Atatürk ve İslamiyet

Vecdi Murat Soydan
647

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Atatürk ve İslamiyet

Atatürk’ü dinsiz olarak niteleyenler olduğu gibi, onun adından nemalanıp, Kemalizm’i bir ideoloji ve Atatürk’çülüğü yeni bir din gibi gösterme gayretinde olan kişiler de olmuştur. Çıkarcılığın, menfaatin olduğu her yerde iki yüzlü insanlar da vardır. Atatürk gerçekten de dinsiz miydi? İnançsız mıydı? Yüce Allah (c.c) ve peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) hakkındaki düşünceleri nelerdi? Öldüğünde ardından yeni Türkçe’yle yazılan mevlit olduğunu bilseydi acaba nasıl bir tepki verirdi? Acaba ölüm döşeğindeyken ölüme yaklaştığı son saniyelerde ağzından çıkan son sözler ne olmuştur?

Kendisine dinsiz diyenler ile O’nu putlaştıranları bu yazımda aynı kefeye koyacağım. Çünkü, her iki taraf da riyakar insanlardır. Amacım, iki yüzlü insanların maskelerini indirmek, yüce Atatürk’e yapılan bu çirkin ve mesnetsiz iddiaların asılsız olduğunu delilleriyle ortaya koymaktır.Yazımın bu bölümünde Atatürk’ün dindarlığını, İslamiyete bakış açısını değerlendireceğim.

TBMMnin açılışı için hazırlattığı bildiri bile, tek başına Atatürkün dindar kişiliğini gözler önüne sermek için yeterlidir.

TBMMnin Açılış Bildirisi:

Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 Cuma günü açılmıştır. Bu açılışın 21 Nisan 1920de tüm Türkiyeye gönderilen bildirgesi, bildirgeyi kaleme alan Atatürkün samimi dindarlığını açıkça gözler önüne seren tarihi bir belge niteliğindedir:

“1. Allahın yardımıyla 23 Nisan Cuma günü, Cuma namazından sonra Ankarada Büyük Millet Meclisi açılacaktır.

2. Vatanın bağımsızlığı, yüksek halifelik ve saltanat makamının kurtarılması gibi çok önemli vazifeleri olan Meclisin açılış gününü, Cumaya tesadüf ettirmekten maksat, o günün kutsallığından faydalanmak ve açılmadan önce sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Camiinde Cuma namazı kılmak, Kuran ve namazın nurlarından faydalanmaktır. Namazdan sonra Peygamberimiz (sav) in sakalı ve sancağı el üstünde olduğu halde Meclis binasına gidilecektir. Camiden buraya kadar olan merasim için Kolordu Komutanlığınca özel olarak askeri tertibat alınacaktır.

3. O günün kutsallığını güçlendirmek için bugünden başlayarak valiliklerde, vali beyefendinin düzenlemesiyle hatim indirilecek, muhayiri şerif okunacaktır. Hatmin son kısımları Cuma namazından sonra Meclis binası önünde tamamlanacaktır.

4. Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı biçimde bugünden başlanarak muhari ve hatm-i şerif okutularak Cuma günü ezandan önce selavat verilecek ve hutbede halife padişahımızın adı söylenirken, padişahımızın ve topraklarımızın bir an önce kurtuluşu ve mutluluğa erişmesi için dua edilecektir. Cuma namazı kılındıktan sonra hatim duası yapılarak yüce halifelik ve saltanat makamının ve bütün yurdun kurtulması uğrundaki milli çalışmaların kutsallığı ve milletin her bireyinin kendi temsilcilerinden oluşan Büyük Millet Meclisinin vereceği vatan görevlerini yerine getirmesine ilişkin vaazlar verilecektir. Sonunda halife ve padişahımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, mutluluğu ve bağımsızlığı için dua edilecektir.

Bu dini ve vatani törenin arkasından camilerden çıkıldıktan sonra bütün yurtta hükümet konaklarına gelinerek Meclisin açılmasından dolayı kutlama yapılacaktır. Her tarafta Cuma namazından önce Mevlid-i Şerif okunacaktır.

