Aykut Karaman Şiirleri - Şair Aykut Karaman

0

TAKİPÇİ

Aykut Karaman

Konuşuyorlar... Ne dediklerini duymam mümkün değil ama bu bir tartışma değil. Anlayabiliyorum. Dost bir karartı bu... İnce silulet çöktüğü yerden kalkıyor. Dost karartı onu sarmalıyor. Arkamda bir yerlerden acı bir çığlık duyuyorum. Bir nefes okşuyor kulağımı, yanaklarım ıslanıyor başkasının gözyaşlarıyla. Bir damla kan damlıyor gökyüzünden. Sırada bir düzensizlik var. Yerimi sayamıyorum. Eminim ki on üç değil. O nereye kayıyor acaba? Arkama dönüyorum, devamlı değişen yerime aldırmadan saymaya başlıyorum. Yedi sıra geriye... Olamaz! Boş... Bu işte kesinlikle bir yanlışlık olmalı. Yedi sıra gerimdeydi biliyorum. Tekrar saymalıyım ama sıram hala değişiyor ve bu durum saymayı çok güçleştiriyor... Üstelik değişimler sadece yatay düzlemde değil... Zaman zaman dikey yönde de hareketlenmeler yaşanıyor. Yükselirken, bloklar halinde bir sürü topluluk görüyorum. Hepsinin bir perdesi var ve izliyorlar. Diz çökmüşler, ellerini dizlerinin üzerinde birleştirmişler, başları dik, bakışları sabit. Binlerce olmalı bu gruplar. Sonunu göremiyorum. Ortam sakinleşiyor sanki. Bir kez daha denemeliyim. İki.. Üç.. Dört.. Tamam.. Onu buldum ama geride değil; Sağımda, bana yaklaşmış. Hatta en önde galiba. Yanına gitmek için yerimden kalkıyorum, sıra değişimlerinde o kadar karıştı ki her şey... –Bunu bir iki kez daha yaşandığını hatırlıyorum ama bu kadar etkilenmemiştim. Hatta benim sıram hep aynı kalmıştı.- Hızlı adımlarla sıranın en başına doğru yürüyorum. Yaklaştıkça durumunu daha iyi görüyorum. Birinci sırada. Gözleri buğulu, diz çökmüş, başı dik ve perdeye bakıyor. Yanına oturuyorum onun, yerim en baştan ikinci. Aslında hiç yürümedim. Sıraları saymış olmalıydım ama hiç saymadım. O da hareket etmedi. Diz çökmüş durumdayız, perdeye bakıyoruz. O birinci sırada ben ikinci sıradayım. Nefes almıyor! , köleler isyan ediyor...
Sıra kayıyor... İnce silulet, tek başına. Oturduğu yerden kalkıyor. Çevreyi inceliyor sanki bir şeyler arıyor gibi. Sise yaklaştığımı görüyorum. Artık karartımı daha net seçebiliyorum. Sonunda hedefime ulaşacağım işte! Onu o kadar iyi izledim ki, her hattın seçebilecek hale geldim. Artık diğer karartıları da daha dikkatli incelemem mümkün olabilecek ve böylece çözüme bir adım daha yaklaşacağım. Sis perdesi kalkacak ve dönen dolaplar ortaya çıkacak. İnce karartı eline bir şey alıyor ve onu kafasına götürüyor... Uzun bir sessizlik, gözlerimi ayırmadan izliyorum Ve bir patlama. Silulet sarsılıyor.
Elimi kaldırıyorum elini yakalamak için. Bulunduğum durumdan dolayı kireçlenmiş olan dizlerim hareketi istediğim çabuklukta yapmama izin vermiyor. Kalbim sıkışıyor. Yapma diye bağırmak isterken, ciğerlerime yayılan bir yanma engel oluyor bana.
Karartı diz çöküyor... Elleri dizlerinin üzerinde. Boşluğa bakıyor. Gözleri buğulu.
Sıranın en başındayım. Diz çökmüş durumdayım. Ellerim dizlerimin üzerine kavuşmuş. Perdeye bakıyorum. İfadesiz suratım ve buğulu gözlerim var. Beynim sancıyor. Nefes alamıyorum,
İşte, anladım! ! !

