Karanlıktı, düşlerimin ardına sığınan onca anı pervasızca saklımda kalmıştı.
Beklenendi tüm yaşamımın gizemini içinde saklayan. Oysa yarınları umut olan düşüncelerdi bunlar.
Geriye sadece pervasızca terk ediliş anıları kalmıştı.
Oysa sevgi tüm emekleri içinde sakladıkça ömre uzayan bir yaşamda hep var olacaktı şüphesiz.
Oysa tüm hatırlayışları acı bir buz kalıbına dönüşüyordu...
Sevmek var olan hassas duygularla yaşamımın içinde an an düşüncelerimdeydi hep...
Kendi kendime mırıldanırken, bir gün evet bir gün "çıkma sakın karşıma" demek oldukça zor olsa da denmişti artık, çünkü karşılaşma zamanı gidişinin olduğu anda tükendi
Yine kayan bir yıldız var şu an gökyüzünde, yine sevgililerden biri terk etti yaşamı, öyle ya yaşam işte, an an nefes alma zamanlarında var olunuyor...
Bazen insan yol boyu gece yürüyüşlerinde aniden, köşe başını döner dönmez bir kaldırım taşına çömelir…
İçindeki ses durmaksızın Akdeniz gece yarılarında, kesik nefeslerde alırmış geçmişin yükünün özleme dönüşüp an an yeniden farkında olmadan anılarla dolaşırken, düşünceleri belki de acı çekmelerinin limiti toplanırdı aynı andaki düşüncelerine.
Kendine acınılası an zamanlarıdır bu anların sıralanmasını yapmaya çalışırken…
Fark ettiğim ve defalarca yaşadığım gurbetteki an zamanında nefes almak titrek duygular arasında düşünce çaresizliğinde yaşanan anların toplanmış bir hesabı zaman olarak asla olamazdı…
Andır ki yaşandığında acısı eski anılarla birleştiğinde bu düşüncelere hükmetmek, artık çaresizleştiriyordu insan benliğini…
Oysa umuttu yarınları yaşamam düşlerde yaşadıklarımdan çok fazla huzur verecekti yaşamın bu kısmında.
Bazen ağlamak, gülmekten çok huzur verirdi.
Bunları fark ettiğimde hayatta kendime hep noksan kaldığımı hissettim…
Durgun dalga seslerinin aralıklarla art arda duyumsamam belki de gurbet hisleri ile geçmişe dair sıralanan düşüncelerimi an an seslere dönüştürmemdi kendime acılandığım zamanlar…
Korkusuz bir rüya gibiydi şu anlar düşünceden düşünceye atlayışım…
Birçok şeyin tarifsiz özlem hisleriydi içimde kırıklıklar yaratan.
Özlediğimde kendimle, kendime konuşurken, hissettiğim yuvarlanmış duyguların sıralanmasıydı arka arkaya duran düşüncelerle, üst üste yığın yığın korkularım birikiyordu düşüncelerimin arasında.
Yalnızlaşmalarım daha uzun müddet devam ederse ruhsal yapımda kesin değişiklikler olacaktı.
Kendine düşünüp kendin için hareket etmenin eksikliği, doğru zannettiğin kararlarla yaşamı devam ettirmeye çalışmam, dönüşü zor zamanları yaşamak, telafisi mümkün olmayabilirdi.
Ve ben yalnızlaşmanın sorunlarını geçmişte yaşamış olmam, bu günlerin rehberi olmalıydı.
Kendi kendime uzak gecelerde nefes almam belki de geleceğimi karartacaktı?
Sevginin vaz geçilmez etkisi yalnızlaşmalarımın çoğunluğu olabilirdi ve ben kimsesizlik hislerini çok iyi tanıyordum.
Garip duygular üst üste tırmalıyor düşüncelerimi.
Sana yabancı olmak veya sen varlığınla yabancı yaşamak nefes alma zamanlarımı şüphesiz zorlaştırıyordu.
Nasıl garip bir duyguydu bu kendini yaşıyor gibi sanıp donuk kalmak yaşamın şartlarına.