5. Yüce Allahtan tam başarı dileriz.

Atatürk’ün dindar kişiliği:

Atatürk’ün manevi kızı Ülkü ADATEPE anlatıyor: “Annemi Zübeyde Hanım büyütmüştür. Onun anneme anlattığı bir anıyı aktarayım; Atatürk, 25 Ağustosta Kocatepeye çıktığı zaman orada şöyle dua ediyor: Allahım, senin bana verdiğin fikir ve zekayla ben bütün planlarımı gerçekleştirdim. Bundan sonrası artık senin mukadderatın… O, Allahına inanan bir insandı. Paşa, ramazanda Dolmabahçede veya Çankayada olduğunda anneme, Vasfiye, oruç tutuyor musun? diye sorar, annem tutuyorumdediğinde de çok memnun kalırmış. Bana hastalandığımda dua ettirirdi, kendisi de ederdi. Çok iyi hatırlıyorum; paratifo geçiriyordum, çok üzülmüş ve beni kurtarması için Allaha dua etmiş. Annesi Zübeyde Hanım da çok dindarmış. Anneme daha yedi yaşındayken Kuran dersleri aldırmaya başlamış. Kız kardeşi Makbule Hanımın da namazını devamlı kıldığını biliyorum.”

Vasfi Rıza ZOBU anlatıyor: “Peygamber’e (sav) e çok hürmet ederdi. Peygamber (sav) in çok sağlıklı bir muhakemeye vakıf olduğuna kaniydi. Bir gece Hz. Peygamber (sav) in askeri dehasından bahsediyordu.Onun dine, fikre karşı saygılı bir kişiliği vardı. Kurana çok hürmeti vardı. Yanında üç hafız vardı; Hafız Yaşar, Hafız Hüseyin ve Hafız Mehmet. Ben o hafızları onun yanında, Çankayada tanıdım. Saygıyla dinlerdi. Onun karşı olduğu, yobazlardı.”

Cemal KUTAY anlatıyor: “Bir gün Ertuğrul Yatında ressam İbrahim Çallı, Atatürkün yanındadır. “Şu renkleri tuvale almak mümkün müdür? ” der. Çallı; “Tabii, Gazi Hazretleri” diye cevap verir. “Demek ki siz bu renkleri alabiliyorsunuz” diye tekrarlar Gazi. Çallı; “Deneyelim ve görelim” der. Ayrılacağı zaman Atatürk, Cevat Abbasa şunları söyler: “Söyleyin bu adama bir daha gelmesin. Ne zaman ki haddini bilir, Allahla boy ölçüşmeye kalkışmaz, sıraya girer kul olarak, bunu da ispat eden bir eserle gelir, ben o zaman onun affedilmesine şahitlik ederim.”

Füreyya Koral (Kılıç Alinin İlk Eşi) anlatıyor:“Laikti. Laiklik, dinsizlik değildir. O inançlıydı. Namazını bilmiyorum, ama ilk meclis zamanı kıldığını duymuştum. Kuranın Türkçeye çevrilmesi, dinin anlaşılmasına vesile olan büyük bir hizmettir. O, dinin politika aracı olarak kullanılmasına ve istismarına karşıydı. Ve buna hiçbir zaman izin vermedi.”
Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen anlatıyor: Bir sabah, Atanın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldu. Bir süre ayakta bekledim, birden derin bir iç geçirdi ve Allah dedi. (O bunu sık sık tekrarlardı.) Atatürk hakkında evvelce çok şeyler duymuştum, bu tesirle olacak, bir hayli şaşırdım. Onun ağzından Allah kelimesini duymak beni şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı. Atanın yüzüne şaşkın bir şekilde bakmış olacağım ki; Sen dindar mısın? diye sordu. Ben de ailemden aldığım din terbiyesiyle Evet, dindarım dedim ve bu cevabımı nasıl karşılayacağını anlamak için ürkek ürkek yüzüne baktım. Cevabım hoşuna gitmişti. Çok iyi… Allah büyük bir kuvvettir. Ona daima inanmak lazımdır. dedi ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki, Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur ve Ata bütün söylenenlerin hilafına dindar bir insandır.”
Atatürk Kuran okutulmasına da son derece önem vermiştir. Hafız Zeki Çağlarman Atatürkün bu yönünü şöyle anlatmıştır: Atatürkün kız kardeşi Makbule Hanımla uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etmeder ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi. (Din Toplum ve Kemal Atatürk, Ercüment Demirer, s.10)

