AVRUPA BİRLİĞİ VE ÖTEKİLEŞTİRME
Ötekileştirme insanın yapısında var. Nerede ve ne zaman bir fırsat bulsak hemen birilerini ötekileştirmeye bayılırız. Kendimizden fakir birini görsek ya da üstü başı kirli bir işçi, bir amele hemen ötekileştirmiyor muyuz?
Yıllar yılı Kürt vatandaşlarımız Kıro diye aşağılamadık mı? Yıllarca Romen vatandaşlarımızı Çingene diye aşağılamadık mı? Hala daha aynı yolda yürümüyor muyuz? Aynı hal ve minval üzere.
İşte Batı da aynı hal ve minval üzere bizi ötekileştiriyor. Önce biz Avrupa’ya işçi diye gittik. Batılı tarihi şuur altıyla biz davul zurnayla karşıladı. Ancak biz o Osmanlı değildik artık. O iman kuvveti ve ahlak timsali Osmanlı hayali ile bu gerçek örtüşmüyordu. Kısa zamanda aradaki farkı anladı batı. Ve bizi işte o gün ötekileştirmeye ve aşağılamaya başladı. O gün bu gündür aynı hal ve minval üzere bunu yapmaya devam ediyor.
Oysa asırlarca batı Osmanlı korkusuyla yaşadı. Anneler çocuklarını ‘Osmanlı geliyor’ diye korkutarak uyuttu. Dahası Osmanlı bir fermanıyla Avrupa’da olan her hadiseyi bertaraf edebiliyor, her türlü haksızlığı önleyebiliyordu. Kralları tahtından alaşağı ediyor, hanedanlıklara son veriyor, yeni hanedanlıklar tesis edebiliyordu.
Ama gel gör ki devir döndü, her şey ters yüz oldu, aşağıda olanlar yukarıya, yukarıda olanlar aşağıya çevrildi. Dün Kâfir diye hor gördüğümüz batılı bizi hor görmeye, aşağılamaya başladı. 2.,3. Sınıf insan haline getirdi.
İşte biz dün sırf inancından dolayı hor gördüğümüz bu Kâfir milletin kapısına üç kuruş para kazanmak için işçi olarak gitmeye, onların sokaklarını süpürmeye, domuzlarını gütmeye başladığımız günden beri aşağılanır olduk, ötekileştirildik.
Bu ötekileştirme o kadar ileri gitti ki biz hep itildik kalkıldık. Önce Avrupa topluluğu kapısında bekletildik, sonra Avrupa birliğine üye olacağız diye sıraya geçtik. Yıllar geçti sıramız gelmedi. Birçok ülke bizden sonra başvurdu birliğe alındı. Varşova paktı dağıldı, dün NATO’ya düşman ülkelerin birçoğu üye oldu ama biz hala avutulur olduk. Biz hala AB kapısındayız, hala girdik, gireceğiz diye bekleyip duruyoruz. Gümrük birliği diye bir tezgâh kurdular Kapitülasyonlar misali başımıza ördüler. Bir de büyük bir lütuf diye bize sundular. Ayrıca devrin batı kafalı yöneticilerine büyük bir zafer kazanmış gibi takdim ettiler. Yine bizi aldattılar, yine aşağıladılar, yine bizi ötekileştirdiler.
Yıllarca bin bir neden ileri sürdüler, yok ekonomimiz geriymiş, yok insan hakları eksikmiş, yok bütçe açığımız fazlaymış, yok kanunlarımız demokratik değilmiş. Oysa şimdi ekonomisi çok çok gerilerde borcu boyu aşmış, demokraside bizlerden geri birçok ülkeyi sırf Hristiyan diye içlerine aldılar, bize hala vizesiz dolaşma hakkını bile vermemekte direniyorlar, açıkça değilse bile gizli kapaklı bir şekilde aslında bazen apaçık bir şekilde söylediler hiç anlamadık, anlayamadık. Bu gidişle yüzümüze tükürseler gökten şerbet yağdı diye yalanacağız. Bu ötekileştirmeye o denli alışmışız ki yapmasalar şaşacağız. Sanki ötekileştirdiklerimizin ahı tutmuş bizi vuruyor. Bu gidişle daha çok vurmaya devam edecek.
..