Uzun uzun derinden iç çekerek nefes alma zorluğuydu bu düşünceleri yaşarken, kendini rakip olarak düşünmek veya kendi nefesinden şüpheler hissetmek.
Dünler nasıl bir zaman yaşamıydı ki kendi kendini rakip tanıdığın hislerle baş etmeye çalışmak?
Zamanın en ağır işlediği bu sahipsizlik hislerle uğraşta neden zorluk çekiyordum?
Bakışlarımdaki hissedişlerim soğuk bir buzul bölgesindeki iç sarsıntıları ile kendime hükmedemeyişimin içinde kaldığım yaşam zorluğu.
Ve tek bir cümleyle bilmem kaçıncı sefa tekrarlıyordum.
Umutsuzluklarla acılanmaların oldukça ağır olan düş yorgunluğu zamanlarıydı belki de Akdeniz gecesinin son saatleri şafak söktü sökecek ve denizde garip bir titreme ve yüzeysel pürüzleşmeler.
Baktığım her alandı içinde izler arayışım ve daha önceki gelişlerimden kalan birkaç işaret.
Sabahın moru ile güneşin doğuş kızarıklığı arasındaki ilişkiyi renk olarak isimlendirmem oldukça güçtü.
Morun mavi tonuna ne denir bilmem ama insanın içini burkan bir renk karmaşasının adına gizlenen portakal çiçeği kokuları…
Ve yalnızlığın renksiz çevresinin ardına gizlenen öfkelerim ve kendimle hesaplaşmalarım.
Mavinin ötesi yeşil bir gökyüzü renginin altında akustik seslerle yaban kuşlarının sabah raksı…
Gözlerimdeki ıslaklık tüm düşüncelerimin birleşmiş bir öfke renginden uzak, kendime acılanma hislerinin bakışı sonrası garipsediğim yalnızlık tınısı…
Ansızın yarın dünden eksik zamanları olmayacak bilirim ama ihanetin rengi nasıldır işte sabaha kadar düşlediğim renk kâbusları.
Sevmek galiba yıllar sonrası kendine acılanma duygusu meydana getiriyor.
Gün ağarıncaya kadar defalarca tekrar ettiğim tek cümle vardı “neredesin en çok sevdiğim?”
Biliyorum zamansız bir soruydu bu ama o kadar çok zamandır kayıpsın ki sade içimdeki korku bu duyguları tetikleyendi.
Kopuk bir yaşam bu dağınık düşüncelerle diri kalabilmek için varlık savaşıdır bunlar aslında…
Kendi kendimle hissettiğim güven duygularının parçalanmış zamanlara sığan kesitleriydi belki de can acısı yaratan?
Sabahın erkenindeki yalnızlık hisleri ile dalaşmam oldukça yorucu oluyordu, belki de can acısı yaratan?
Sabahın erkenindeki yalnızlık hisleri ile dalaşmam oldukça yorucu oluyordu belki de ama hissedişimdi dirilik zamanlarında var oluşumdu. Belki de yaşam gücümü korumak bu kurallarca geçerliydi?
Karanlıktı, düşlerimin ardına sığınan onca anı pervasızca saklımda kalmıştı.
Beklenendi tüm yaşamımın gizemini içinde saklayan. Oysa yarınları umut olan düşüncelerdi bunlar.
Geriye sadece pervasızca terk ediliş anıları kalmıştı.
Oysa sevgi tüm emekleri içinde sakladıkça ömre uzayan bir yaşamda hep var olacaktı şüphesiz.
Oysa tüm hatırlayışları acı bir buz kalıbına dönüşüyordu...
Sevmek var olan hassas duygularla yaşamımın içinde an an düşüncelerimdeydi hep...
Kendi kendime uzak gecelerde nefes almam belki de geleceğimi karartacaktı?
Sevginin vaz geçilmez etkisi yalnızlaşmalarımın çoğunluğu olabilirdi ve ben kimsesizlik hislerini çok iyi tanıyordum.
