Amatör balıkçının elleriyle deniz arasında havada asılı kalmış derin su balığını denize geri bırakırken ağzındaki iğneyi yarasını yırtmadan çıkarmayı hiçbir balıkçı düşünmez. Balık tutmak keyif işidir çünkü.
O ansa balıkla balıkçı arasındaki en trajik andır ama kimse o anı umursamaz…
Kahreden ayrılıklar gibi…
Gidenin buz kestiği,kalanın içinin yırtıldığı,kahreden ayrılıklar gibi.
Oysa her şey ne güzel başlamıştı…Güneşli bir bahar günü sanmıştınız ki sanki ömrü hayatı boyunca sizi aramıştı sizde onu beklemiştiniz.
Siz onun için mucizeydiniz o sizin için kahramandı.
Nasılda inceydi size karşı, nasılda dünyada sizden başkası yoktu onun için ve siz kendinizi bir adak gibi adamıştınız ona.
Sevişmeye bile kıyamıyordu sizinle, bakmaya doyamıyordu
Kendi gözünden sakınıyordu…
Nasılda ince ince seviyordu sizi,dünyanın en centilmen beyefendisi,
en serseri aşığı,en şefkatli dostu,en güçlü erkeğiydi….
Nasıl da emindiniz sevgisinden,
nasıl da şaşaalı bir yer açmıştı size yüreğinde….
Dünya yıkılsa size bir şey olmazdı…
Ne kadar şanslı ne kadar özel hissediyordunuz kendinizi.
Yeryüzünün prensi,onca kadın arasından gelip sizi sevmiş sizi yüceltmiş kimsenin göremediği derinliklerinizi görmüş sizde onu en derin yerlerinize,içinizin saraylarına,en sonunda da o kimselere kapısını açamadığınız cennete girmesine izin vermiştiniz.
Hani o en uzak en derindeki cennetinize.
Sarhoş olmaya başlamıştınız artık. Derinlik sarhoşluğu…
Yüzünüzde tanımadığınız bir gülümseme. İçinizde güven,
Hiç bir şey düşünmüyordunuz sevmekten sevilmekten başka.
Dünyayı kendine dert eden siz, şimdi derinliklerde,
aşktan başka her şeye, kendinize bile gözlerinizi kapatmış,
kendinizi sevdiğinizin kollarına bırakmış dünyanın kötülüklerinden habersiz bebekler gibi savunmasız, ipek tüller gibi uçucu,
pamuklar gibi nasılda yumuşaktınız.
Ama sonra bir sabah telefonunuz çaldı…”O”ydu arayan.
Her şeyin bittiğini söylüyordu.Kendince haklı sebepleri vardı….
Siz derinlerdeyken o çoktan demir almış gitmişti ve şimdi kendince incelikle size gittiğini haber veriyordu.”Uyan” diyordu size.
“Ben uyandım dünyaya geri döndüm” diyordu.
”Aklım başıma geldi” diyordu…
Oysa siz,onun sizi hep aklı başında sevdiğini sanıyordunuz.
O yüzden hiç bitmeyecekti ya zaten değil mi…
Bu ses de kimin diyordunuz….
Tanımadığınız bir sesti,hiç duymamıştınız.
Ne kadar da soğuk, uzak, nasıl da ciddi, nasılda sevgisiz,nasıl da güçlü bir ses…Bir sesti sanki yalnızca.
Siz konuşanın sevdiğiniz olduğuna inanmıyordunuz ama
o “benim” diyordu…”Benim,tüm bunları da ben söylüyorum…” “Bilerek isteyerek tüm bilincimle bunları sana ben söylüyorum” diyordu…
Anlıyordunuz ki uzun bir kış başlıyordu…
Öyle bir titrediniz ki ayıldınız.O kadar üşüdünüz ki inandınız.
Öyle bir itildiniz ki ayrıldınız.!
Peki ama neden böyle gidiyordu…
Yola çıkmış birine elbette ki gitme demeyecektiniz..:
Gitmeye mecbur kalmış,gitmesi gerektiğine inanmış,ya da kalmak istememiş olabilirdi…Ama böyle gidilir miydi…
Bu kadar hiçbir şey yaşanmamış gibi,bu kadar sanki hep uzakmış gibi bu kadar her şeyi kırıp dökerek..
Bu kadar sanki siz bir kaya gibi sertmişsiniz,size hiçbir şey olmazmış gibi.”O”na hiçbir şey olmamış gibi.Üstelik size bakmaya kıyamayan,bir gelinciği koklar gibi incitmeden özenle seven o adam!
O centilmen,o tatlı,o sevdalı serseri,o şefkatli dost,
o yeryüzünün prensi…!
Bu kadar yakışıksız bu kadar inceliksiz….
Elbette ki ayrılıkların güzeli olmaz….Elbette ki acıtır her ayrılık…
Elbette ki kalanın da gideninde yarası vardır…
Kimi başladığına pişmandır kimi bittiğine…
Hepsi bir şekilde acıtır.
Ama gidenin bazen bir vefalı bakışı lazımdır kalana,
ki hatırı kalmasın yüreğin
Gidenin özenli iki cümlesi lazımdır kalana ki,
hüzünlü de olsa anarken gülümsesin.
Ayrılığın kendisidir hançeri saplayan,
ama giden,giderken,döndürmese o hançeri,
kalanın yarası daha da kanamasa,o kan gidene bulaşmasa,
öfke bulaşmasa kalana,acıdan kalbini yok etmek zorunda kalmasa.!
Çünkü ayrılmanın da bir adabı vardır,bir edebi vardır aşkın.!
Amatör balıkçılar gibi o derin su balığını o misinanın ucunda ağzındaki iğneyle sallanırken izleyip sonra geldiği denize geri bırakmaya karar verip iğneyi çıkarıp atıveren,balığı yakalamış olmaktan başka hiçbir mutluluğa gebe olmayan
amacı sığ balıkçılar gibi.
Giden o hançeri hoyratça çevirmese.!
O derin su balığının,ağzındaki yarayla,o yırtılan,daha da açılan yarayla dip karanlıklara inişindeki hazin yalnızlık o dayanılmaz hüzünle kalmasa kalan…!
Bizim için bir anlamı bir sebebi kalmayan,ya da bizim elimizde bir ömrü olmayan,artık solan bir gülü yol kenarına atıp gitmekle,
bir kitabın arasına saklamak arasındaki fark gibi….
O kitabın arasında bir gül olduğunu bile unutacağız bir gün belki ama hiç aklımızda yokken düşüverecek yıllar sonra sayfaların arasından ve bize ait bir yaşanmışlığın tatlı hüzünlü tebessümü gelip geçecek bir an bakışlarımızdan…..Hayat ayrıntılarda bulmuyor mu anlamını….
Ne yaptığımız değil,neyi nasıl yaptığımız değil mi “an”ları anlamlı anılara dönüştüren ve bizi değerli kılan…..
O zaman balıkların yarasını yırtmadan,ayrılığın hançerini hoyratça çevirmeden,elimizde soldurduğumuz gülleri yol kenarlarına atmadan önce yapacak daha iyi bir şeyimiz olmalı mutlaka….ama mutlaka.!
Kayıt Tarihi : 21.3.2011 11:12:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!