Kendisinden her zaman iyi haberler almaya alışık olduğum, İzmir’de Gaziantep havasına, Gaziantep toprağına hasret yaşayan “İnce Oda”larda dokunan ince şiirlerin Ozanı Oğuz Tümbaş, kötü bir haber taşıdı bu kez:
“Atılay Arsan’ı yitirdik…”
Nutkunuz tutulur, ne diyeceğinizi bilemezsiniz ya, öyle oldum.
Gaziantepli bir şair olduğunu kaç kişi bilir onun. Adam Sanat Dergisinde yayınlanırdı şiirleri. Kentimde bu dergiyi okuyan bir tek Avukat Hayri Girişken var. Bilse bilse o bilir. O da şaşar kalır “Gaziantepli miydi Atılay” der belki.
Aslında 2010’un Temmuzunda yitirmedim Atılay Arsan’ı. 50 Yıl önce yitirdim. Bir gitti, bu kentten bir daha dönmedi Gaziantep’e. Kopmaz bağları kalmamıştı ki dönsün. O yıllarda Gaziantep’te baytar hekimdi babası. Eblahan’da otururlardı.
1950’li yılların sonunda bir avuç edebiyat tutkunu, yaz aylarının hemen hemen her akşamüstüsünde buluşurduk Halkevi bahçesinde.
Agatha Christie’nin bir polisiyesi var. “On küçük Zenci” Şöyle bir tekerleme üzerine kurulmuş roman: “On küçük Zenci yemeğe gitti/Birisi kendisini boğunca kaldılar dokuz./Dokuz küçük Zenci çok geç kalktı/biri uyuyakaldı, kaldı sekiz./Sekiz küçük Zenci geziye çıktı/Biri ‘burada kalacağım,’ dedi, kaldı yedi./Yedi küçük Zenci odun kıydı/biri kendisini kesti, kaldı altı./Altı küçük Zenci kovanla oynadı, bir balarısı, içlerinden birini soktu, kaldı beş./Beş küçük Zenci mahkemeye gitti/Birinin idamdı hakkı onu da aldı, dört kaldı/.Dört küçük Zenci denize gitti/Yüzme bilmiyordu /Dalgalara kurban gitti, kaldı üç./ Üç küçük Zenci hayvanat bahçesine gitti/Birine ayı saldırdı, kaldı iki./İki küçük Zenci güneş altında oturdu/Biri güneşte kızardı, kaldı bir./Bir küçük Zenci tek başına kaldı. O da durmadan şiir yazdı hiçbiri kalmadı.”
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta