binlerce derdini, hırslarını, korkularını, beden titremelerini, kinlerini, öfkelerini, hayattan bezmişliğini, söyleyip istediği, yazmak istediği binlerce bu sığınağının cidarlarına haykırıyordu…

Bu hayatın benden alıp, sonra da veremedikleri neydi?
Yalın bir haykırış bu, öfkenin dışında sadece bir teslimiyetti kendi kendine…
Kükrese, bağırsa, kendinden başka kim duyacaktı… Sadece munis bir bakış vardı kör, köhne ve karanlık oyuklara karşı…

Zapt edilemeyen iç duyguları zaman zaman öfkeye dönüşüyordu ama ayakta zor duruyordu ki öfkeli haliyle nasıl baş edecekti kendi kendiyle…
“Belki de her şey buraya kadar” diyordu ki bu bir bitiş olabilirdi…
Kendini gerdi, dişlerini sıktı ve “bu canı sana emanet etmiştim, şimdi parçalayıp bir köşeye attın, senin varlığın benim gücümdü oysa şimdi hayatım son nefese bana… Sadece kendime emanet” diyordu, kendi kendine…

Fark edilmesi güç bir bakışı vardı… Kararları yüzünden okunmuyordu… Vazgeçmişlik miydi yaşamdan, yoksa hırslanmak mıydı yeniden… “Ah bu yürek, bana beni senden böyle darmadağın buraya kadar getirdi” dedi… “Buraya kadar kırık dökük bir ruh ile bağlı bir beden, tam da burada diz çökmeli veya yeniden koşmaya başlamalı… Kör bir atış bu efemsiliğe bakış,” kendi kendine “sonsuzluğum, bedenimin ötesizliği olacak” dedi…

Ötesiz olmak mı, yoksa umarsız olmak mı yaşama kararsızlık, zamansızlık tanımıydı…
Neye ne kadar zamanı var, hayatın dikenleri dizlerinde olarak bir var kalış bu…

Kendi kendine “çıkmazlarımda seni boş vereceğim hayatımın zamanlarında terk etmişliğim olacak, düşüncemde ki sen” diye haykırmak istiyordu… Ama yapacakları yapamadıklarından fazlaydı sevgide…
“Buraya kadar düşer bu baş” dedi… “Buraya kadar dik durmak, dik kalmaksa mesuliyetlerim” dedi…
“Ya umudum, ya umutlarımın hepsi birer hâyâl miydi, yoksa direncim burada mı kırıldı, bu Truva Atı misali sığınağım, evim dört duvar bir kapı içine girip kaybolduğum…
Dur demeli yeniden başlamalıyım adım atmaya…
Yeniden doldurmalıyım çocuk gülüşlerimi yüzüme, artık ağlamayacağım, omuzlarım sarsıla sarsıla ağlayarak sallandırmayacağım bedenimi, sunaklara akıtmayacağım kanımı, bu sevgiye verdiklerim aldığımdakinden fazla…
Nem kaldı geride,
avuç dolusu gözyaşı,
yürek dolusu sisli acılar…
Hangi acı önde,
hangisi arkada,
ne olacak ki kalan kısmım?
Bir yarım ben,
iki kişilik sevgide,
tek kişilik acı beni…
Ben…

Kırıldı artık bu Truva Atının ayakları, hep beraber yığılıyoruz üst üste acılarla…
Yaralı bir ben bu ardıma baktığım geçmişimden…”

Tek beklentisi vardı, uzakmış gibi görünen geceyi delecek bir gün sabahı istiyordu, dingin bir uyku sonrası, kâbussuz rüyalarla titremeyen bedeniyle, çökmemiş yüz görüntüsüyle, sadece sabah olsun, bu karanlık ilk güneş ışıkları ile delinsin, istiyordu…

Yeni gün sabahıydı istediği…

Çalacak telefonundan özlem akan sevgili sesi duymak istiyordu içsel olarak alışık olduğu ilk günaydın sesini duyma isteğine koşuyordu yüreği…
“Günaydın birim…
Günaydın birim…”

Esintisiz bir huzur veriyordu bu cümle içine… Huzuru isteği dik duruşu dürtüyordu bedenine günaydın birim cümlesi…
“Uzaksın sevgili benim bakamayacağım kadar uzaktasın…
Rüzgarı bile geç geliyor oranın bana…
Uzaktasın…
Benim göremeyeceğim, benim özleyeceğim kadar
uzaktasın…

Gözlerinin rengini,
ayırt edemeyeceğim kadar,
uzaksın bana…

Saçının rengi düşmüş
omuzlarına
ayırt etmem mümkün değil
dağılmış yüzüne doğru,
tellerini görmem mümkün değil sevgili…

Ama sesin,
kulak diplerimde
buna hasret diyorlar,
sevgili
ama
ben hasretten vazgeçtim artık,
sen ve ben erteledik, birbirimizi sevgili…
Birim,
yeni günde ilk sesim…

ADI AŞK DENİLENDİR Kİ SEN SANKİ…

Bir isim tak bu yalnızlığa...
Adı aşk olsun...
Sevmek olsun sonsuza...
Bir geceden çıksın sonsuza kalsın sevmek…
Yok olmak
yoklukla yok olmak...

Ne kadar öfkelerim varsa içimde gizli, gizemim benim kendi kendime…
Bak yokluğuna ferman yazılıyorum sanki gelemez diye…

Bu benim senden sonra tek kişilik benliğim…

Söyle birim hak ettim mi ben bunları… Bak be birim… Ben senin için ölmek isterken sen gittin be birim.
Gittin işte kodun beni yanlılık kuytusuna… Yalnızlık zor be güzelim… Konuşamam konuşamamak zor be güzelim…
İşte bu yazılar konuşulmayanları yazıyor… Sen öykü de ötekiler şiir desin, ne fark eder ki be güzelim…
Yazılmış işte kelimeler, kelimelerin sırrında söylenmeyenler… Onu ancak sen gibi bırakıp gidenler anlar.
Bir de yıpranmış sayfalar, yazılırken gözyaşlarıyla anlar…
Oysa dokunmak isterdim gözlerimle gözlerine birde parmak uçlarımdan birini kirpiklerine dokundurmak isterdim, gözlerini ürkütmeden, elmacık kemiğine sürtmek isterdim usulca… Yok… Yoksun uzaksın, hiç dokunamam sana, hiç de dokunmam sana…

Bu bir özlem, bu bir hasret, uzaklar senin, acıya parmak ucumla dokunmak benim…
Var git bitiyor bu ömür, kaç zaman var, kaç an zamanı var, göz açıp kapanmaya…”

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 11.3.2010 11:51:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Necla Argüz
    Necla Argüz

    AŞK VAR..ÖZLEM VAR...SEVGİ VAR..DERİN HATIRASI VAR...VE BİR ÖMÜR YETMEZ BELKİ SEVDAYA...HATIRALARA...SEVMEYE...

    KALEME SAĞLIK...VAR OLSUN YÜREĞİN..

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Mustafa Yılmaz 4