Atatürk’ün din hakkındaki şu düşünceleri önemlidir: “ Din insanların gıdasıdır. Dinsiz adam boş bir eve benzer. İnsana hüzün verir. Mutlaka bir şeye inanacağız. Bu dinlerin en sonuncusu elbette en mükemmelidir. İslam dini hepsinden üstündür.” (Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s. 196)

Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.... İslamın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s. 90)

“Türk milleti dindar olmalıdır yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum... Din şuura muhalif, ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor.”(Maurice Perno ile yaptığı ropörtaj 11 Şubat 1924 (Atatürkle Konuşmalar, Cumhuriyet Gazetesi eki, s. 111)

Atatürk, yüce yaratıcı Allah (c.c) hakkında ise şunları demiştir : Allah birdir, şanı büyüktür. Allahın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kurandaki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93)

“Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür- Adalet-i ilahiye, O’nun tecellilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devrede mütalaa olunabilir, ilk devir insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. Ikinci devir, insanlığın kemal (olgunluk) devridir.Ey millet! Allah birdir, sani, büyüktür. Allah’iın selameti, atifeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki Kur’an-ı azimüşşandaki husustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, temel dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa hakikate tamamen uyuyor. Eğer akli mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer ilahi ve tabi kanunlar arasında aykırılıklar olmalı gerekirdi. Çünkü bütün kanunları yapan Cenab-ı Haktır.” (Atatürkün 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesirde Zağanos Paşa Camiinde vermiş olduğu hutbeden bir bölümdür.)

Atatürk; Peygamber Efendimizi çok iyi tanımış, onun üstün özelliklerini çeşitli vesilelerle anlatmıştır:

“O, Allahın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonsuza kadar O, ölümsüzdür.” (Dr. Utkan Kocatürk, Atatürkün Fikir ve Düşünceleri -Atatürk ve Din Eğitimi, A. Gürtaş, s. 26)
“Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Hz. Muhammed (sav) bu harb sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.” (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 100, 1945, s. 3)

“Hz. Muhammed (sav) in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedirde kazandığı zafer, fani insanların karı değildir; Onun peygamber olduğunun en kuvvetli işareti işte bu savaştır.” (Hakikati Tasvir, Ş. Günaltayın Anıları A. Gürtaş, s. 26)

Atatürkün Hz. Muhammed (sav) e duyulacak sevgiyi tarif ettiği sözleri ise şöyledir:
Büyük bir inkılap yapan Hazreti Muhammed (sav) e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir. (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4)

