Böyle değildi kavlimiz Aysima. Son gidişin olmayacaktı, son gelişin. Karlar erirken, baharlar gelirken, dağlar baştan ayağa çiçeğe keserken, ben yine elimde çiğdemlerle karşılayacaktım seni. Sen yine gelecek, yine gülecek, “Yine sana geldim” diyecek, yine mutlulukla sarhoş sarhoş dolaşacaktık deniz kenarlarında, dağ başlarında ve sen yine dizime yatacaktın Aysima; böyle değildi kavlimiz…
Böyle değildi kavlimiz Aysima. Bir kez, bir kez daha dilek tutacak, dileğin gerçekleşecek çay demleyip içecektik ilk gördüğümüz, elleri nasırlı, yürekleri yorgun kadınlı erkekli ırgatlarla. Hatta ve dahası çöl ortasında su dilemek gibi bir dilek dileyecek o bile gerçekleşecek, “Keşke başka bir şey dileseydim” diyecek, sonra oturup Seyhan’ın kıyısında resimler çekilecektik Aysima; böyle değildi kavlimiz…
Böyle değildi kavlimiz Aysima. Yine gelecektin bana. Yine birlikte geceyi gündüz, gündüzü gece edecek, varlığımızla aydınlık sabahlara uyanacak, beni meleklerin sabahları da güzel göründüklerine inandıracak, bir kedi gibi göğsüme sokulacak, çocuk gibi oyunlar oynayacak, alnımın tam ortasına bir öpücük konduracak, farkında olmayacaktık zamanın nasıl geçtiğinin Aysima; böyle değildi kavlimiz…
Böyle değildi kavlimiz Aysima. Daha saçlarını tarayacak, ellerine avuçlarına krem, tırnaklarına oje, dudaklarına ruj sürecek, en güzel giysilerini sabah başka, akşam başka ama sadece benim için giyecektin. Yemeğe çıkacaktık en nezih mekânların birinde, ortadaki tabaktan kendin servis yapacak, benimkini ellerinle ayıklayıp kendi balığını yine kılçığı ile yiyecektin. Aynı müziği dinleyecektik baş başa. Bir kemancı yanı başımızda, “Huysuz ve Tatlı Kadını” çalacak, ben bahşiş verecektim. Sonra Fatih gelecekti arabasıyla bizi almaya. Ne bu acele, nereye böyle Aysima; böyle değildi kavlimiz…
yumuşakbaşlı rüzgarların kanatlarında bir yer bul bana
suyun ışıltılı sesleri aksın bir yanımızdan,
bir yanımızı defneler sarsın...
demir kollarının yumuşaklığında uyanayım sabahları
zeytin ağacının gözlerinde büyürken bir çekirdek