Aydını Kaybetmek 3 Şiiri - Bayram Kaya

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

Aydını Kaybetmek 3

5-Sözüm ona aydınlarımızın tarihselliği içindeki laikliği; 'bir inanç özgürlüğü' gibi görme, yanıltmasıyla; halkçı anlamanın bir ürünü olan hoşgörücü olmayı; laiklikle, karıştırırlar. Ya da şöyle söyleyelim; eğer laiklik inanç özgürlüğü ise hoş görü neye yarardı? İttifakı dönemin var olmasından bir süre sonradır, hoşgörü zaten zorunlu oluşla biraz biraz ortaya çıkmıştı. Ama bu dönemlerde laikliğin esamisi yoktur.

Yani, ittifak öncesinin sosyal yapıları; her biri aykırı ve her biri tekil olan totemi anlamalarının varlığı, içindeydiler. Bu aykırı ve farklı sosyal yapılar, ittifak içinde plüral ve kendilik bir totemi çoklaşmanın çatışması oldular. Çatışmaların kimi kez uzlaşmaları sonunda hoş görücülük zaten ittifakın içinde boy vermişti. Hoşgörücü ittifakların, günümüze dek çeşitli sosyal alan içinde girişen gelişen bir hoş görüsü vardı. İnsanlık sözde aydınların deyişiyle; yine hoşgörü demek olan(!) laiklik kavramını ortaya koyma zahmeti içine, neden girsindi acaba?

Tarihsellik, sırf oyun ve eğlence olsun; akıllar karışsın diye mi, hoşgörünün yanına bir de laikliği; hoş görücülük olarak mı ortaya koymuştu! Oysa mistik olan inançlar, halkçı girişmeli bir kavramıdırlar. Bu nedenle hoşgörü de: 1- ittifak eden farklı totemik yapılar içinde zamanla oluştu. 2- Hoşgörü ahitleşen etnik yapılarda kendi iç düzenli; iç sosyal barışlarını sağlıyordu. 3- Hoşgörü, ittifak içinde olan her grubun farklı totemi anlamalarından ötürü; ittifak içi sosyal yapıların büyük oranda kendi iletişim dilleri içinde kullandığı bir literatürüdür. 4-Oysa Laiklik, toplumsal dilin kullandığı; otoriter bilinçli bir iletime kavramıdır.

Yani laiklik, toplumsal olan sözleşmenin içinde kavranır. Ayrıca; inançların kendi içlerinde birer, 'inanç özgürlüğü olmaları' konusu da çok tartışılırdır. İnançlar asla bir özgürlük değildirler ki, inanç özgürlüğü olsundular. İnançlar kişisel, sosyal özgürlüklerin kullanımında, tercihler ve seçme olanakları olmak zorundadırlar.

Oysa inançlarda seçme hakkınız olmadığı gibi seçilen inanç içinde de, tercihiniz (sorgulamanız) bile olamazdı. Ki sonuçta kişiler özgürlüğü de, bir seçme işidirler. Yani seçenekler içinde olanı (konumuza göre tüm dinleri) akıl edip, kıyas edip; bir eleme işidir. Yeryüzündeki dinleri bilişle, inceleyip de, şu din akla ve vahye daha uygundur derle, kim özgürce seçer ki?

Şuna da çok eminim ki; 'Laiklik bir inançlar özgürlüğüdür' diyecekle bu sözleri söyleyen aydın kişiler dahi kendi inandıkları dinin kritiklerini hiç yapmayışla; İsevi olanın İsevi’ye; Musevi olanın Musevi’ye ve Muhammedinin de Muhammediye propagandası içinde oluşlarının, genel sosyal etkisiyle, dinlerini olduğu gibi benimsemiştirler!

Yine, 'vay efendim devlet laik olur muşta, insanlar (müminler) laik olmazmış! ' Elbette ki bu böyledir. Devlet laikse, laikliğin bir kişiler inanç özgürlüğü olduğu savı saçma sapalıktır. Belki laik bir devletin, kendi kişilerine dini basıncı olmayacağı anlayışıyla; kişilerin bu alanda serbest olacakları düşünülebilir!

Böyle düşünme dahi sosyal yapı ile toplumsal yapı farkını bilmemekten kaynaklanır. Sosyal yapı ile toplumsal yapıyı birbirine karıştırmaktan kaynaklanır. Yani laiklik öncesi dönemi; laikti dönem içinde de sürüp gittiğine dek olur imleç yüklemini sizlerin kendi üzerinizde atamamış olmanızdır. Toplumsal sözleşme, inanç sözleşmesini içermez.