İSLAM VE YENİ ROMA
Bu gün İslam dünyası iç ve dış düşmanların tehdidi altındadır. İslam’ın Arabistan topraklarından neşet edip üç kıtaya yayılmasından sonra Hristiyan dünyasının düşmanca faaliyetlerine hedef olması pek fazla gecikmemiştir.
İslam önce Pers İmparatorluğuna son vermiş sonra miadını doldurmuş Bizans’ı ortadan kaldırmıştır. Emevi, Abbasi ve Selçuklu oluşumlarından sonra Osmanlı büyük oluşumu İslam’ın bayraktarlığını üstlenmiş, ila’y-ı kelimetullah bayrağını Avrupa içlerine dek götürmüştür.
Tarık bin Ziyad’ın İspanya’yı fethi ve Avrupa’da Endülüs İslam devletini kumasından sonra Osmanlı Viyana kapılarına dayanmış büyük hilali dolunaya tamamlamaya ramak kalmıştır. Ancak İslam’ın dolunayı bir ihanet sebebiyle yarım kalmış, İslam Avrupa’da bütünlüğünü tamamlayamamıştır.
İslam’ım bu ilerleyişini batı önce fark edememiş, sonraları uyanarak ona karşı haçlı birliğini harekete geçirmiş ve Büyük Haçlı Savaşlarını başlatmıştır.
Batının Büyük Roma hayali bir müddet inkıtaa uğramışsa da o bu hayalden asla vazgeçmemiştir. Küfrün büyük devasa gücü Hristiyanlığı kendine benzeterek kabul etmiş, İslam’ı dönüştüremediği için benimsememiş ve hiçbir zaman onun varlığını kabul etmemiş, edememiştir.
Küfür tek millettir buyruğunca şeytanın büyük imparatorluğu Roma her devirde hak din olan İslam’ı düşman bellemiş ve ona karşı gizli ve açık savaş yürütmekten asla vazgeçmemiştir.
Küfrün ve zulmün en uzun süreli devleti Roma zaman zaman gücünü kaybetmiş ve ufak devlet ve devletçiklere bölünmüşse bile var olma azmini hiç kaybetmemiş ve İslam ile savaştan asla vazgeçmemiştir.
Bugün Yeni Roma dediğimiz büyük güç ABD ve Avrupa bu Haçlı savaşlarını bugüne dek gizli ve açık olarak sürdürmüş ve sürdürmeye devam etmektedir. Nitekim Irak’ı işgal edem Bush bunu itiraf etmekten çekinmemiştir.
..
İSTANBULİSTAN 3
Gümüş tenli kızlar yeri ürkütmeden gelir
Sen minberden gülüşürsün
Ben mihraptan kâh kâh kâh
Bölüştün bir ekmeği kaç yoksula
Sarhoştum
Oturup beni kırk parçaya böldü
Kaynattı eritti ve pişirdiler
..
Eğitim Üzerine Yazılar
OSMANLICA EĞİTİMİ ZORUNLU OLMALI
Bizi tarihi köklerimizden koparmak için büyük bir plan yaptılar. Büyük devlet olan Osmanlı’yı parçalamak, İslam’ın yeryüzündeki hakimiyetini yok etmek için sinsice, planlı ve organize bir şekilde hareket ettiler. Devlet-i Aliye’nin gerileme dönemi işte bu yıkım ve yıkılışın başlangıç yılları. Onu Üstad Necip Fazıl Kanuni’ye kadar getirir.
Batı haçlı seferleriyle yakından tanıdı doğuyu. Kendi ortaçağ sefalet ve karanlığında aydınlık bir dünya gördü. O doğuydu. Doğu ve İslam dünyası. Kütüphanelerini yağma etti. Okuyup anlamakta güçlük çektiği eserleri ülkesine götürdü. Yıllar içinde tercüme etti ve orada bulduklarını kendine mal etti. Sonra gelişmenin önündeki skolastik zihniyeti tasfiye etti. Önce her yeniliğe engel olan ruhban sınıfını hizaya getirdi. Reform hareketleri bunu sağladı. Sonra Rönesans’ını yaptı. Ardından sanayi devrimi ve kalkınma. Sanayi devrimi hammadde ve maden yataklarına ihtiyaç duyuyordu. Maden yatakları da doğudaydı. Oryantalizmi başlattı. Devleti aliye varken bu toprakları sömüremeyecekti. Onu yıkmak gerekiyordu.
Yıkmak için parçalamalıydı. Önce medeniyetimize olan güvenimizi sarstı. Tanzimat’la başlattı bunu. Büyük yıkım düzenleme adıyla yutturuldu. Sonra milliyetçilik düşüncesini yaydı. Osmanlı bir çok ırkın bir düşünce etrafında birleştiği bir yapıydı. Bunu sarstı. Türkçülük akımını destekledi. Moiz Kohen Tekinalp adlı Yahudi baş rolü oynadı burada. Gökalp dört elle sarıldı bu düşünceye. Yeni lisan hareketi dile ilk büyük darbeyi vurdu.
Osmanlı bir çok ırkı birleştirdiği gibi bir çok dili de birleştirmişti. İlim dili Arapça, Edebiyat dili farsça idi. Konuşma dili Türkçeydi. Medresede öğrenilen bu iki dil Türkçeyi besledi büyüttü. Onunla birlikte Osmanlı büyüdü. Beylikten imparatorluğa yükseldi. Çok dilli, çok kültürlü bir yapı 100 bin kelimelik bir büyük imparatorluk dili inşa etti.
..
MAYIS AYININ BİZE ANLATTIKLARI 1
1 MAYIS İŞÇİ BAYRAMI
Mayıs ayı oldukça renkli bir ay. Önce 1 Mayıs işçi bayramı. Bu bayram kapitalizmin alabildiğine ezdiği işçiyi bir günle mutlu etme hayalinden biri. Boş bir hayal aslında. Su yerine serap. Gerçek yerine aldanış.
İşçinin hakkını vermeyen, onu alabildiğine ezmek için bütün imkanları kullanan kapitalizm onun ağzına bir parmak bal sürüyor. İşçinin hakkını vermek yerine onu sahte bir emzikle avutmanın adı.
365 gün ensesinde boza pişirdiğimiz işçi bir gün bayram etse ne olur. Kapitalizmin ağa babaları bunu onlara çok mu görecek ne dersiniz? Her gün kapının önüne konulmak tehlikesiyle karşı stres içinde yaşayan işçi bir gün stres atsa ne olur. Kıyamet mi kopar, dünya mı batar? Ama gel gör ki bu bayram daha çok kötü niyetlilerin kirli emelleri için bir fırsat mı bağışlıyor? Geçmişteki feci olayları hatırlayınca her 1 Mayıs’ta yeniden tekrarlanacağını düşünerek moral bozukluğu yaşamak bu bayrama tuz biber ekiyorsa da olsun. Bayramımız bayram olsun.
Ne olursunuz gelin yılda bir gün bayram yaptıracağımız bu ülkenin en cefakar kesimine onların çalışma şartlarını iyileştirerek, onlara iş güvencesi vererek her zaman bayram yapalım. Dahası Avrupa standartlarını ülkemize getirerek insan haklarını herkes için geçerli kılalım. Onların kölelik ücretlerini değiştirmeli, çalışma şartlarını iyileştirmeli, işçileri mutlu bireyler haline getirmeli değil miyiz?
Mutlu toplum mutlu bireylerden meydana gelmez mi?
Sora neden işçi bayramı var da memur bayramı yok. Tabi onu hallettik. İşçi, bayramına çalışan bayramı dedik. Çalışan kelimesi hem işçiyi, hem memuru kapsıyor. Ülkede işçi ve memur dışında kimse yok mu? Var. İşsizler, genç, çocuklar ve ev kadınları. Onlara da bayram lazım değil mi? çocuklara 23 Nisan, gençlere 19 Mayıs’ı bayram yaptık, ama ev kadınları ve işsizlerin bayramı yok. İşsizlere bayram yerine iş verelim bu onlara bayram olacaktır. Ev kadınlarına ne yapacağız. Ev kadınları bayramı mı ilan edeceğiz? Hadi bakalım aklı evveller bir düşünün. Kalın sağlıcakla. Daha nice bayramlara…
..
02.05.13
Mektuplarım elime geçti. Kayıp çocuğumu bulmuş anne gibi oldum. Bunları çıkardığım dergide yayınlamak isterdim bir türlü nasip olmadı. Hele yeğenim Talha’nın Avrupa günlüğünü bir türlü yazım uyumsuzluğu yüzünden tamamlayamamam bir de ağabeyim ve dostum Rahmetli Şevket Zengin’in kırım anılarını da arşiv imkânsızlığı yüzünden yayınlayamam bu gün bile üzüntü nedenim.