Atatürkün, 1926 yılında yaptığı bir konuşmada Hazreti Muhammedin (sav) adının unutulmayacağını vurguladığı belirtilerek, konuşmasında, O, Allahın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinden bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür ifadelerini kullandığına dikkat çekiliyor. Atatürkün 1 Kasım 1924te yaptığı konuşmada, Hazreti Muhammedin (sav) kabilesi tarafından sevilen bir kişi ve nasıl peygamber olduğunu anlattığı belirtilerek, konuşmadan şu örnek cümleler veriliyor: Son peygamber olan Muhammed Mustafa (sav) 1394 sene evvel Rumi nisan içinde rebiülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu... Hazreti Muhammed (sav) eyyam-ı sabavet (çocukluk günleri) ve şebabeti (gençliği) geçirdi. Fakat henüz peygamber olmadı. Yüzü nuranî (ışıklı, saygı uyandıran) sözü ruhanî, reşit, rüiyette bibedel (görünüşte emsalsiz) , sözüne sadık ve halim, mürüvvetçe (iyilikseverlikte) saire faik (başkalarına üstün) olan Muhammed Mustafa (sav) evvela bu evsaf-ı mahsusa (özel nitelik) ve mütemayizesiyle (sivrilmesiyle...) kabilesi içinde Muhammedül-Emîn (güvenilir Muhammed) oldu.Muhammed Mustafa (sav) peygamber olmadan evvel kavminin muhabbetine, hürmetine, itimadına mazhar oldu. Ondan sonra ancak 40 yaşında nübüvvet ve 43 yaşında risalet (peygamberlik) geldi. Fahr-i alem Efendimiz namütanahî (sonsuzca) tehlikeler içinde, bipayan (tükenmez) mihnetler ve meşakkatler karşısında 20 sene çalıştı ve din-i İslamı tesise ait vazife-i peygamberisini ifaya muvaffak olduktan sonra vasıl-ı ala-yı illiyyin (cennetin en yüce yerine erişen) oldu.
1930 yılında Hazreti Muhammedi (sav) küçük düşürmeye yönelik ifadeleri içeren bir kitap ve yazar hakkında Atatürkün, şu açıklamayı yaptığı kaydediliyor: Muhammedi bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesinde en büyük komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir? Tarih, gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askeri dehası kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed (sav) bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.

İslam dininin dünya insanlığı için büyük bir inkılap olduğunu ifade eden Atatürkün, Hazreti Muhammedin (sav) vefatının yıldönümü dolayısıyla 1930 yılında yaptığı bir konuşmada da İslam dininin insanlık için bir inkılap oluşunu ve korunması gerektiğini şu cümlelerle açıkladığı kaydediliyor: Büyük bir inkılap yaratan Muhammede (sav) karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli etmek gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, bir an evvel onu toprağa tevdi etmek değil yaratmış olduğu inkılâbı emniyet altına almaktı...

Atatürkün Uşağı Cemal Granda Anlatıyor:Bir gece sofrada Peygamberimiz (s.a.v) haşa küçültür şekilde konuşmalar yapılıyordu.Atatürk bu konuşmalardan sıkıldığını belli etti.Elini masaya indirerek:
-“Bu bahsi kapatın.Peygamber’imizi (s.a.v) küçültmek isterseniz,kendiniz küçülürsünüz.”dedi.

Atatürk Harbiye’de okurken,öğrenciler abdestsiz olarak namaza giderlermiş,çünkü okuldaki muslukların sayısı çok azmış.

Onun yanında bulunduğum süre içerisinde Kadir gecelerinde sofra kurulmazdı.Bazen Mevlid dinlediği de olurdu.Hafız Yaşar Bey’in Mevlid’ini saygı ile dinlerdi.Mevlid’in Miraç bölümünde,”Göklere çıktın Mustafa (s.a.v) ”denince gözleri yaşarırdı.O zaman hemen kolonya götürürdük,inanışı samimi idi.
Öyle “Allah” derdi ki yalnız kalınca,onun gibi kimse diyemez.Herkes çekilip yapayalnız kalınca gökyüzüne bakar,kendi kendine “Allah (c.c.) “ derdi.

Bir gün sofrada çevresindekilere:

-“Bana Allah’ın (c.c) büyüklüğünü anlatır mısınız? ”diye sordu.
Konuklar birer birer Allah’ı (c.c) nasıl anlayabildiklerini anlattılar.Çoğu ipe sapa gelmez şeylerdi.Hepsini dikkatle dinleyen Atatürk:
-“Hepiniz Allah’ı (c.c) ayrı ayrı görüyor ve yüceltiyorsunuz.Anlaşılan Allah (c.c) .herkesin yücelttiğinden de yücedir,”dedi.

