Aynalı Sandık Şiiri - Aynur Uluç

Aynalı Sandık

Bir ağacın gövdesinde saklı değildi elbette tüm bu olanlar ama ağaçtan açıldı oluk ve içerde büyük bir tazyikle duran her türlü engellenmişlik sel oldu aktı. Cebimizde öyle hazırda duran beylik sözlerle açıklanamayacak kadar...yeni bir oluşum bu. Bu süreci tarihsel, sosyolojik, psikolojik gibi pek çok açıdan okumak mümkün. Ancak dikkat edilmesi gereken, şu ki bu okumaları eski bildiklerimizin üzerinden eski cevaplarımızı devreye sokarak mı yapacağız, yoksa bambaşka ve yepyeni bir akılla mı...Görünen o ki şimdi bildiklerimizin ötesine geçme zamanı. Bambaşka bir yerden; şiirden okumak istiyorum bu süreci; bilimden okumak istiyorum ama önce Afrikalı bir kabilenin çocuklarından söz etmeliyim size.

Afrika’da çalışan bir antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşanın ödülünün, o meyveleri yemek olacağını söyler ve çocukları izlemeye koyulur ancak hiç beklemediği bir şey olur. O anda bütün çocuklar el ele tutuşup koşarlar ve ağacın altına aynı zamanda vararak meyveleri hep beraber yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını merak edip sorduğunda ise aldığı yanıt şöyle olur:

“Biz “ubuntu” yaptık. Yarışsaydık, yarışı kazanan bir kişi olacaktı ve o kişi meyveyi tek başına yese diğerleri yemediği için çok mutsuz olacaktı. Oysa biz ubuntu yaptık ve böylece hepimiz yedik. Ubuntu, bizim dilimizde "ben, ancak biz olduğumuz zaman ben'im" demektir."

Soruyu soran antrapoloğun yüzünü görmek isterdim o anda. Merak ediyorum; acaba bu sürpriz bilgi karşısında heyecan mı duydu yoksa kendi bakışının böylesine parçalanması karşısında korkuya mı kapıldı. Göstereceği tepki, bu güzel paylaşımın kendisi kadar önemli çünkü. İster istemez aklıma Albert Einstein'in bir sözü geliyor, dahası gelmekle kalmayıp çok daha anlaşılır oluyor benim için. Einstein diyor ki;

"Problemleri onları oluşturan düşünme şekliyle çözemezsiniz"

"Benim için" diyorum çünkü hepimizin belki de ilk yapması gereken olaylara bakıp eski akıllarla ahkâm kesmek yerine önce kendisine dönüp süreç içindeki haline yeniden bakmasıdır. Kendisini yeniden tanımlamasıdır kendine karşı, kendisi için. Ben ne yapmalıyım, diye sormasıdır. Bu soruyu kendime sordum ve aldığım yanıt şu oldu. "Kendimi yenilemeliyim öncelikle. Eski bildiklerimden şüphelenmeliyim ve yeni gözlerimle bakmalıyım olan bitene. Kuşanacaksam illâ, hevesimi kuşanmalıyım sadece."

Bugüne, bugüne dek alışkın olduğumuz tüm düşünme ve pratiğe dökme şekillerinin dışında davranan gençlere bakıyorum şimdi zamanın birbirine geçtiği yerde. Tüm bu olup bitenden ne öğrenebilirim gibi bir merakla bakıyorum. Eski okuduğum şiirlere yeniden, bu sürecin sorularını arayarak bakıyorum. Okuya okuya bir gün şiirinin içinde büyüyen çınarı olduğum, bir gün mırıl mırıl uyuklayan kedisi olduğum, bir başka gün köşede ışıldayan güneşi olduğum "Masalların masalı" isimli şiire "neden olmasın" diyerek dinlediğim bir masala bakar gibi bakıyorum şimdi. Tazyikli bir suyun başında durmuş, o suda çıkan suretimize bakıyorum. "Su başında durmuşuz, çınarla ben" diyerek başlar şiirine Nazım. "Suda suretine bakar çınarla ben, ve suyun şavkı vurur çınarla bana." Sonra kedi gelir, sonra güneş... En sonunda "ömrümüz" gelir o suyun başına. Yaşam kendi doğası gereğince akıp, herkes kendisi gibi olabilince "çok şükür" der şiirdeki "ben"... "Ben", ancak "biz" içinde olabildiğinde "çok şükür" der, Afrikalı çocukların "ubuntu"sunda olduğu gibi...

Ben de; çınarıyla, kedisiyle, güneşiyle ve ömrümüz'le bakıyorum yeni güne. Biliyorum ki bütünün içinde parça, parçanın içinde bütün vardır. Bütünün içindeki parçayı, parçanın içindeki bütünü görebilmek için dikkatle bakıyorum.

Aynur Uluç
Kayıt Tarihi : 10.6.2013 09:29:00
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Aynur Uluç