O 15 sayfalık Yahya Kemal biyografimin yalnızca 5 sayfamı bulmam, öbür 10 sayfayı bulacağım ümidini aşıladığı için mutlu olduğumu söylemeliyim. Ayrıca yükseköğrenimime ara verdiğim yıllarda yazmış olduğum şairler geçidi benim kayda değer bulduğum ilk eserim sayılabilir onu da aynı dosyada bulmak benim için büyük bir sevinç kaynağı oluşturdu.
Kitaplarımı taşıyorum. Onlardan ayrılmak bana zor gelse de taşınmamızın ilk sürgünü saydığımdan buna katlamıyor hatta bundan biraz da memnun olmuyor da değilim yeni aldığım kitapları en sona bırakıyorum. Osmanlı tarihlerini, ve şiir kitaplarımı. Bu son saydıklarımı eşim poşetleyip indirmiş arabaya bu gün. Bakalım onlarsız yapabilecek miyim bilmiyorum.
Yunus evde. Biraz daha iyi gibi. Hocası aradı: Çocuğu almışsın dedi İsrafil hoca tekrar tekrar söyledi almak mecburiyetinde kaldım. Abisi de Değirmendere’deydi gelirken uğradı getirdi ateşi varmış annesi duyunca bırakmak istemedi.
Hocası göz oluyor onu okuyun diyor. Siz okuyun hocam dedim sizin işiniz bu. Biz de okuruz tabii okumaz mıyız? Yunus sürekli sümkürüyor bunu iyileşme alameti mi saymalı. Bu hafta gidemez haftaya bakalım ne olur. İnşallah bir sekte olmaz da kaldığı yerden devam eder.
Annem Bilal’lerde. Bilal bizi şaşırtıyor. Bu gün de uğrayamadım ona. Ne vefasız evlatmışız. Bu gün Ankara’ya yazdığı mektup elime geçti. Yusuf ve benden ileniyor. Niye aramıyorsun diyor üç ay geçti. Analık hakkını ileri sürüyor. Oysa ne zaman arasak ileniyor hastalıklarını sayıyor ve bir facia yaratıyor. Burada bizi hatunla kavga ettirdi. Suç kimdeydi bilmiyorum. Çok kötü bağırtmıştı beni. Ona karşı sesimin yüksek çıktığı sayılı anlardan biri gerçekleşti. Bir ay bile kalamamıştı benimle. Kardeşim Yusuf ta idare edememişti onu ben de.
Elmadağ Hasanoğlan yılları. Ah o dar bir mekâna kısılmış kentli çocuk psikolojisi.
..
KÂFİRLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM
‘Dünya Müslümana Zindan, Kâfire Cennet’tir ‘buyuruyor o mübarek Peygamber. Evet, dünya Müslümana zindan. Çünkü dünya bir imtihan yeri.
Seyyid Abdülkadir GEYLANİ ile ilgili böyle bir menkıbe var. O mübarek zat bir gün Bağdat’ta müritleri etrafında at üzerinde şaşaalı bir şekilde gidiyorken bir Gayr-ı Müslim onu durdurur ve imalı bir şekilde bu Hadis-i Şerif’i hatırlatır, kendi fakir pejmürde ve perişan haliyle onun mutantan vaziyetinin karşılaştırılmasını ister o da Gayr-i Müslime cübbesinin kolundan içeri bakmasını söyler. Muhatabı bakar ve korkuyla çekilir. Orada kendisini cehennemde yanarken görmüştür. Ve sorar ulu insan: ’Söyle şimdi şu andaki yerin oraya nispetle cennet değil mi? ’Evet’ der adam. Sonra cübbesinin sağ kolu içerisine bakmasını söyler. Oradan bakınca Geylani hazretlerinin cennette köşkler içimde huriler arasında dolaştığını görür. Aynı soruyu tekrar eder o ulu zat: Söyle şimdi bu dünyadaki halim oraya nispetle cehennem değil mi? ‘Evet’ der o Gayr-i Müslim ve kelime-i şehadet getirerek Müslüman olur.
Bu örneği niye verdik? Dünle bu günü karşılaştırarak nefis muhasebesi yapmak için. Evet dünya kafirlerin cenneti. ABD, Avrupa, Rusya ve Çin en müreffeh hayatı yaşıyor. Yaşam standartları yüksek.