Devamını Oku
Aykut Karaman

Karartılar var... Sislerin arasında, uzakta... Birbirlerinden ayıramıyorum aslında. Bir hareketlilik, planlanan bir şey. Hiç durmuyorlar... İnce bir siluleti aralarında belirliyorum. Kendime hedef seçer gibi. Eğer onu izlemeyi başarabilirsem, ufak ufak farkları ayırmam ve hepsini takip etmem belki mümkün olabilir. Bu tıpkı, karanlıkta, hiçbir şey göremezken yaşadığınız panik gibi. Önce ne olduğunu tanımlayamadığınız bir parça görünür olur. Ortamın karanlığından daha koyu bir ton. Sanki bir sihir gibi o farklı ton şekillenmeye başlar. Karanlığın içinde daha karanlık olanı görebiliyor olmak gariptir başlarda. Ama ilk şaşkınlıktan çıkıp düşünmeye başladığınızda aslında daha koyunun olmadığını anlarsınız. Koyu yoktur, açık vardır. Koyunun görünmesinin sebebi açıktır. Tıpkı şu anda hareketlerini sonsuz bir dikkatle takip ettiğim ince karartının görünebiliyor olmasını sağlayan sis perdesi gibi... Hiç sonlanmayacak bir oyunu izler gibiyim. Alkış yok, uğultu yok. İfadesiz bakan bir sürü göz ve düzenli alınıp verilen nefesler... Zaman zaman kulağı rahatsız eden bir hırıltı, kurumuş boğazların, zorlanan beden kölelerinin ifadesi. Acaba benim gibi düşünmekteler mi? Onlar da, kendilerine bir hedef seçtiler mi? Gittikçe anlamsızlaşan bu hareketliliği izlerken, olan biteni anlamak için bir çaba gösteriyorlar mı? .. Mesela sen; iki yanımdaki, buğulanmış gözlerin sahibi, senin hedefin kim? .. Beni duyduğuna dair bir belirti göstermedi. Ve sanırım ben de ona bir şey sorduğuma dair bir belirti göstermedim. Boynumu o yöne çeviremedim. Yerimden kalkıp yanına gitmiş olmalıydım ama yapmadım. Sesim çıkmış olmalıydı ama dudaklarım kıpırdamadı. Sol yandan on üçüncü kişi benim. Diz çökmüş durumdayım. Ellerimi dizlerimin hemen üstüne yerleştirmişim. Başım dik ve karşıya bakıyor. Ağzım kapalı, nefes alış verişim düzenli ve gözlerim... Buğulu. Sisin içindeki ince siluletin hareketlerini izliyorum... Biraz önce ortadan kaybolmuştu. Belki de ben kaybetmiştim. Ne kadar kolay; yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda başkasını suçlayıveriyoruz. Tepki basit, düşünce sığ... “O Yaptı...” Ben izliyordum ama bir anda ortadan kayboldu. Sen de gördün değil mi? Nasıl da hızlıydı... Derinlere kaçtı ve yok oldu. Yoksa ben kaybetmezdim değil mi? Eğer o kadar hızlı olmasaydı asla kaybetmezdim... Yerinden kalktı, uzaklardaki, diğerlerinden ayıramadığım –ya da bir farkını göremediğim- diğer siluletin yanına gitti. Ona bir şeyler söyledi ve geri geldi. Diğeri pek bir tepki vermedi. Cevabı basitti, iletti. İnce karartı yerine döndü... Ne kadar zaman geçtiğimi bilmiyorum... Uzun? Kısa? Fikrim yok. Acıyı hissediyorum zaman zaman bedenimde. Kızgınlığı tadıyorum beynimin en derinlerinde. Nefret ediyorum o zaman sisten ve içindeki karartılardan. Ama bir keresi farklıydı. Yedi sıra arkamdaydı. Yerinden yavaşça kalktı. Sakin adımlarla yaklaştı. Sıcak nefesini ensemde hissettim.Sesi kulaklarımda çınladı. Dokunuşu yumuşaktı, bir parçamdı, tenine karışmıştım. Beni aldı, geriye götürdü, yedi sıra arkaya... Gözleri buğulu, nefes alışverişi düzenliydi... Ve ben de on üçüncü sıradayım aslında. İnce siluleti yine buldum... Yalnız değil. Bu sıralar hiç yalnız kalmıyor zaten. Mutlaka yanında diğer karartılar oluyor. Acaba benim ince siluletim ünlü bir kişi mi? .. Kibirle seviniyorum. Tabi ki ünlü; o benim siluletim... Hem bu benim açımdan da güzel bir şey. Karartım hiç yalnız kalmıyor ve ben onu her seferinde diğer karartılardan ayırabiliyorum. Demek ki, başlangıçtaki düşüncem doğruydu. Kısa bir süre sonra tüm karartıların farkını anlayabileceğim. Ve böylece tüm hareketi takip etmem mümkün olabilecek. O zaman sisin içindeki siluletlerin planlarını çözeceğim...
Omzumda bir ağırlık hissettim. Bir el. Hafifçe sarsıyor beni. Bir dost uyarısı hissi uyandırıyor bende. Sanki beni anlıyor gibi. Ne düşündüğümü biliyor ve o da sisin içinde bir hedefin peşinde. Kim olduğuna bakmak istiyorum. Beni yalnızlığımdan kurtaran bu dost kim, görmek istiyorum. Oysa arkamı dönebilsem anlayacağım ki, kimse yok. Herkes diz çökmüş ve bir an bile hareket etmeden perdeye bakmakta. Bilinçli veya bilinçsiz. Anlıyor veya anlamıyor. Ama bakıyor. Nefes alış verişleri düzenli. Zaman zaman hırıltılar... Ben on üçüncü sıradayım, gözlerim donuk, omzumda bir kızarıklık var. Acımıyor.
İnce silulet olduğu yere çökmüş... Başını iki elinin arasına almış; Üzgün gibi, belki de pişman.. Ya da suçlu. Ağlıyor gibi hayal ediyorum onu. Süregelen, takip etmekte zorlandığım hareketliliğin içinde kaybolmuş ve yorgun. Ne yapacağın bilemez bir halde. Anlam veremiyor. Bir başka karartı geliyor onun yanına. Diğer karartılardan farkı yok gözümde. İnce değil. Kalın da değil. Ayrılacak hiç bir özelliğini bulamıyorum diğerlerinden. Sadece benim hedefimin yanında duran herhangi bir başka karartı o.