Böyle olunca bizler kişilerin laikti düşüncesinden bahisle, kişilerin kanı ve sanısından bahsetmiyoruz ki! Dahası kişisi kanı ve sanılarımız, toplumun umurunda olan bir şey değildirler ki; kişilerimiz laikliğin konusu olunsundular. Kişilerin neden mavi şekeri değil de kırmızı şekeri seçtikleri konusunda, kişilerin özgür davranıp davranmadıkları, sorgulanabilir mi hiç? Kişideki laiklik bilinci; kişilerin sosyal alan içi girişmeli ilişki ve tutumlarının, toplumsal alan içinde ikame etmeyi ister olmayacaklarının, bilincidir.

Üstelik laiklik, halk sal inanç temelli olan kişisi anlamalarının, toplumlara geçmesini filtre eden bir uygulamadırlar. Toplum, halkın inancı oluşuyla değil; inancın halkta güvenlik sorunu olup olmaması halinde ilgilenir. Toplumlar, halkın mutluluğu ve güvenliği olan özel hayat inanmalarına karşı, hep nötrdürler. Yeter ki özel hayat toplumsal hayatın bir unsuru gibi toplumsal alana galebe çalmasındı.

Zorunlu giriştirmelerin sunulanları içindeki tercihleriniz; kişi ya da sosyal özgürlüğünüz içinde girişilir olacaktır. Oysa dinler sosyal hayat için, özel yaşam için; ulvi ve yücelicimi olurken; dinler toplum için (üretim ilişkileri için) bir zorunluluk değildirler. Dinler sosyal hayat ve özel hayat içinde kişi yaşantısı oluşla; kişilerin kendilerine sosyal hayat içinde çevre edinmeli, zorunlu olmayan bir araçtı tutumdur.

Toplumlarımız, kişi öznellikti olmayan toplumsak sağlayışlarını, kişisel tüketime dönüşebildikçe, kişiler yaşantısını, kişiler özel hayatını ortaya çıkarmanın gerçekleşen keyfiyetidirler. Toplumuyla bir biçimde teşriki mesaisi olan insanların, toplum içinde; kişi olacakla laik olup olmayacağı düşünülmez bile. Kişi toplumun kurallarıyla, üretim ilişkisi içinde olacaktır. Ne toplumun kuralları sosyal hayatın kuralıdırlar. Ne de sosyal hayatın kuralları, toplumsal hayatın kuralıdırlar. Girişmeli yeni bir davranımdırlar.

Oysa laiklik, toplumsak bir kavramdır. Eğer, 'laiklik bir inanç özgürlüğü' ise; inanç ve inanç özgürlüğü Dünya üzerinde 10 000 yıldır zaten var. Ve toplumlardan çok çok önceden beri vardırlar. Plüral inanç ittifaklarıyla birlikte ortaya çıkmıştı. İttifaklar hem bu çok totemdi sorunu aşmaya, hem de ittifakların sözleşmesi olan ahitleşmelerini kendi göreceliği içinde olurla, sorunun uzlaşısına, çoktan başlamıştılar.

İttifak içinin çok totemli görüntü girişmesi olan inançlar, çatışa gelişe; başlarda toplumun içinde, giderekten toplumun yanı başında olan, halk alanların içinde; zaten hep vardırlar. Laiklik şunun şurasında Dünyamız üzerinde, Dünya siyasi literatürüne; bilinçli ve yaptırımlı, uygulanır sistem olacak şekilde, 1789 yılından beri girmiştir. Bizde ise, genel anlamda halkın laikliği tanıması; 1924'te elit bir bilinçli siyasetin uygulamasıyla ancak halkın, laikti söylemle tanışıp; haşir neşir olduğu; bilinç olmayan bir duyumdur!

6-Laikliğin toplumsal literatüre girmesi, inanç özgürlüğü adına; ya da farklı dinler ve farklı mezhepler mensuplarını (aidiyetlerini) koruma adına olsaydı eğer; hiç şüpheniz olmasın ki insanlık, boşu boşuna bir uğraşı ve akıl karıştırmaların içine girmiş olurdu! İşte laiklik kavramı tam da bu zorunluk alanında kendisini ele vermekte ve zurna da, tam burada zırt aşmaktadır. Oysa laiklik süregelen bir dini otoriter tutumun karşısına tepki olaraktan, 'bir durum' belirlemesi olaraktan, bir reaksiyon oluşla konmuştu.

İnsanlar kendi inançları içinde; 'senin dinin sana, benim dinim bana' demenin erdemlerini zaten öğrenmişlerdi. Hatta ittifak içinde panteon denen aynı ibadet alanında; ‘her bir dini sembol, ikon ve totem heykellerinin sergilenmesi olanağı vardı. Panteonlar hoşgörüce edişle totemi heykellerin bir arada bulundurulma ortamlarıydılar. Panteon denen ittifakın tapınağı içinde, sırayla günlük dini tören seremonilerini yaparlardı.

