Ayrılığın nefesiyle varolan müzik.

Hadi Kuranlıoğlu
102

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Ayrılığın nefesiyle varolan müzik.

Yokluğa sırrını bahşetti yaradan; sırdan doğdu an, saniye, dakika, saat, gün, zaman.. Sırrın en büyük mucizesi saklı kaldı ilk günde.. Olan, olacak olan, biten, bitmeyecek olan ne varsa yazıldı bir günde..
Zerrelerimi mürekkep yaptılar, benliğimi kalem, kalemin memlükleri tohum tohum yeşertiler kainatı, senin köklerinde.

Kitab-ı Mübin’in üç katibi “Hasret” “Firak” ve “Vuslat” sırrın sırrını aradılar on iki saat, harfleri dövdüler sonsuzluğun tavında..
Karanlık düşecekti ki günün devri daimine, telaşa kapıldı Hasret bağırdı “aşk” diye; neden bağırdığını bilmeden, harfleri boca etti kalbin kalıbına..
Doğdu geceyle beraber aşk, böylece..
Vuslat’ın gönlü razı gelmedi karanlığa, aldı başını çekip gitti, dönüşü olmayan uzağa..

Firak “aşktan yanayım ben” dedi sarıldı Hasret’e, özü bulduk sanıp birlikte düştüler tuzağa..
Kızdı “Sırrın Sahibi”, bıraktı Vuslat’ı uzakta; Firak’ı, Hasret’i ve “aşkı” hemhal eyledi ezeli boşlukta..
Hasret ne senin, ne benim çocuğum, daha yokken biz, yokken herhangi bir insan, ilk geceden yankılanıyordu sesi..
Vuslatın sürgününe sebep, firakın ayrılmaz eşi, bütün aşkların merhametsiz annesi..
Uyku nedir bilmez, bilmiyor, bilmeyecek..
Gözünü karartıp ne seni benim koluma, ne beni senin koluna verecek..
“Aşığım” diyeni yaktı, yakıyor, yakacak.
Aşk var oldukça hasretin anneliği hiç bitmeyecek.
Ayrılığın nefesiyle varolan müzik, Orfe’nin dilinden yayılır yeryüzüne..
Düşmüyor elimden ızdırabı besteleyen lirim, nağmesiz kalsa bile..

Kırsa da zincirlerini iradem, Evridiki’nin ayağına dolanan sabrına erişemiyor, kurtaramıyor onu, yeraltından ışığa yaklaşsa bile..
Sözünü tutamayıp asılı kayanın altında yedi ay ağlayan Orfe, bakamıyor Evridiki’nin yüzüne, vuslatın şarkısını bestelese bile..
Kifayetsiz kalır bu kederi anlatmaya diller, dağılsa sisler, ervahlar gelse dize, nişanlasalar bizi birbirimize, ayağa kalksa kainat “Amenna ve Saddakna”nın şahitliğinde: vuslat yine sürgün, yine sürgün, yine sürgün. kıyamet kopsa bile..
Uyku nedir, nedir uyanmak, nedir rüya, nedir gerçek; matem-i aşkta bağrını döverken İbn-i Sina, şifayı kim nereden bilecek?

Yoksan sen, Tammuz ile İştar tohumları, çiçekleri, bağları, bahçeleri, ağaçları, ormanları, ilk ve son baharı niçin, kim için derleyecek..?
Kanayan dudaklarımla inci mercan, canıma can, vuslatın sürgününden hayallerime uzanan boynunu öperken, uyanık mıyım uykuda mıyım, kim nasıl bilecek?
Sırtıma alıp seni, sırtımı dayamışken yıldızlara, firakı tercih etmişken vuslata, akıl kar etmezken bu sırra, divanelik tacını benden başka kim neden giyecek..?
Sırrın sırrı kalakalmışken o ilk günde, Adonis’ten, Osiris’e “Sır Dinleri” ketumiyet yeminindeyken, dilim sana hangi sırrı, nasıl söyleyecek..?
——
Kalemim asılı hâlâ, hasretin aşkı doğurup vuslatı boğduğu o günde!
Devirler bitti, devranlar döndü, eridi hepsi bir günde..
“Sırrın Sahibi” vahyin gölgesiyle üfledi kalbime nihayet:
“Sırrın sırrı bende değil…sende, sende, sende..”

Hadi Kuranlıoğlu
Kayıt Tarihi : 23.10.2024 17:16:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


İnsan ruhu sürekli olarak metafor ve sembol yaratarak temelde şiir hikaye yazar.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Hadi Kuranlıoğlu