Geçim kaynakları bol. Müreffeh bir hayat yaşıyorlar. Şehirleri mamur. Şairin dediği gibi dolaştım Frengistan’ı beldeler kâşaneler gördüm. ‘Dolaştım Mülk-i İslam’ı büsbütün viraneler gördüm’. Peki şimdi bu iki enstantaneyi nasıl karşılaştıracak, ne gibi bir sonuca varacağız.
Bu gün Müslümanlar o günkü gayr-i Müslimlerin o günkü vaziyetine düşmüş perişan haldedir ve birbirleriyle savaşmaktadır. Kâfirler ise kendi aralarındaki sorunları halletmiş, yüzyıl ve yirmi yıl savaşlarından sonra oryantalizmin yön göstermesiyle İslam âlemini bölme parçalama bir birleriyle savaştırma planlarını yapmış ve iliğine kadar sömürmüş ve sömürmeye devam etmektedir.
Dünkü Müslümanların izzetinden sonra bu günkülerin zilleti nerde? Ne halden ne hallere geldik. Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz’ diyen Akif ne kadar haklı. Batı dünyası haçlı seferlerine çapulcu ordularıyla gelmişti. Her tarafı yakıp yıktı yağmaladı, geçtiği yerlerde Moğol orduları misali taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadı. Ayrıca doğunu üstün medeniyetini kıskandığı için onu yağmaladı. Kütüphaneleri yıktı kitapları yaktı. Ancak içlerinden bazı bilim meraklıları kurtarabildikleri kitapları ülkelerine götürdüler, çevirerek kendilerine mal ettiler. Bu aktarma bilim ışığında Rönesans ve Reform hareketlerini başlattılar. Bilimin en büyük düşmanı laiklik zinciri ile klişeye hapsettiler. Böylece büyük sanayi devrimini başlattılar.
Bütün bunlar batıyı ortaçağ karanlığından kurtardı. Batının ortaçağı karanlıktı doğununkisi aydınlık. İslam’ın ışığı ile aydınlanan batı edindiği bu yüksek İslam bilgisiyle doğuyu karanlığa boğmak için elinden geleni yaptı. Ve boğdu da. Doğu İslam dünyası işe hala bu karanlıkta boğuşmakta bir birinin boğazına sarılmakta birbirini öldürmeye can atmakta kâfirlerin ekmeğine yağ sürmektedir.
Şimdi de aynı batı ve şer güçler İslam dünyasını Şii- Sünni ayrımına sürükleyerek savaşmaya teşvik etmekte, İran’ı bu şer eksenine dâhil ederek, Irak’ı, Suriye’yi, Lübnan’ı Şii, Sünni ayrıştırmasına tabi tutarak bir Şii hilali yaratmakta, Müslümanları birbirleriyle savaştırmakta böylece Müslüman coğrafyasının üstünde oturduğu yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmektedir. Oryantalizmin planları tıkır tıkır işlemekte Müslümanlar inim inim inlemektedir. Dünyayı Müslümanlar için tam bir cehenneme çeviren batı, kendisine Müslümanların kanıyla yeryüzü cenneti hazırlamaktadır. Bu sahte cennet kan ve gözyaşıyla yoğrulmuştur. Bu yalancı cennet zulüm entrika ve yalanlar üzerine kuruludur. İyi biliyoruz ki bu cennet onları kurtaramayacaktır. Çünkü onları ebedi ve büyük cehennem beklemektedir. Bunun için diyoruz ki ‘kâfirler için yaşasın cehennem’
..
BATI İRAN VE İSLAM DÜNYASI
Bu üçlüye dikkat etmeli bütün dünya. Bütün dünyanın gözü önünde oynanan bu tiyatroya dikkat etmeli? Bu oyunu sezmek, tam tahlil yapabilmek için bazı önemli noktalara dikkat çekmek lazım. Öncelikle İran’ı tanımak, onun İslam dünyasındaki tarihi rolüne dikkat çekmek gerek.
Büyük Pers İmparatorluğu’nun devamı olan İran Devleti Büyük Selçuklu Devleti dönemini istisna sayarsak hep aynı ruhla yaşamıştır. Bu ruh ve fikir hep aynı minval üzere devam etmiş ve bu güne dek gelmiştir.