Garip duygular üst üste tırmalıyor düşüncelerimi.
Sana yabancı olmak veya sen varlığınla yabancı yaşamak nefes alma zamanlarımı şüphesiz zorlaştırıyordu.
Nasıl garip bir duyguydu bu kendini yaşıyor gibi sanıp donuk kalmak yaşamın şartlarına.
Uzun uzun derinden iç çekerek nefes alma zorluğuydu bu düşünceleri yaşarken, kendini rakip olarak düşünmek veya kendi nefesinden şüpheler hissetmek.
Dünler nasıl bir zaman yaşamıydı ki kendi kendini rakip tanıdığın hislerle baş etmeye çalışmak?
Zamanın en ağır işlediği bu sahipsizlik hislerle uğraşta neden zorluk çekiyordum?
Bakışlarımdaki hissedişlerim soğuk bir buzul bölgesindeki iç sarsıntıları ile kendime hükmedemeyişimin içinde kaldığım yaşam zorluğu.
Ve tek bir cümleyle bilmem kaçıncı sefa tekrarlıyordum.
Umutsuzluklarla acılanmaların oldukça ağır olan düş yorgunluğu zamanlarıydı belki de Akdeniz gecesinin son saatleri şafak söktü sökecek ve denizde garip bir titreme ve yüzeysel pürüzleşmeler.
Baktığım her alandı içinde izler arayışım ve daha önceki gelişlerimden kalan birkaç işaret.
Sabahın moru ile güneşin doğuş kızarıklığı arasındaki ilişkiyi renk olarak isimlendirmem oldukça güçtü.
Morun mavi tonuna ne denir bilmem ama insanın içini burkan bir renk karmaşasının adına gizlenen portakal çiçeği kokuları…
Ve yalnızlığın renksiz çevresinin ardına gizlenen öfkelerim ve kendimle hesaplaşmalarım.
Mavinin ötesi yeşil bir gökyüzü renginin altında akustik seslerle yaban kuşlarının sabah raksı…
Gözlerimdeki ıslaklık tüm düşüncelerimin birleşmiş bir öfke renginden uzak, kendime acılanma hislerinin bakışı sonrası garipsediğim yalnızlık tınısı…
Ansızın yarın dünden eksik zamanları olmayacak bilirim ama ihanetin rengi nasıldır işte sabaha kadar düşlediğim renk kâbusları.
Sevmek galiba yıllar sonrası kendine acılanma duygusu meydana getiriyor.
Gün ağarıncaya kadar defalarca tekrar ettiğim tek cümle vardı “neredesin en çok sevdiğim?”
Biliyorum zamansız bir soruydu bu ama o kadar çok zamandır kayıpsın ki sade içimdeki korku bu duyguları tetikleyendi.
Kopuk bir yaşam bu dağınık düşüncelerle diri kalabilmek için varlık savaşıdır bunlar aslında…
Kendi kendimle hissettiğim güven duygularının parçalanmış zamanlara sığan kesitleriydi belki de can acısı yaratan?
Sabahın erkenindeki yalnızlık hisleri ile dalaşmam oldukça yorucu oluyordu, belki de can acısı yaratan?
Sabahın erkenindeki yalnızlık hisleri ile dalaşmam oldukça yorucu oluyordu belki de ama hissedişimdi dirilik zamanlarında var oluşumdu. Belki de yaşam gücümü korumak bu kurallarca geçerliydi?
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 15.12.2019 14:58:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Baktığım her alandı içinde izler arayışım ve daha önceki gelişlerimden kalan birkaç işaret. Sabahın moru ile güneşin doğuş kızarıklığı arasındaki ilişkiyi renk olarak isimlendirmem oldukça güçtü. Morun mavi tonuna ne denir bilmem ama insanın içini burkan bir renk karmaşasının adına gizlenen portakal çiçeği kokuları…
![Mustafa Yılmaz 4](https://www.antoloji.com/i/siir/2019/12/15/ayriliklar-yasamimiza-zamansiz-girecekti-3.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!