Sözgelimi Nippur da bir tapınak yedi kapılıdır. Her bir farklı ilah inanıcı (ittifaka değin etnik grup) kendi kültüne ait olan kapıdan tapınağın içine; esenlikle girerdi. Her bir kült inanırları, ibadetini aynı panteon içinde yapardılar. Mekke bile bir panteondu. 360 tane put, bir arada, kavgasız, gürültüsüz dururdu.

Mekke panteonu içinde İsa ve Meryem'in ikonu ve haçı dahi vardı. Eğer bu bir inanç özgürlüğü ise; insanlar bu inanç özgürlüğünü binlerce yıl önceden beri öğrenmişlerdi. Hoşgörüyü böylesi ortaya koymuş olan insanlığın, hoşgörüyü açıkça bilip, saygınlaşır olduğu hoşgörücü uygulanışın pratikliğini; şimdi durup durduk yerde tekrardan 'laiklik' diyerekten; eveleyip gevelemesinin ne anlamı olurdu ki?

Monocu dinler, panteonları kaldırarak; panteoncu alanın ortaya koymuş olduğu vicdani kanaat özgürlüğüne olanca darbeyi vurmuşlardı. Bu bir çelişkiden kaynaklanıyordu. İttifaklar birlik istiyordu. Oysa hoşgörü ve panteoncu anlayışıyla korunan yapı çok köklü olan etnik totemi yapıydı. Bu durum birlik olmayı değil her an çelişki noktaları içinde tartışmayı öngörüyordu. Birlik fikri, tek kök üzerinde insanı birleştiren bir şey olmalıydı. Bu da mevcut politeisti anlayışa karşı, yeni olan monosu anlayıştı.

İşte monocu anlayışlar, birlik yaparken amaçları etnik yapıların birliğini sağlayan bir unsuru daima göz önünde tutarak bu işe girişmişlerdi. Etnikliğin ortadan kalkması için panteon içinin yıkılması, yeniden inşa ile her şeyi yaratan tanrı ikame edilmeliydi. Her bir etnik yapıyı her biri ayrı totem ata soylar değil her şeyi yaratan tek bir tanrı adına düzenlemeliydiler. Böylece çok köklü totemi anlamalar, süren hali icabın gereği oluşla, tek köklü totemi anlamaya dönüşecekti.

Tabii ki kuramsal olurla bu böyleydi. Gerçek girişme ve bağıntısı içinde eski totemi anlamalar hemen hatta hiç ortadan kalkmayacaklardı. Gizli açık oluşla, yeni dinin bir alt fraksiyonu olan mezhepleri düzeyine gerileyip, konumlanışla; yeni anlayışa uygun dirençlerini ortaya koyacaklardı. Zaman, yeni sosyal bireşimler (sentezler) yapmanın zamanıydı.

Tabiri caizse kişiler iki dinli olacaktı. Biri geleneksel etnik kült. Diğeri ittifakın birlik çağrılı yeni inanç ruhuydu. Bunun teşmili; ikiliğin yasallığı olan mezhepler, mezhebi panteonun gerekliliği yüzünden önce ittifak içinde, giderekten de mahallelerde, inanç özgürlüğü adına ve kendi hoşgörüleri adına; övünüşlerle şimdiki kiliseyi, havrayı, camiyi buluşturur olacaklardı!

Oysa laiklikle birlikte, toplumsal yapılar içindeki daha çok sosyal anlayışlı teokratik otoriteyle; yine toplumun kendi toplum otoritesi ayrışacaktı. Laiklik bu bağlam ile tüm dünyanın konjonktürü olmuştur. Yani toplumsal yapılar içinde, aklın ve nesnel hukukun otoritesi; tek icbarca yetke kabul edilmiştir. Ve inanca değin, naklin; veyahut ta, vahiye dek olan ve vahye dayalı olan otoriteler halkın uhdesine tevdi edilmiştir. İnanca değin olan yaptırımlar, kişiler bazında; cemaatçi yapı yaşamlarının içselleştirmesine değin oluşla, özel yaşantı aşmalara dönüşmüştüler.

Laiklik (toplumun ayrı ve halk alanın ayrı) otoritelerine değin egemenlik alanların ayrışılması olacaktı. Laiklik, sekiz bin yıllık insanlık tarihinin geldiği bir ileri aşamadır. laikliği tekrardan, inanç özgürlüğüdür deyişle; sığ, akla, izana gelmez şekilde; tarihi gerçekliğe aykırı olacaktan tanımlamaya büründürmek, ancak böylesi bir aceleci feveranla oluşun yanılsaması gibi olur, kanımca.

