Beni yanlış ağacın altına gömdüler
bir hayvan mezarlığında çürüyorum
körleri korkutan bir karanlıkla dağlanıyor gözlerim
tövbe ordusu dudaklarımı kılıçlarıyla temizlemeden öldüm
çünkü öldüm
böcek ilacı “içimizden geçenleri” öldürür mü, demiştin
sahildeydik,
havaya zıplayan sokak dansçılarını martılar yiyordu
hayatın cüzdanındaki fotoğrafını gösteriyordun bana
bak diyordun nasıl da kargacık burgacık çıkmışım
yeni eve taşınırken kamyondan düşen bir eşyaya bakıyorduk halbuki
dün bacağımdan vurdum kendimi
“raf ömrünüz zaten bitmişti” dedi markette çalışan oğlan
ikimizin fotoğraflarını verdiler serumla bana
kanımda yüksek dozda “göğe bakmak istiyorum” buldular
annem küveti ay ışığıyla doldurup yıkamıştı beni
babam ölüydü dört yıldır
sesine kına yakmışsın görüşmeyeli
kurşungeçirmez camdan yapılmış gözlerin kırılmış
kaç sene geçti kaç ışık yılı?
aramızdaki yer altı tünellerinde kaybolmuştum ben
sana doğru elimde krokilerle yürüyordum
omzumdan yukarısı ağlamaktan silinmişti
yorgunluktan yaratılmış bütün kızlar
kat kat kestirip kuaförde kabuslarını
ay ışığından rujlar sürüyorlar
dünyanın jelatinini açmadan yaşlanıyor hepsi
gece bu şarkıyı giyin, cebine doldur konuştuklarımızı
bir uçurtmaya tutunup gitmiştin buradan
belki de ben gitmiştim
kimsenin Fatiha bilmediği bir köyde ölmüştüm
“benim var olmadığımı” söyleyen hasta bakıcıyı
elindeki nehirle boğmaya çalışmıştın sen de
topraklarınız ayaklarımı terk etti
şımarık çocuk gibi hata duvarına tırmandığımda
insanın yaratıldığı toprağı
çamur sanan bir kavimle yaşamak zorunda kaldım
havva da yaratılmasaydı
nasıl sızlardı kaburgaları insanın
Bazı insanların hayatlarının ortasına kaderleri bomba gibi düşer.
*
Henüz aşk ona tokadını atmadı. Aşk Dostoyevski’nin acıya hazır hâle gelmesini bekliyor. Aşk, kafası karışık bir entelektüele değil, acıyı yüz hatlarına yedirin bir adama nefesini üflemek istiyor.
…
gök gürültüsünün ona dokunmak istediğine inanıyordu
karda yürürken çıkan sesin kendisiyle konuştuğuna
ve yılanların dilini anladığına
yüz yıl önce kaybolmuş bir anının
bir çukura saklanıp onu beklediğine
yağmurda ıslanmış bir öğle vaktini
garsona
“çocukluğuma dönmek istiyorum” sipariş ediyor herkes
herkes naylon kelimelerle konuşmaktan yorgun
herkesin parmak izine bak: “herkes”
yan masada anıların başında nöbet tutmaktan bıkan adam
bir dilenciye sadaka olarak veriyor onları
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!