Öncelikle İran’ın büyük Pers İmparatorluğunun, Kur’an-ı Kerim’de bir sure olan Bizans’la çağın süper güçleri olarak dünyanın terk hakimi olmak için yaptıkları savaşları konu eden Rum Suresini hatırlayalım. Aslen Mecusi: Ateşperest olan İran’a karşı kitabi din sahibi Hristiyan Rumların galip geleceğini müjdeleyen ayet bize o günlerin siyasi hareketlerini pek güzel anlatmakta.
Hristiyanlıkla birlikte bütün kitabi dinlere ve bilhassa İslam’a karşı büyük direnç gösteren bu ateşperest dünya İslamlığı kabul etmeden önce de sonra da pers imparatorluğunun hegamonik zihniyetini terk etmemiştir.
İşte bu günkü İran’ı anlamak için onun tarihine iyi bakmak ve onu bu zaviyeden tahlil etmek gerekir. Yunanistan’ın Megola ideası gibi, İsrail’in Büyük İsrail Devleti, ABD’nin Dünya jandarmalığı planları gibi İran’ın da büyük Pers İmparatorluğu hayalleri onun genel siyaset anlayışında belirleyici olmaktadır.
Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’in savaşları, günümüz İran’ın sürdürmekte olduğu siyaseti anlamakta işaret taşı görevini sürdürmektedir. Hz Ömer zamanında fethedilen bu topraklarda İslamiyet çok saf kalmamış kısa zaman sonra İslam’ın iç ihtilaflarından kendisine bir yol bularak Şiiliği seçmiştir. Onun Şiilikte bulduğu çıkış Sünni İslam’ı sürekli tehdit etmiş, İslam aleminin içinde bir çıbanbaşı gibi sürekli kanayan bir yara halinde, İslam düşmanlarının da istedikleri zaman kullanabildiği bir problem olmayı sürdürmüştür.
Osmanlı’yı sürekli tehdit eden bu Şii dünya onun Avrupa’yı tümden ele geçirmesini engellemiştir. Ari ırkın bu en büyük gücü Müslüman olmuşsa bile sürekli İslam’ın baş ağrısı olmuştur. Pers İmparatorluğu Rumlarla hâkimiyet savaşı yaparken Şii İran sürekli İslam ülkeleriyle dalaşmıştır. Yavuz’la Çaldıran savaşı yenilgisinden sonra bile rahat durmamış Kanuni döneminde yeni saldırılarla Osmanlının başını ağrıtmaya devam etmiş, hatta 4. Murat devrinde de bu savaşlarını kâh galibiyet, kâh mağlubiyetle sonuçlandırmıştır.
Aynı tavrı günümüz de de görmekte değil miyiz? Daha yakın zamanlarda Müslüman Azerbaycan’ın aynı mezhepte olduğu halde yanında olmamış Ermenistan’la ihtilafında karşı tarafı tutmuş, Karabağ’ın kaybedilmesine neden olmuştur. Burada ABD, Rusya ikilisiyle menfaatleri örtüşmüş Ermenistan’ı bizzat desteklemiştir. Aynı İran Batının İslam üzerinde oynadığı şer oyunların baş aktörü olmayı tercih etmiş, önce Irak’la 10 yıl süren büyük Müslüman kırımına neden olmuştur. Şimdi aynı İran Şii hinterlandını ABD’nin ona büyük bir sevecenlikle terk etmesiyle Sünni İslam’a karşı cepheler açarak Sünni kıyımını başlatmıştır. Gerek Irak, gerek Suriye’de açılmış cepheler onun işini kolaylaştırmıştır.
..
BATI’NIN YALAN DÜNYASI
Gerçekten bu yüzyılın en büyük yanılgısı budur bana göre. Batı dünyayı büyük yalanlarla aldatmaktadır. Ve Doğu sürekli bu yalanlara kanmakta, aldanmaktadır.
Batı’dan kastımız Osmanlı’nın Orta Asya’dan gelip Anadolu’yu yurt edinmesi, Batı ülkelerini yarıya ele geçirmesi, Viyana kapılarına dayanmasından sonra Bizans’ın yıkılıp Doğu Roma’nın bir daha dirilmemecesine yok olmasından sonra Batı’ya göç eden pagan medeniyeti kendi içinde yaşattığı paradigmalarından sonra kendinden saymadığı, ötekileştirdiği, düşman saydığı Doğu diye adlandırılabilecek Dünyanın Batı kesimi dışında kalan bölümünü ezebilmek, sömürebilmek için büyük bir yalan sarmalı kurmuştur.
İşte bu yalan sarmalı bazen demokrasi, bazen insan hakları ve hümanizm, bazen de özgürlük, eşitlik ve adalet talebi olarak karşımıza çıkmaktadır. İçi boş bir karam haline getirilmiş bu yıldızlı yalanların insanlığı avutmak, köleleştirmek için büyük bir oyun olduğunu dünya ve özellikle Doğu nedense bir türlü kavrayamamıştır.
İşte Batı dediğimiz İngiltere’nin başını çektiği Avrupa ve en yeni Batı sayılabilecek olan Amerika Birleşik Devletleri bu büyük yalanı öyle planlı, öyle organize bir şekilde oluşturmuş ve işlemiştir ki Dünya yüzyıllar geçmesine rağmen uyanamamış ve bu büyük yalan sarmalından bir türlü kurtulamamıştır.
Bu tarihi yalan ve yanılgının bu kadar güçlü, kuşatıcı ve yıkıcı olmasının nedeni Batı’nın bu yalanı oldukça mahir bir şekilde ve büyük organizasyonlar kurarak sistemleştirmiş, onu gerçeğin yerine ikame etmiş olmasıdır. Batı bu işte mahirdir, oldukça yeteneklidir. Bu yetenek onun ruhunda var.
Roma nasıl önceleri yok etmek için bin bir türlü vasıtalarla savaştığı Hristiyanlığı nasıl putperest eştirerek kendi pagan ruhuna dönüştürdüyse dünyayı da çeşitli entrikalarla oyuna getirmekte ezim ezim ezmektedir.
Batı bu işte mahirdir dedik; çünkü batı o medeniyetin adıdır yalanın medeniyetinin. Bu şeytanın medeniyetidir. Bu şeytanın saltanatıdır. Batı Allah’a isyan etmiş Kabil’in şehvetperest ve Ensest medeniyetinin adıdır. Batı Lut (As.) a başkaldıran kavmin mirasçısıdır. Onun içindir ki Batı bütün gücüyle İslam aleminin ortasına yerleşmiş fesat yuvası İsrail’in arkasında, hatta onun emrindedir.
Batı Deccal ’ın medeniyetini kurmuştur ve o medeniyeti onun adına sürekli güçlendirmektedir. Batı zulmün imparatorluğudur. Batı zulmün ve yalanın saltanatını kurmuştur asırlarca. Ama onu adalet süsü ve doğruluk yalanıyla süslemiştir.
İspanya hapishanelerinden serbest bırakılıp Amerika’ya yollanan azılı katiller Kızılderilileri bu yalanın saltanatı için yok etmişlerdir. Yine aynı katiller Kızılderilileri yok ettikten sonra onların uçsuz bucaksız ülkelerine el koymuşlar, bu uçsuz bucaksız ülkenin zengin topraklarını ekip biçmek için Afrika’nın masum kara derili insanını en vahşi yöntemlerle hayvanlar gibi avlayıp, gemilerle Amerika’ya götürerek köleleştirmiş, aç biilaç, kırbaç altında çalıştırılmış, en insanlık dışı ortamlarda yaşatılmış ve bu günkü yeni Roma Amerika doğmuştur. Aynı Amerika bu firavun medeniyetine taş taşımak için sürekli Doğu- İslam ülkelerini karıştırmış, o ülkelerin yönetimlerini aydınlarını medyasını ele geçirerek doğal kaynaklarını sömürmüştür. Bununla da yetinmemiş o ülke insanlarını da madden ve ruhen kendilerine bağımlı hale getirmişlerdir. Bu bağımlılıkta o kadar ileri gitmişlerdir ki o ülkelerin insanlarını gönüllü köle haline getirmişler, bir yandan savaşlarla başlarını belaya soktukları bu ülke insanlarını ekonomik yönden fakirleştirmiş sonra da az bir ekmek karşılığı satın almışlardır.
..