Laikliği, taraflarının birbirine karşı korunması olacaktan tanımlamakta, tam bir zırvalama yanılgıdır. Bir birine karşı korunma zaten 5000 yıl önceden beri, her ittifakı olan toplumların kendi güvenlik ve huzur algısı içinde düşünülür; gözetilir; bilinir olduğu, zorunlu bir uygulamadırlar. Kaldı ki tüm bunlar sonraki gelişmelerle laiklik içinde ihsas edilmiş olsunlardı!

Aydın karartmasının bir rezilliği de her tür ahlaksızca, sefihçe olan durumu; laf cambazlıklarıyla mazur ve makul görülenin düzlem ve düzeyine indirgemeleridirler. Bunlardan biri ve de güncel tartışılanı da; halk nazarında bir yolsuzluk algısı oluşla 'havuzlu villada' oturma meselesidir. Bu sorunsalı öylesine makul ederler ki, asıl meram, makul etmenin toz dumanı arasında yiter gider.

Yalaka tipli aydınlar, kaynağı belli olmayan mülk edinmelerin, özelliklede mülkü ele geçirme şeklini siyasi nüfuzdu ilişkilerle sağlatıldığını kuşkulatır olan her bir elde edişlerin dile getirilir olmaları vardır. Bu şaibelerden birisi de havuzlu (villa değil) villalar, şikâyetnamesidir. Sözde aydınlar bu şikayetname söylemleri; 'Havuzlu villada oturmak suç mu? ' diyecekle, öyle bir makul masumluğa büründürürler ki siz susup kalırsınız! Şikayet, hırsızlığa değil de; “karın doyurmak suç mu? ” demektedirler!

Hâlbuki ki bu sorunsal, Rahmi Koça ya da Özden Sabancı'ya veya armatör bilmem kime karşı dile getirilir bir söylem de değildi ki 'Havuzlu villada oturmak suç mu? ' denişle böylesi bir cevap verilmiş olsundu! Geliri ile sağlayışları ve beyanları arasında uyuşmayan bir durum, belirtilmesinin tepkisiydi. Bu kabil tehlikeli, maksadı atifiyeyi bilmezden, görmezden, aymazdan gelen mantığın bir söylemi de şu olmak gerekirdi.

Banka ya da devlet kasasını soyan birilerine 'suda yüzer gibi paralarla oynuyor' denilen birini 'ne var be kardeşim. İnsanların para sahibi olması suç mu? ' Denişiyle savunmaya geçildiğinde de, toplum yargılarına ve toplum inancına değin olan her şey biter. Artık hırsızlık makul bir onere sıfattır. Hırsızın da hırsızlıkla da olsa para sahibi olma hakkı vardır! Bu durumda sınırlar, kıyaslamalar ve ahlaki direnç noktaları belirsizleşir. Değer yargılarınız ve ölçme değerlendirmelariniz şaşar. Hatta sıfırlanır.

Ne insanların havuzlu villalarda yaşaması suçtur. Ne de insanların yasal yoldan para sahibi olması suçtur. Aksine ereğimiz, toplumsal hedef içinde insanlarımızı, bu olanakların refahına kavuşturmaktır.

Burada önemli olan bunlara ne şekilde (nasıl bir meşruiyetlikle sahip olduğunuzun) açıklanabilir oluşla yasal sınır içindeki bir iyeliğinin olmasıdır. Açıklamaya muhtaç konuları açıklayamayıp da; 'falan yerde oturmak, filana sahip olmak suç mu? ' gibi ipe sapa gelmez deli saçması argümanlarla; hırsızlığın, alidiboculuğun, sadet zincirinin övülmesi, yapılmış olur ki; toplumun övdüğü ahlaki ayırımları yapabilir olan yeteneklerimiz, bu durumda dumura uğrarlar.

Bu bir iki örnekle, görülüyor ki aydının kendisini kaybetmesi, çoğu kez bilmiyor olmasından değildi. Halkın bilmez olmasına oynamalarındandır. Yanıltan bilgi ile yani, sapla samanı karıştıran bilgiyi o konuya ilişkin bilgi gibi sunmalarındandı. Bu sunu üzerinde yanıltmalarını; eş deyişle kafa karışıklığını yaratmaktadırlar. Bu anlamda aydınının aydınlığı, her yeri ile lime lime dökülüyor oluşundandır.

15.07.2010

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 4.10.2010 15:07:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bayram Kaya