Nasıl başlarsınız ki bunu anlatmaya? Suskunluğun boyut değiştirdiği, bambaşka bir hesaplaşmanın ürünüdür içsel yalnızlığımız... Kimsesiz bir çokluk duygusu ile birlikte, yokluk benzeri bir varlık çelişkisinin, onmaz yaralarıdır, dimağımızda açılan.
- En büyüğünden taşlarla bezeli, yer yer derin hendeklerden atlayarak, bazen olmadık bir dal, bazen en sivrisinden dikenlerle boğuşup, üstüne üstlük yokuş yukarı ilerlemeye uğraştığım yollarda, (bütün bunlar) yetmezmiş gibi, bir de yalın ayağım ben...-
Karma karışık, allak bullak ve kıyasıya zorlu bir yaşama savaşı; daha doğrusu, yalnızca kendimizin kurduğu düşte, varlık gösterebilme uğraşı. Bitmek bilmez bir eziyet bu, ne yana baksak... Her taraf yangın, her taraf karanlık ve her taraf marazi bir şaşkınlık içerisinde.
- Ne zaman içime bir göz atsam, ne zaman hayatın içinde durup, her şeyim yanımda mı diye yoklamaya kalksam ruhumu, kanayan parmaklarıma ve yollarda bıraktığım ayak izlerime rağmen, dehşetle fark ederim ki nafile bir yolculuğun, inatçı bir Don kişotuyum ben...-
Bir sürü çelişkinin anlamsız kavgasının orta yerinde barış elçisi gibi, hiçbir şey üretmeyen ve doğanın-insan oğlu ne yaparsa yapsın baş edemediği- devinimiyle görece mana kazanan bir mücadelenin hikayesidir, “ayrık otu “ olmak. Öğrenme aşkının kasıp kavurduğu ve bilginin, çölde su misali serinlettiği ruhumuzun, aldıkları için ödediği bedeldir yalnızlığı... Kimsenin galibi olamadığı bu kavgada, kazandıkça tükenir ve her soru yanıtlandıkça, yaralanırız.
- Ellerimi uzatırım bazen gökyüzüne... Ayak parmaklarımın ucunda olabildiğince yükselir, bedenimi mümkün olduğunca kasarak germeye çalışır ve kolumu zorlayabildiğim son noktaya kadar uzatarak, parmak uçlarımla bulutlara değmeye çalışırım. Kimi zaman şeker pembesi, kimi zaman düş beyazı bulutlar, eğer değmeyi başarabilirsem, beni yakalayıp, içlerinde ki mutlu arılığın lezzetiyle, tamamlayacaklarmış gibi gelir.
Bilgi doğası gereği bütünler insanı, oldurur ve sınar. Ama ne yazık ki sihirli değneği yoktur ve kendi içinde devinimsiz duruşu ile size varmak için, sizin ona ulaşmanızı bekler. Bilgi, otobüs durağı gibidir, hangisinde bekleyip, gelen otobüsle nereye gideceğinize ve gittiğiniz yerde nasıl yaşayacağınıza siz karar verirsiniz. Ve değişmez bir gerçektir ki, her otobüs durağı biraz daha aykırı ve duyarlı kılar sizi. İlkel insana has tüm kavgacı, künt ve özensiz ifadeniz, hızla nahif, farkında ve özlemli varlığa dönüştürür kendini. Bildikçe zayıflar bedeniniz. Güçlenen dimağınızın verdiği destekle “ayrık otu” gibi yalnız ama dibine kadar hissederek yaşarsınız bundan böyle.
Satarken güllerini,
Alırken alın terini.
Yırtıktı elbisesi,
Ayağında terliği.