İnsan herşeyden kaçabilir kendinden asla. Nereye gidersek gidelim kendimizide götürürüz. Kendimizden kaçmak inkar etmek,
olduğumuz yerden memnun olmamak, arayış içine girmektir. Kendimizden kaçmak nedir? ruh yorgundur, hayatın içinde
aradığını bulamamıştır, istediği yerde değildir o yeri arar durur ve bunları düşlerken kaçış başlar işte.
Yok sayar yaşanılanı, yapılanı rüya gibi görür olmamış gözü ile bakar. Uyanmak şoka girmek demektir bundan da korkar.
Amin Maalouf'un 'Yüzüncü Ad' adlı romanında geçen bir diyalog var. Tanrı'nın yüzücü adını bulmak üzere büyük bir
yolculuğa çıkmaya karar veren bir kişi, gerçek amacını gizleyerek, sanki macera için dünya turuna çıkıyor gibi
gözükerek köyündeki insanlarla vedalaşır.Veda etmek üzere köyün yaşlı ve gözleri görmeyen bilgesi ile karşılaştığında
ilginç bir konuşma geçer aralarında.Dünya turuna yeni yerleri keşfetmek için çıktığını anlatan kişiye, kör bilge
'anlamıyorum' der,'İnsan her gittiği yere kendini de götürdükten sonra dünyayı gezmenin anlamı ne? ' Eski bir Rus geleneği
vardır:
Yola gidecek yolcu, kapının eşiğinden dışarı adım atmadan önce birkaç dakika sessiz durur, geride bıraktığı eve
dağılmış olan ruhunun toparlanıp bedenine girmesini bekler.
Ne kaçabilir ne de koşabiliriz bazen, öyle bir zamanda çıka gelir işte karşına ellerinin içinde yüreği
gülümseyerek, gözlerinde kaybolmak istersin o an.Suyun yele kapılıp akması gibi.
Su korkar mı taşmaktan akası gelmez mi? Yanık yeri saklı yarası soğumaz mı?
Gelişin kendimden gidişlerimdi. Ben ki kendimden kaçan... Korkularım ecelimi çoktan aşmıştı.
Ne ölmekten ne yaşamaktan çekinmezken, hayıflanırken, şiirlerime vurulmuş inadına gülümserken, her doğan güne gebe bırakırdım
sabahları. Penceremden içeri süzülürken turna misali çizerdim seni umutlarımla umudum olmuştun peşine düşmüş yedi veren gül misali.
Gül'ündüm güldürenim oldun hep solmaktan korktum.Kopup elinde kalmaktan, boynum bükük yaralanmaktan. Dukalarımda yarım kalmış bir melodi gibiydin
kekremsi bir tat bırakan ne alabilirsin ne sindirebilirsin, tam gelmiş oturmuşken gönlüme bağdaş kurup soframa, uzatırken elimdeki gülü dikeni elimde
kalıyordu sanki. Gülün dikeni yüreğine batarmış aslında alası oradan gelir kendini kanatır kendini ağlatır. Kendine dönüp sarılan ben
kendinde ısınan,sığınan bir Rabbim bir ben diyen ben aramıza seni aldık.
Şiirlerle bölünürdü kalbim, tebessümlerim herşeye rağmen inat ederdi, gün biter gece çökerdi hücrelerime
yine de hayıflanmazdım kendime böyle. Kaybolmazdım karanlığın ıssız çığlıklarında, feryat etse de yüreğim
yıkılmaz, yanılmazdı. Oysa şimdi sokaklarım arasında sıkıştım kaldım. Ne yana dönsem çıkmazlığın çaresizliği
eziyor bedenimi, bedenimden ziyade ruhumu, gün geçiyor..gün kararıyor her geçen saatte sanki ruhum bedenimi eziyor.
İnançlarım usul usul terkediyor, virane şehir edası bırakıyor bende, zaman zaman diklense de, dik baksa da çehrem
avuçlarımın arasında kanıyor sol yanım. Kime, neye, neden kızacağımı bilmiyorum ki kendimden başka hangi gün sesim
yükseldi göğe desem yalan asiydim belki öfkemle dağların ucunda açan güle dokunurdum, vahşi küheylan bakışlarındaydı gözlerim
heyt derdim derdim demesine de sadece sevdiklerime sustum..
Susmalardayım..suskunum....
Acıtmaz bilirdim sevda gece ok gibi fırlatırmış oysa, üstünde demir altında ranza arasında sıkışıp kalırmış insan dört dağın ardına düşmüş
çırpınıp dururmuş el..ayak...acizliğin dişleri arasında.
Dal kırık..bahçe dökük..içimde debelenip durur bir gül...
Gül seninle güldü, varlığımsın dedin varlığın oldu... gül var oldu..Bulutlar
doldu...
Parmak uçlarım kırmızı.
Tülay EkerKayıt Tarihi : 4.1.2008 21:44:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
ya serkeş olurmuş ya eşkıya
selam ve muhabbetle.
TÜM YORUMLAR (1)