Sabah yola düştüğünde yaktığın ilk sigarada
Ve en son kişi girip kapın kapandığında
İçindeki çocuğa sarılıp sarmalandığında
Hangi sessizlik yeter içindeki sesi duymaya
Olurda kalırsan sendeki senle başbaşa
İşte o an sus ve dinle
Zamanların adı olmaz ki,
Tarih demişler duygu yoksunları.
Zamanların bir kokusu, bir tadı olur.
Geçersin kalabalıkların içinden,
Takip edersin hatırladığın o kokuyu.
Yetişemeyeceğini bilirsin de yine gidersin ardı sıra.
Telefon kulubelerinin kimsesizliğini gördüğün gün
Anlayacaksın
Her maslahatını yapanın
Bir gün kimsesiz kalacağını…
Yaşadığımız bişey yok bizim
Sadece bir kurgu nun içindeyiz
Nasıl bir kurgu peki bu ?
Düş hırsızımıyım ben?
Yada sen sadece muhattapmı arıyorsun geçmişle yüzleşmeye?
Yaprağından vazgeçmiş bir ağaçtan yazıyorum.
Gece, titrek bir mum ışığını daha söndürüp yatsam gibi bakıyor.
Belki de bir soykırım planlıyor,
Mumun yandıkça öldüğünden habersiz.
Boşuna kılıçlarını çekiyor;
Yanmak zor dava çünkü o da iyi biliyor.
O fırtınaydı
Ben harman yerini seyreden pencere
Köy pencereleri fırtınayı severdi
Her esişinde macunlarından vazgeçsede…
Geçmedi dediğin günler,
Nasıl da güzel geçmiş.
Yoksan, gecede yok dediğin gecelerde
Yıldızlar yine var.
Yabancı bir kapının önünde,
Şiir bu ya
Bi akşamüstü karşılaşmışız
Telaşlarımızı bi kenara bırakıp selamlaşmışız
Bunca zaman sonra bi nasılsına tutunmuşuz
Gözlerin fotoğraflardaki gibi hüzünlüymüş
Buna nedense üzülmemişim
Sayın Siyah;Günlerden ne bilmiyorum. Akreple yelkovan günün belirli anlarında öpüşüyor. Bununla da hiç ilgilenmiyorum artık. Bir yerlere yetişmeye çalışmak beni benden aldı. “Yetişen” tarafı çıkartırsam, geriye kendine yetişememiş bir ben kaldı.
Ödünç hayaller, arta kalan sevgiler, bıçak kesiği cesaretler… Aynaya yansıyan bunlar.
“Kaldır başını ve gör artık,” diyor Sayın Siyah.
“Artık gir senin olan kalbinden içeriye, çöz düğümlerini içinin ve de boğazının.
Bir nefes al, düğümsüz bir yutkun.



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!