Ben seni, Fırat'ın Dicle'ye kavuşamayan kolları gibi sevdim,
Midyat'ın soğuk taşlarında yankılanan dualar gibi,
Ibrahim'in ateşe yürüyüşü gibi,
İmkânsız, ama ilahi bir inançla.
Adını duvarlara kazıdım,
Urfa Kalesi'nin tozlu serinliğine,
Bir taş duvarın hüznüyle örüldü adın,
Ve Mezopotamya’nın rüzgârında savruldu dualarım,
Bir dua gibi okudum seni,
Bir gün kavuşmak için değil,
Sadece sevmek için.
Ayrılık dediğin,
Bir çift gözde saklanan koca bir fırtına,
İki yüreğin birbirine mühürlü ama mahkûm olduğu bir sürgün.
Galata'nın Kız Kulesi'ne bakışı gibi,
Hiçbir zaman kavuşamayacağını bilerek,
Yine de sevdaya duruşu gibi sevdim seni.
Sen Süryani kiliselerinde yankılanan eski bir ilahi,
Ben minarelerden yükselen ezgide kaybolmuş bir yetim.
Bir aşkın iki farklı duasıyız biz,
İmkânsızlığa yazılmış bir destan,
Zamana yenilmeyen bir yemin gibi.
Ey sevdamın en güzel harabesi,
Dicle'nin vadisinde yankılanan sessiz çığlığım,
Bir gün bir rüzgâr eser de sürgünümüz biterse,
Seni yine,
Aynı İlk günkü gibi,
Ve asla kavuşamayacağımızı bilerek,
Ama asla vazgeçmeyerek severim.
Kayıt Tarihi : 11.8.2025 21:50:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Şiirimiz Güneydoğu topraklarının, tozlu duvarları arasında buluşan Hristiyan bir oğlan ve Müslüman bir kızın aşkını anlatıyor
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!