Yer kızıl, gök bayrak maviliğinde,
Hayat daim, an hazan mevsiminde.
Yiğidim, güvey misali gülmekte,
Düğündür, adına kara dense de.
Ne sarayda ne parlak köşkte doğdu,
Her varlık seyreder âlemi, ölümü bilmeden, gözleri perdeli.
Kim demiş perde kalksa, ağlarlar divane gibi?
Bilir âlim tabutun gerçeğini:
'Hiç' etmeyeceğini maşukun sevdiğini...
Hangi yar buz etmiş yârin busesini...
Ağla der bilmeyen, faniliğine ağla!
Saltanatla hâkimiyet ayrıymış
Hükmü cahil de verirmiş, öğrendim.
Zalimi baltayla tasvir hataymış
Nezaket sureti imiş, öğrendim.
Yalan yemin dile ait değilmiş
Kazandım sandığım yitirdiğimmiş, yitirdiğim kazandığım,
Söylediklerim dinlediklerimden ibaretken, ben söyledim sandım,
Taleb eden göçmen kuş olmuş, kafesi anlattıklarım,
Kaç alim yurdu gördüm, muallimi kalmamış!
Aslında her dem ağlar sema, bakıp padişahın tahtına.
Her dem yanar dünya, yüreğindeki sızının yangısıyla.
Gam der, dert der gecesinde gündüzünde,
Bilmez ki âdem, dert ne gecede, ne gündüzde.
Bakar göz âleme, seyrin şevki ile;
Bilmez ki yürek, sevda şevkin de ötesinde.
Kim üzülmüş kime?
Hangi nedenle?
Bu bir sahne, her zaman söylendiği üzere…
Sonsuz başrol oyuncusu ile,
Yeminli sonsuz zamanda devam etmeye.
Umutlar bittiğinde,
O parlaklık söndüğünde,
Yanaklarından yaşlar süzüldüğünde,
Anla ki son gelmiştir!
Eyler insanı ilim ile sanat,
Gözlerden uzak kuytularda takar iki kanat.
Onun için verdiği her çabada olsa da kişi bitap,
Ne durdurur ne yürütür elindeki kitap.
Ulaşılmaz olsa da hayallerindeki kainat,
Nefis bu, anlamaz, ne kader ne de hayat…
Taşı eriten yaş, aşka akandır.
Hüznü akşama yaşatan, yârin küskün bakışıdır.
Süzülmüş yanaktan damla, adı hicran olan;
Gönüle yerleşen matem, ruhun umutsuzluğundandır.
Simaya tutulan yas, sima unutulana kadar.
Dün yine...
Gözlerinde bulutlar vardı, kara kara, yağmur dolu.
İçinde geçmişin acımasız sonsuzluğu...
Ellerinde titrek korkular, dudaklarında geleceğin umutsuzluğu.
Bir çizgi daha eklenmişti mah yüzüne.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!