Ateşe ‘Aşkın’ Ölümsüz Şiiriyle Dokunan B ...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Ucu görünmeyen uzun, karanlık tünelin içinden aydınlığa doğru endişeyle beslenen kırık bir cesaretle yürüyenler bilir. Yaratmayı müjdeleyen doğuma hazırlanırken çoğalmanın tuhaf çekiciliğine rağmen sıkıntıların girdabında boğulmak cidden ürkütücüdür. O sancıyı her zaman aynı şiddette hissetmeyiz belki ama hepimiz farklı biçimlerde bu dünyaya yaratmak için geldiğimizi sezeriz. Bize bahşedilen yeteneği nasıl kullanacağımızı kavrayamadığımızda ‘kayboluruz’ bazen. Duyguların kaotik sessizliğinde, iç seslerimizin çığlıklarıyla yankılanan ıssız bir ormanda yapayalnız kalırız. Böyle ürpertici zamanlarda herkes kendi hakikatini mi arar? Ayakkabıları tersten boyayan sıska oğlanın, duyguların renklerini masallarla anlatan öğretmenin, elmalarını tezgâhına her seferinde başka türlü dizen ihtiyarın, seher vakti kuşlarla konuşan bekçinin, minik bir ahşap kutuyu yontan marangozun da güçlü bir yaratma dürtüsüyle hayata tutunduğunu biliriz. Eğer Tanrı kimilerinin inandığı gibi usta bir yazarsa, sonu belli bir hayatın içinde yaptıklarımızla, yol boyu aradıklarımızla onun ‘büyük şiirini’ tamamlıyoruz belki de. Kaderin ihtişamlı, ezici gücüne karşı koymak isteyenlerin kendilerini yeniden yaratarak hikâye yazma arzularını da anlıyorum. Kabullenmek çok zor.

Tanrı’yı taklit ederek kendi suretimizden yarattıklarından, zihinlerde, bedenlerde, ruhlarda sonsuzluğa kavuşmasını istemek insanı kibirli kılıyor sanırım. Onların da bizim gibi fani olacağı düşüncesiyle umutsuzluğa kapılıyoruz bazen. Ama yine de en baş döndürücü hazzın, küçük de olsa, başkalarına önemsiz de görünse dünyanın kalın kabuğuna bir çentik atarak iz bırakma arzusu olduğunu biliyoruz. Ayrıntıların arasına sıkışan büyük evreni fark ettiğimizde ‘yaşama sanatı’ dilimizi de kamaştırmaya başlıyor.

Görünmez bağlar...
Yaratma serüvenini, sınırlı bir hayatın imkânlarından daha fazla önemseyen dostlarla zevklerimi, hayallerimi, yazı hazzını çoğaltabildiğim için şanslıyım. Bunu parlak kış güneşinin kahvaltı için buluştuğumuz limonluğun camlarını menevişlendirdiği uysal bir öğle vakti hatırlayıp sevindim. O dostlardan birisi benim de yakından tanık olduğum yolculuğunu anlatıyordu. Yolda karşılaştıklarını sevdikleriyle paylaşmaktan duyduğu heyecan ışıltılı ifadesine, duruşuna yansımıştı. Yazar Leyla İpekçi’yi değil de en sarih haliyle tanıdığım Leyla’yı izlerken Tanrı’nın ona bağışladığı hikâye edebilme yeteneğini gördüm. Yıllar içinde kendisiyle birlikte dönüşen, hayat ritmine ahenkle eşlik eden, birbirini tamamlayan iç seslerle hayatının önemli bir uzantısı haline gelen romanını nihayet okuruna armağan ediyordu. Beni şaşırtan kısacık bir andı; henüz gün ışığına çıkmadan okuduğum Ateş ve Bahçe’de bahsi geçen ‘hakikat ruhunun’ yazıya inanları birbirine bağlayan sihrini o an fark ettim. Yazarın tahayyülündeki resimler, sesler onu dinleyenlerin algısında hayat bulmaya başlamıştı. İnsanı şiirlerle, dualarla, anılarla, efsanelerle buluşturan sözcükler, yaratılış destanının sürekliliğini ve yeryüzü buluşmalarının mucizesini de anlatıyordu sanki.

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta