Aydını Kaybetmek 2 Şiiri - Bayram Kaya

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

Aydını Kaybetmek 2

Değilse böylesi yalıncı ve girişme siz oluşla mecliste, lineer geçen bir teklif bir tek adam baskısı ya da partizanca olmanın, oligarşi baskısı olurdu. İşte halkın temsili genel katılımı ve soyut iradesi buradaki muhalefeti, uzlaşma ile ortaya çıkacaktır.

Toplum kolektiftir. İktidar katalizör oluşla yöneten, sunan güçtür. Değilse, çoğunluk seçimi ile erke gelip, istediği yasama ve yürütmeci oluşun yasalarını çıkarıp ta; arkanızdaki seçmeni de; “ işte size, halksa, halk! Halk iradesi ise; biz, tam da iradi seçilmiş bir halk iradesiyiz, demenin gaflet ve dalaleti değildir de nedir? Oysa bu kabil uzlaşı ile çıkacak olan da, yine sizin emek, gayret ve başarınızdırlar.

Girişme siz olurla duran projeyi, eğer siz: ”bu benim meşru hakkımdır, çoğunluğum var, teklifi verir ve mecliste geçiririm” dediğiniz an bu hakkınızla yine bir başka sorumluluğunuz ve zorunluluğunuz olan ‘parlamentoyu çalıştırma’ gibi bir görevinizle, meclisteki çoğunluğumla ben bunu geçiririm dediğiniz tavrınız çelişirler. Çatışma başlar ve şiddetlenir. Nedeni de basittir. Demokrasi, bunların uzlaşısıdır.

Taslak projelerin partizanca olan sınıfsal olan bir tikelce sahiplenilişi vardır. Yasama, tikelce olanı; parlamento içinde tümelce olana doğru çekmek ister. Ya da çekmelidir. Parlamentonun tümelce oluklu halk iradesi olma koşulu tek boyutlu sahiplenme olan projeyi, parlamento zeminine çeker.

Parlamento halk egemenliği oluşla bir totemi anlamadır. Halk egemenliği de halkı temsilen oluşundan ötürü, partiniz dışındaki diğer sınıfsal partilerinde katılımıyla; bu iki anlayış sürtüşür ve çatışır, uzlaşır.

Kendi partizandı, tikelce teklifiniz burada kırpılacaktır. Sınırlanacaktırlar. Hatta kimi eklemeleri alacak oluşla beraber teklifiniz; yeni zaman zemin boyutu kazanıp, ancak böylece parlamentodan çıkacaktır. Yani girişmenin olduğu yerde, tikel ilklerin programı böyle oluşla genelleşir. Size ait her hangi bir tekil programlar, zorlayıcı olan yasallık içinde uygulanışlarıyla, yasallaşması da olasıdır. Ama bu zoraki yasallaşma hem hukuki değildir. Hem de parlamentonun kendi zaman zemin düzlemi içinde olması gereken; parlamentonun kendi çalışmalarını, kendisinin engeller süreçlere kayması demek olacaktır.

Kısaca şarlatan aydınlar; bilerekten, girişmeli davranışları görmezden gelir. Girişmeli olur davranışların nasıl olacağını ve girişmeli davranışların hangi zaman zemin boyutlarına kayışla değişip dönüştüğünü hep görmezden gelişle ağdalı ahkâmlar kesmeğe başlarlar. Biz de kuzu kuzu dinleriz!

Oysa söz de bu gibi aydınlarımız; hükümet etmenin; aynı anda hem kendi teklifini vermekle hem de kendi teklifi dışında olur birçok başka sorumlulukları da hükümet katalizörlüğü altında giriştirir oluşun eğilimlerini ortaya çıkacaklarını; sanki hiç bilmezlermiş gibi olmanın söyleyişleri içine girerler.

İkinci savunmaları da; “demokrasilerde sözü, halk söyler! ” der olmalarıdır. Bir kere bu söz hiç doğru bir söz değildir. Toplumun insan yapısı gibi toplumun sınıflı yapısı halka da yansır. Bu edenle halkın mono blok bir iradesi oluşamaz ki son sözü halk söyleyebilsin. Demokrasilerde halkın iradesi parçalı oluşumlarla, temsilcilikler üzerinde ilişki eştirilip, yürür eştirilecek bir uzlaşı sanatıdır. Bu anlamda siyasette, zor bir sanattır.

Uzlaşılar çıkarmayan iktidarlar, demokrasilerde son sözü halk söyler, diyemez. Uzlaşı olan yerde ancak son sözü halk söylemiş olurdu. Uzlaşı kolay işleyen akış değildir. Uzlaşı çok çetin ve çetrefillidir. Uzlaşı çok kez akışı yavaşlatır. Uzlaşma çok kez süreci durdurup, akışa tıkaç da olabilmektedir. Uzlaşının doğası bu. Ama kasti olmadıkça, süreci hep akıtır.

Yukarıda söyledik, parlamento parçalı oluşla halk egemenliği olan totemi anlama gerçekleşmesidirler. Bir parçalı oluşum ne kadar ekseriyet olursa olsun; arkasındaki seçmeni, halkın tümü sayılamaz. Halk tekil bir kavram değildir. Demokrasiye ve halka dek kavramları diğer yazılarımda tartıştığımdan burası için tekrar ele almayı gerekli görmüyorum.

Diyelim ki; ’demokrasilerde sözü (uzlaşıyı) halk söyler’ olsun! Oysa demokrasiler de seçimler vardır. Tüm seçimler halkın sınıflı yapısından ötürü, halkın zorunlu ve parçalı oluşuyla halkın çeşitli çekim noktalarında kümelenmeleri de bu tür her bir odak sal parçalar üzerinde gerçekleşir. Bu gerçekleşmenin her bir küme sel olucu istatistiği (aritmetiği) de, halkın tümü değildir. Çoğulculuk totemi, çoğunluğun diktasını reddeder.

Bu nedenle demokrasilerde halkın son sözü bu şekil oluşlarla, parçalı söylediğinin tabusuyla, kabul olunur. Demokrasilerde sözü halk söylemez. Halk çeşitli sözleri söyler. Ana iskelet, iktidar etrafındaki teklif ve olum lamalardaki uzlaşıya değin yapılan girişmenin sanatı da; politikalarının başarısıdır. Demokrasilerde söz değil, sözler vardır. Sözlerin filtre oluşla girişen bileşkesi vardır. Bu demokrasici totemi alandaki yolların, birisi de, işte budur.

Biz şimdi reelde olana bakalım. Böylesi yaldızlı sözleri söyleyip de, reelde bu sözün aksine olan her bir girişmeleri gargaraya getirmek nasıl olurmuş onu görelim. Çünkü bu tür aydınlarımız yukarıdaki birinci örneğimiz içinde de söylendiği gibi; “her iktidarın, kendi yasa teklifini verme hakları vardır. Ve elbette iktidarların kendi tekliflerini mecliste geçirme hakları da vardır” diyen söylemleri, hemen herkesin üzerinde ittifak edeceği bir söylemdirler!

Ne var ki iktidarlar yasal olanın içindeki bu tür meşruiyetlerle yola çıkarlar. Bu hal, böylesi doğru zemin üzerinde oluşunuzdur. Aydınlar öncelikle sizin bu argümandaki, olası zihni ikna olma onayınızı ele alırlar. Sonrasında da, sizin konuyla olan aynı yönlü onama eğimli, stabilize frekanslı dikkatinizin dağılmaya başlayacağını bilirler. İşte sizler bu algı içinde iken, sizleri yanıltacak olan konuşmaların zaman ve zeminini kaydıran bant ve süreçlerin, frekansına geçerler.

“Her iktidarın, kendi yasa teklifini verme hakları vardır. Ve elbette iktidarların kendi tekliflerini mecliste geçirme hakları da vardır” deme lafzı, girişmeler içinde oluşla kendi başına hiç bir anlam ifade edebilir bir söz değildir. Neden mi? Bir söz, tartışılır ortam içinde (parlamentoda) tartışılmadan; o söz ve sununun parlamento içinde girişmeleri olmadan bu girişmelerini göz ardı ettiğiniz zaman, süreçler bozulur.

Her iktidar olan siyaset, kendi yasa teklifini sunar. Bu tür söylemler çok şeyin üstünü örter. Çok büyük bir yanılgıyı ya da ön yargıyı ortaya koyar. Parti tüzel liginin ve erkteki partilerin sundukları projenin, kendi zaman ve zeminini; toplumun öngöreceği ve toplumun boyun büküp kabul edeceği bir zaman zeminmiş gibi görmek olur.

İşte kendisini kaybeden aydınımızın görmediğ, ya da görmezden geldikleri karartmalardan birisi de budur. Bu ön yargıyı böyle kabul ettiğiniz an filim burada kopar. Erki olan partilerin diktası başlar. Oysa iktidarların bu kabilden olacak kendi teklifini sunma işleri, genelliğe (topluma) mal olması bağlamında söyleyecek olursak söylemimiz şuna benzer.

Robert Fulton kendi plân ve projesini (buğu gücünü hareket enerjisine çevirme sunusunu) insanlığa armağan etti. Bu armağan edilişin kimi hakları mahfuz kalmak şartıyla; insanlığın düşünme girişmesi, kendisine armağan olan aynı ilkeyi; çeşitli şekillerde geliştirip, değiştirip, dönüştürerek; gerek karada, gerek denizde, gerekse havada vs. farklı zaman zemin kullanımı haline getirdiler.

Artık şimdiki teknik proje ne Robert Fulton’un ilk sunduğu projedir. Ne de şimdiki projeler Robert Fulton’un ilkesel deviniş projesinden (bir enerji şekli olan ısıyı hareket enerjisi şekline ne çevirmeden) apayrı oluşlarla, Robert Fuluton’un ana temasından bambaşkadırlar.

İşte parlamentoya gelen bir iktidarın, kendi projesi de; mahfuz hakları dışında; değişime, gelişme ve girişmeye uğrayacak olmakla, artık iktidarın projesi değildirler. Ama bu son haliyle ve ana ilkeleriyle iktidar projesinden ayrı bir şey olmamakla da iktidarın projesidirler.

Genelde parlamentonun başarısı, özelde de iktidarın eseridirler. İşte bizim aydının görmek istemediği noktalar burasıdır. Bu kör noktayı bir kez es geçtiniz mi, iktidar ilahlaşır. Ve ilahlaşmış iktidara da siz her şeyi yaptırırsını! Bu gibiden icraatlarla toplumunuz kendisine yabancılaşmış olur.

Televizyonlarda, bıkmadan tekrarlanışla olan bir başka aydın yanıltması da,şudur.'Laiklik bir inançlar özgürlüğüdür' derler. Bu lafız, söylem olarak ne kadar güzel! Ne kadar da öznelci özlemlerimizi örtüyor gibi değil mi? Hâlbuki ki bu söylem, tam bir düşünememe ve akıl karartmanın prangasıdır.

Neden mi? Bir kere laiklik inançların özgürlüğü için değildi. Aksine laiklik; aklın ve toplumunuzun; inançlara dek inancın baskı ve tasallutundan, kurtulmaları içindir. Aklın ve toplumun inançtan bağımsız işlerleşmesi içindir.

Toplum ve aklın özgür olabilmesi için laiklik vardır. Tarihsellik içinde inançların akıl ve toplum üzerinde olan baskısından ötürü olan ihtiyaç nedeniyle laiklik ortaya konabilmiştir. Bunu göremedik mi; yukarıdaki gibi “laiklik inanç ve vicdan özgürlüğü için vardır” demenin deli saçmasını söylersiniz.

İnançlar, özellikle de dini inançlar var oluşundan bu yana, hem sosyal hayatın; hem toplumsal hayatın, her alanını düzenlemişlerdir. Çelişki şuradaydı; toplumun ilk dönemlerinden itibaren o günkü sosyo-toplumların kendi yaşam pratiklerinden neşetle ortaya konan kılgın, pragmatik çıkarımlar olup, halk alan içinde inançlaşmıştılar.

Bu aşamada yaşamın tecrübesi olan bu çıkarımların İnandı olmasında sakınca yoktu. Ama bu ana uygulamanın giderek toplumun başına tebelleş olacak Sakıncası şuradaydı: Dinler (pragmatik yaşam tecrübeli inançlar) aynı kalırken, sosyo toplumsa hayat ilerleyen süreçlerle değişiyordular. Böylece de bir doku uyuşmazlığı ortaya konmuştu.

Yani ilk başların kuruluş ve tanı aşamasında olan toplumsa alan içinde, dini anlamaların düzenleyici olan baskı ve basıncı vardı. Dinlerin düzen kılan bu basıncı ilk düzenci oldukları dönemdeki gibi sosyo-toplumsal hayatı düzenler olmada stabil kalamıyorlardı. Stabil kalma ve etkisini duyurma gibi nedenci çelişkiyle İnançlar, baskı basınç ve müeyyidelerini artırmaya başladılar.

Bu değişemez olma haliyle kendisi sorun çözücü bir metod ve yöntem olamayışla egemenci tutum diretmesini ortaya koyuyordu. kendisi gelişmeyenin gelişme içinde olan sosyo-toplumu düzenler olmalası gibi İnsan aklının düşünme kulvarını ve insan aklının düşünme çerçevesini de belirtir oluyordular.

