I
yıldızlar bir bir düşüyor gözlerimden
ezgisi yok türkülerde kalıyor yüreğim
susmak sabaha ihanettir, ilkyaz dağlarda üşür mü hiç
ağır bir yenilgiydi güneşin batışı… şiire daha çok vardı, sana daha çok… memleketin bütün dağlarını aşarak eylül’den kaçıp sana geldim…
eylül’dü
aşk yenilmişti bir kere
genç ölüler
sarı yapraklara sarılıp
kırmızı bir hikâyede nar tanelerinin işi vardır mutlaka
kaçgöç zamanlarında ay ışığı da lazım
gözlerine düşmüş mağrur yakamozlar da
ancak filozof bir yağmur ıslatabilir düşleri
bilirsin, hiçbir sevda masalı bitmez mutlu sonla
I
ben çok sevdim sana
“seni seviyorum” demeyi
sabaha uyandım masmavi bir güneşle
akşama bir çarşaf dolusu hüznün dökülmesine birçok anlam katılabilir
iksiri bozuk bir medyum kanlı pazarları aşk iklimine dökse
yağmurda ıslanan ruhunu giyitsiz bırakır orta çağ zindancısı
hiç gereği yokken gamalı haçların gölgesinden topluyorum kendimi
(müthiş bir faşizm korkusu, korkmanın en erdemli olduğu zaman belki)
SARIKAMIŞ (22 ARALIK 1914)
(Kırık Masaya Bırakılan Düşler II)
uzaklardan geldim, çok uzaklardan… zamanın ötesinden… dağların ötesinden… umudun donduğu yerden gelip oturdum kıyıcığına… ilk şimdi görüyorum denizi… denizin mavisinde ışıldayan güneşi ilk… eksiklerimle geldim yanına, biriktiremediklerimle…
sefaletimin
yollarda sürünmesinin
kıldan ince acılarla
sensizliği ağlaması boşuna değil
sensizlikten
tıklım tıklım bahar göğünün altında
I
sakalında zaman eğiren pir-i mugan
tenha gecelerin
ipini çözüyor hiç sebep yokken
sensizlik batınca bağrıma
haresinden ıslak döküyor gözyaşını
- attila ilhan’ın anısına -
hayata kayıt düştüm zil zurna bir zamanda
işinde gücündeydi yağmur, ıslatıyordu şehri
kalpaksız bir attila ilhan yağıyordu
doludizgin bir yaşama savaşından
Çıtı Çıkmayan Şehir
yarım yamalak cümlelerin kendilerini tamamlayıp yerli yerinde kullanıldığı dört başı mamur bir 'yazı' değil hayat… eksile eksile geçiyor zaman… geçen her günün, ömürden yiyen bir hazır yiyici olduğunun ayrımında olmak, günlerin geçmesini engellemiyor… günler bir biri ardına geçip gidiyor… ömrün nasıl dolduğu, günlerin umuru değil ya da nasıl eksildiği… 'zamana kilit vurulmuyor' sevgili s'e… yine de, ne kadar sonsuz görünse de her denizin bittiği bir kıyı mutlaka vardır ve her kıyıda hikâyesi hazır martılar bulunur… tıpkı yaşam gibi… hikâyesinin içinden geçmeyen hiçbir canlı yok ne de olsa; ama bir hikâyenin içinden geçtiğinin kimi farkında, kimi değil… derdi bir hikâyenin içinden şöyle ya da böyle geçip hikâye kahramanı olmaksa, bu amacına ulaşmada martılardan medet umabilir insan… martılar, daha önce de söylediğim gibi, bilge kuşlar ve kıyılarını terk ettikleri görülmemiş martıların…
aslolanın hikâyenin içinden geçmek değil, hikâyenin kendisi olmak olduğunu bilmenin de mutlu olmakla ilgisini unutmamak gerek… hikâyelerimizin herhangi bir yerine öylesine kondurabildiğimiz çocuk gülüşlerindeki masumiyetlerin ya da çıkarsız paylaşımlardaki samimiyetin sayısının çokluğu, hayatlarımızın güzel geçtiğinin işareti sayılmalı… insanın geçmişine yaptığı yolculukların durak yerleri kuşkusuz 'iz' bırakan anılarla ilgili… kıytırık, öylesine yaşanmış günlerin de kişiliğin oluşmasında dolaylı olarak etkileri bulunabilir; ama geçmişe yapılan yolculuklardaki asıl etkinin, durak yeri olabilecek yaşanmışlıklara bağlı olduğunu düşünüyorum…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!