MISIR’DA DEVRİM VE DEVRİMLERİN RUHU
Mısır’da devrim. Ordu yine ihtilal yaptı. Bu kez İslamcı bir lidere karşı. Bütün dünya destekliyor. Avrupa, Amerika, Suudi Arabistan, Birkaç İslam ülkesi hariç. Başta Türkiye yumuşak sert bir üslupla tavrını ortaya koydu. Yumuşak güç ya. Yemen, Tunus gibi Arap baharı denen diktatörlere karşı yapılan devrimlerden demokrasiye geçmiş ülkeler. Kendi başlarına da gelebilir diye herhalde. Bazı yayın organları Türkiye ile ilinti kurarak verdiler olayı. Mısır’ın Tayyip’i devrildi diye.
Teweter’dan organize oluyor bu devrimler. O halde tweter’e hâkim olan iktidarı istediği gibi devirebilir. CHP’li bir vekil yandaşlarına twitter hesabı açmalarını öneriyor. Bu adamların darbe arzuları hiç bitmeyecek. Halka inanmayanlar demokrasiye de inanmıyorlar aslında. Ankara belediye başkanı da önlem olarak kendisi gibi düşünenlere aynı tavsiyeyi yaptı akşam bir TV’de. Demek iktidarın da kaygıları var ve önlem almak istiyor.
Doğru da yapıyor ama yetmez. Ben bir yazımda mağdur kitleleri işaret etmiştim. 4C’liler demiştim, 4B’liler demiştim. Açlık sınırı altında yaşayan bu kitlelere işaret etmiştim. Hatta müteahhit işçilerinin çalışma şartlarının zorluğundan, insan haklarını zorlayan yanlarından bahsetmiştim. Hükümet bunların bir kısmına el attı ama diğerleri hala duruyor. Hatta bazı özelleştirilmiş hizmetlerin vatandaşa zulüm ettiğinden, bazı belediyelerin ve belediyeye bağlı kuruluşların uygulamalarından bahsetmiştim. Bütün bunların bir zulüm olduğunu, yönetici erkinin mazlumun ahından korkması gerektiğini anlatmıştım.
Şimdi de diyorum ülkede en ufak bir zulüm varsa bundan yöneticilerimiz sorumludur. Bunun giderilmesi için bütün önlemler alınmalıdır. Osmanlı padişahlarının neden tebdili kıyafet ederek halkın arasında dolaşıp onların sorunlarını bizatihi gözlemleyerek çözdüklerini düşünürsek bunun nedenlerini anlar, işin ehemmiyetini daha iyi kavrarız. Bu işi bizzat yapamıyorlarsa illere tayin edecekleri ombudsmanlarla vatandaşın sorunlarını yönetici erke ulaştırmaları sağlanmalıdır. Aksi halde toplumsal patlamalar kaçınılmazdır, bunları da birilerinin manüple ederek darbelere ortam hazırlamalarını kimse önleyemez. Siz istediğiniz kadar geçmiş darbe sorumlularını tutuklayın bunu engelleyemezsiniz. Birileri canını ortaya koyar yine de sizi alaşağı eder. Bunun için seçimi beklemez kimse. Hele muhalefetin iktidar olma yeteneği yoksa bu kaçınılmazdır.
Batı bunu iki güçlü ve muktedir partili demokrasi ile sağlamıştır. Bizde CHP hiçbir zaman iktidara alternatif olamamıştır. Çünkü bu parti demokrat değildir, ekonomiyi bilmemektedir ve yolsuzluk yapmaktan başka bir şeye meyletmemektedir.
MHP ise marjinal ırkçı bir partidir, BDP gibi onun da tek başına iktidar olmak gibi bir şansı yoktur. Geçmişte kötü sınav vermiş partilerin beli kırılmış bir daha canlanmamak üzere tarihin mezarlığına gömülmüşlerdir. Var görünseler de yokturlar. Ortada dolaşan yalnızca onların hayaletleridir.
BBP iktidara aday olma cesaretini gösterememiş ve doğal liderini Ergenekoncu’ların siyaseti dizayn etme oyununa kurban vermiştir. SP intihar etmiş. Has parti ise işte asıl iktidar alternatifi ocak olan daha yola çıkmadan kendini feshetmiştir. Bu durumda güçlü bir sol partiye ihtiyaç olduğu açıktır ancak sol Türkiye’de azınlık olduğu için bu mümkün değildir.
Kala kala liberal kesimlerin dini değerlere saygılı bir parti kurarak alternatif üretmelerine kalıyor, ancak ufukta Besim Tibuk ve Cem Boyner denemesinden sonra ne bir aday, ne de ihtimal görünüyor.
AHMET KEMAL
..