Bülbül gibi gülistan bostandan ayrı düştüm.
İstemem altın kafes vatandan ayrı düştüm.
Ey gam öldürme beni bu hicran gecesinde
Zira bir güneş yüzlü handandan ayrı düştüm.
Gönül feryad ediyor karanlık gecelerde
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Şiir yazabilme yeteneği olanlar her zaman yaşadığı gerçekleri şiire dökse; buna ne zaman, ne de görevi izin verir. Şairlerin çokça yaptıkları şey; hayallerini gerçekmişçesine kurgulamaktır.Kurgusu güzel olan bu şiir de bence bundan ibaret.Fakat bu denli Devlet görev meşakkati altında şiirdeki çok hassas bir ruh, dikkat ve şi'rin asaletini yaşamak, her halde asil ve hassas bir ruhun göstergesi olsa gerektir.
Bir taht uğruna babasıyla bile savaşı göze alabilen koskoca Yavuz nasıl oluyor da-uhdesinde onca cariye ve nikahlı eşi varken- bir hatuna olan tutkusunu şiirleştirip raiyetine ve maiyetine ve de cümle aleme faş etmekten hicap duymuyor? Hani sevdasını içinde gizleyenler cennetlik idi? Bunu daha bu gün Üyelerden günün şiirine yorum yapan bir bayan şairemiz iddia etmişti. Koskoca Yavuza onca şeyhleri ve koskoca şeyh-ül İslam bir bayanın ayrılığı için böyle feryad-ı figan edilmemesi gerektiğini hiç anlatıp izah etmemişler mi? Hem Koskoca Yavuz aşkını kalbinde gizlemenin- bir şairemiz böyle diyor ya- kendisini cennetlik kılacağından bi-haber miymiş?
Taktiri İlahi... 8 Yıllık saltanatında iki imparatorluk yıkan Sultan, bir sekiz yıl daha yaşasaydı Avrupa kalırmıydı acaba?......
Devletin kralı milletin sultanı cihanın padişahı hanedanın selimi kendinin nesi, yavuzu.
Yavuz belki de osmanlı hanedanının gelmiş geçmiş en asi hakanı ve belkide bu devlet 6 yüzyıllık varlığını onun yaptığı işlere borçlu.Günahıyla sevabıyla iz bırakmış bir türk ve şiir muhteşem...
Nekadar nezih. Şimdi soralım nezih olan aşık mı maşuk mu? Bu şiire göre nezih olan aşık Sultan Selim. Öyle nazande ifade etmiş ki. Aşka, aşkına aşık oldum. Böyle sevmeler....
Sanma şahım herkesi sen sadakane yar olur, Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur, Sadakane belki ol alemde serdar olur, Yar olur, ağyar olur, Serdar olur, dildar olur. Yavuz sultan Selim
Osmanlı'nın nezaketi ne kadar mükemmel...
Gönüller fethi adeta...
Gönül feryad ediyor karanlık gecelerde
Gamlıyam bir mah cemal sultandan ayrı düştüm.
CANANDAN AYRI YAŞANIR MI?
Farsça şiirlerinin yanında Türkçe şiirleri de olan ve “Selimî” mahlasını kullanan Yavuz Sultan Selim 1470 – 1520 yıllarında yaşamış, Padişahlığı döneminde devraldığı Osmanlı topraklarını tam üç kata yakın artırarak 6.557.000 kilometre kareye çıkarmıştır.
Mısır seferinden sonra “Kutsal Topraklar” Osmanlı hâkimiyetine geçmiş, Osmanlılara geçmiştir.
6 Temmuz 1517’de Emanet-i Mukaddese (Kutsal Emanetler) Y. S. Selim’e gönderilir.
29 Ağustos 1516'da “halifelik” de Abbasilerden
Osmanlılara geçmiş olur.
Yavuz kendini, Hâdim'ul-Harameyn'uş-Şerifeyn (Mekke ve Medine'nin Hizmetkârı) olarak kabul eder.
Devrin en önemli ticaret yolları “İpek Yolu” ve “Baharat Yolu” da Osmanlı kontrolüne geçer.
Sakal bırakmayan ve her daim sakal tıraşlı olan tek padişahımızdır. Kulağındaki küpe de günümüz gençlerinden bazılarına emsal olur.
*
(Yavuz Sultan Selim hakkında çok kısa ve genel bir bilgi vermek gerekiyordu. İstanbul’la ilgili yaptıklarına da bakmak ve hatırlamak lazım aslında.
Neden en son yapılan boğaz köprüsüne “Yavuz Sultan Selim” adının verildiğini anlamamız için bilmek lazım.)
*
Şiir “Gazel” nazım türüyle yazılmış.
Anlaşılır bir Türkçe kullanılmış. (Sadeleştirme yapılmadıysa)
Şiirde gazelin bütün özelliklerine olduğu gibi uyulmuş.
Bizim kudretli Padişahlarımızın hem ilim adamı, hem sanatkâr, hem şair olduklarını Fatih’in şiirinde de belirtmiştim.
Şiiri kısaca yorumlayalım.
Bir telmih sanatıyla ilk beyite başlanmış. Güzel bir atasözümüz hatırlatılarak; vatanından, sılasından ayrı düşmüş bülbülü altın kafese koysanız, hürriyeti elinden alındıktan, vatan özlemi ile yanıp tutuştuktan sonra ne anlamı kalır…
O güneş gibi parlayan ve sımsıcak gülen, mutlu ve mesrur eden sevgiliden ayrı kalına bu gecede insanı en çok sıkıntıya sokan ayrılık acısıdır, kederidir. Ayrılık ölümden beterdir. Çekilesi bir dert değil.
O ay yüzlü güzelden ayrı düşmek kolay mı? O sevgili ki; gönlümün güneşiydi, gecemin ay yüzlüsüydü. Ondan ayrı düşmek günlerimi geceye çevirdi, feryadımı asumana duyurdu...
Ayrılık yüzünden ne hale düştüğümü soranlara diyorum ki; ne halde olduğumu sormayın. Çünkü ben canımdan ayrı düştüm. Canından ayrı düşen ruhsuz bedene benzer.
Selim’i kınayanlar çektiğim ıstırabı bilemezler. Hasta olmayan nasıl ki hastanın halinden anlamazsa, âşık olmayan da aşığın halinden ne anlar… Ben “can” dediğim, “canım” dediğim sevgilimden ayrı kalmışım.
Bu dünyadan, yaşamaktan bana ne?
Rahmetle yâd ediyorum, böylesi yüce padişahlarımızı.
Mekânları cennet olsun.
Sevgi ve saygı rüzgârları esenliğiniz olsun.
Hikmet Çiftçi
“GERÇEK DOSTLAR BİRLİĞİ”
Bu şiir ile ilgili 25 tane yorum bulunmakta