Böylelikle de toplumlar ve düşünceler inanç eksenli olmaktan hiç te kurtulamıyordular. Bunun en açık örneği toplumda yapılacak her iş için dini otoriteden tek tek fetva almakla o işin olası olmasıydı. İşte bu nedenle, toplumsal düşünüşün ileri tarihsel süreçleri, inanç baskısına karşı çareyi, bu kabil laiklikti anlayışla bulmuşturlar.

Üstelik “laiklik bir inanç ve vicdani kanaat özgürlüğüdür,” diyen bu söylemin kendisi, hem laikliğin tanımına, hem de özgürlüğün tanımına hiç uymamaktadır. Böylece bu söz, bu iki yanlışı birden kendi içerisinde taşıyordu. Bu söz irdelenirse; 'Laiklik sanki insanın inancını, ibadetini, vicdanlı olması gibi düşünce serbestliklerinin, toplumlar tarafından güvence altına alınmasıdır denebilirdi!

Yine, 'bir din veya mezhep mensuplarının, başka din veya mezhep mensuplarına karşı; ya da her bir kişilerin inanç, ibadet, vicdan ve kişi düşünceli hürriyetlerinin yaşamasına yönelik olacakla; inançların inançlar üzerinde olası türlü baskı ve tahakkümlerini önlemek, laik devletin görevidir' derler! Aydınlar bu gibiden boş söyleyişler içinde oluşlarıyla, abuk sabuk olmaktadırlar.

Laikliği, inanç ve mezhep serbestliği oluşla anlayanların; bu kabilden abuk sabuklarından birisi de şudur. Derler ki “laikliğin birçok tanımları vardır.” Bu nedenle, laikliğin bir çok tanımına dek olan tüm laiklik tanımları da; tam bir bilmezlikti bir abuk sabukluk olmaktan öteye gitmezdi.

Yukarıda açıklandığı üzere bu kabil aydınlar; bilmezlikti tanımlarıyla ya da halk bilmezliği, demagojisi dâhilinde oluşla; kendilerini kanıtlamaya, ispatlamaya ve haklandırmaya kalkışmanın, reaksiyonları içine hep girmişlerdir.

Sözün özü şu; suyun bir kaldırma kuvveti vardı. “Suyun bu kaldırma kuvveti; sizler, gemiler yüzdürmek istediniz diye, gemileri yüzdürmeniz için mi vardılar? Yoksa suyun kaldırma kuvveti olduğu için mi, siz gemileri yüzdürüyordunuz? ”

Suyun kaldırma kuvvetinin, gemiler yüzdürmek için var olduğunu söyleyen tanımınızla zaman ve zemin başka akıyordu. Ve bu tanımın çerçevesinde oluşturduğunuz mihaniki düşünceler içine toplumsal iradeyi oturtuyordunuz. Bu gibi mihaniki düşünceler çerçevesine fetvalar alışa toplumsal iradeyi oturtmanıza dek inanıcı anlamalarınız imanı akılcılığınızın bir gereği oluşla, teokratik anlamaydı.

Suyun kaldırma kuvveti olduğu nedenle sizin gemiler yüzdürüyor olduğunuza dek olan akılcı düşünme yöntemi içinde ise nesnel, deneycilik vardır. En önemlisi de sizin iradeniz ve sizin bilinciniz dışında oluşla, sizden bağımsız bir nesnel yasallığın zorunluluğu vardı. Sizler bu yasallığı fark ederek, kendi öznel yansımalarınızı da işin içine katarak bu oluşumları insan ve toplumunuzun yararına oluşla düzenleyip kullanıyordunuz.

Tarih boyunca, birinci yol ve yöntemin basıncı; egemenlikçi oluşla ve akıllara pranga vuruşuyla cariydi. Baştaki düzgün işleyen sistem ve kurumlaşma; yeni olanın değişmenin gelişmenin şekline sokulacağına; değişme ve gelişme var olanın yani değişmezliğin (inançların) içine sığdırmaya uğraşmanın ters mantığı yüzünden işler bu hale getirilmişti.

Bu mantığın zorunlu sonucu, inançlar insanların deneyci aklını; bir istisna, bir büyü, bir sihir oluşla anlayacaktı. Ta ki M.S. 1789 hareketinin dünya genelinde yeni değerlerin sembolcü tabu kılınışına dek, bu böyle olacaktı.

Sürecek

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 3.10.2010 11:27:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bayram Kaya