Devamını Oku
Aykut Karaman

Sıkışık caddeden sıyrıldım. İlginç olan ne olabilir ki? Saat 10:50. Randevu saati 11:00. 11:00 eksi 10:50 eşittir 10 dakika. 10 dakika erken gelmek iyidir. Daha erken gelseydim, işi gereğinden çok ciddiye aldığım düşünülebilirdi. Daha geç gelseydim, belki işi hiç ciddiye almıyorum, belki bütün gün tatlı tatlı uyuyorum; uyuşmuşum, beynim uyuşmuş, örümcek ağları bağlamış, uzun süredir çalışmıyor. Çalışamıyor. Belki adımı bile unutuyorum, ben en iyisi tembelin tekiyim aslında. 11:00 eksi 10:50, eşittir 10 dakika değil mi – çıkarma işleminin sağlaması hep gerekir.
Çarpmanın, bölmenin sağlaması kolaydır yine, ama toplama çıkarmanın sağlaması yok sanki. Çıkarmayı unuttun mu herşeyi unuttun demektir. Herşeyi unutmuşsan hiçbir şey sağlayamazsın, değil mi – ama 10 dakika iyidir, zamanında gelmişim.
Sorunlar hep bir takım tutukluklardan kaynaklanıyor, ateş edemeyen bir tabanca sahibini vurabilir. İnsan başkasını vurmaya dikkat etmeli. Girişken olmak, evet tüm sorun bu. Çok akıllı olduğuma göre, girişken de olabilirim, çünkü ben herşey olabilirim. Normalde kimseye söyeleyemem bunu tabii, ama kendimizi kandırmaya hiç gerek yok, evet ne düşünüyorsam ben oyum. İnsanları her şeye inandırabilirim, bunun için ağlayabilirim, peygamber olabilirim, insanların beni düşünüp kendilerini yeniden tanımlamaları gerekiyor. Bunu bir gün ortaya koymam gerekebilir. Trombon ve tuba sesleri işte, kaçınılmaz gerçek, ama asıl sorun bu değil.
ama – kapı, bir sehpa ve iki koltuk ve karanlık bir oda – karanlık, aptallık, ben karanlıkta saldıramam. Hem burası sıcak gibi, demiştim bu kadar giyinmenin anlamı yok demiştim. Hiçbir şey denkleşmez sıcakta, çabuk yorulur, çabuk terler. Benim en önce ellerim terler, onun için ellerimi pantolonuma sildim. Kapı, buzlu camlı paravanın ucundaydı. Kapı çaldı. Bir adam. Sekreter? Sekreter değil. Sekreter yok. Oysa ben sekretere hazırlanmıştım. Sekretere iyi davranmalı, hem bir sekreter umulmadık yararlar sağlayabilir. Adam hızlı adımlarla:
- Burak Bey?
- Evet, benim.

Devamını Oku