Atatürkün Uşağı Cemal Granda Anlatıyor: Bir yaz akşamı Dolmabahçe sarayında kadınlı,erkekli bir yemek vardı.8-9 saat süren yemek sona ererken salonunun büyük kapısının parmaklıkları arasından güneş doğuyordu.Atatürk’ün bir işaretiyle manevi kızları Nebile hanım,sandalyesinin üzerine çıktı.İnce endamı ile bir heykeli andırıyordu.Sabah ezanı okumaya başladı.Ahenkli bir ses geniş şekilde yankılandı.
Atatürk başını yukarıya doğru kaldırmış, kendinden geçmiş bir halde ezanı dinliyordu.Biran geldi yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı.

Atatürkün dindarlığının kanıtlarını hem kişisel yaşamında hem de konuşma ve söylevlerinde bulmak mümkündür. Sık sık Kuran okutması, Kuran okunduğunda kimi defalar duygulanarak gözlerinin yaşarması, din ve mukaddesatın önemi konusunda samimi yorumlarda bulunması, kişisel yaşamından edindiğimiz ve kendisinin inancını ortaya koyan bulgulardır. Atatürkün Türk Milletine kazandırmaya çalıştığı ahlak ve dünya görüşüne baktığımızda da, hurafe ve yanlış geleneklerden arındırılmış, saf ve samimi bir din anlayışı dikkat çeker. Pek çok konuşmasında dinimizi övmüş ve dinin toplum tarafından anlaşılarak yaşanması gerektiğine dikkat çekmiştir. Bu konudaki bazı sözleri şöyledir: “Bizim yüce dinimiz, her Müslüman erkek ve kadına araştırmayı farz kılıyor ve her Müslüman, bu dine bağlananları aydınlatmakla vazifelidir. (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, c. II, s. 144)

“Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran Türkçe olmalıdır.”(Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, 5/1957 (A. Gürtaş, s. 41)

“Türk Milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime; bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı, ilerlemeye engel bir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiyeye egemenliğini veren bu Asya milletinin içinde; daha karışık, yapmacık, batıl inançlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Onlar bu aydınlığı göremezlerse kendilerini mahva mahkum etmişlerdir demektir. Onları kurtaracağız.” (Maurice Perno ile yaptığı ropörtaj 11 Şubat 1924 (Atatürkle Konuşmalar, Cumhuriyet Gazetesi eki, s. 111)

Atatürkün söylev ve öğütleri incelendiğinde, Türk Milletinden istediği şeylerin Kuran ahlakına uygun meziyetler olduğu görülür: Bilime ve sanata önem vermek, hurafelerden korunmak, akılcı ve çalışkan olmak, temizlik, estetik ve kaliteye önem vermek, yurdunu ve milletini sevmek gibi… Atatürkün bu konudaki bakış açısını şu sözleri özetlemektedir:
“Hangi şey ki; akla, mantığa, toplum yararına uygundur, biliniz ki dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, halkın yararına uygunsa kimseye sormayın. O şey dine uygundur.” (Atatürkün S. D. II, 1923, s. 127)

Atatürk dini suistimal etmek isteyen kötü niyetli kimselere karşı halkı her zaman uyarmıştır. Buna meydan vermemek için pek çok konuşmasında halkımızı dinimizi öğrenmeye çağırmıştır:
“Bizi yanlış yola sevk eden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, sâf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.” (Atatürkün S.D. II, 1923, s. 127)

“Bizde ruhbanlık sistemi yoktur. Hepimiz eşitiz ve dinimizin buyruklarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz. Her fert; dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur... Nasıl ki, her hususta yüksek meslek ve ihtisas sahiplerini yetiştirmek lazım ise, dinimizin gerçek felsefesini tetkik ve bilimsel ve fenni telkin kudretine sahip olacak güzide ve gerçek büyük alimler dahi yetiştirecek yüksek kurumlara malik olmalıyız.” (Atatürkün SD, c. II, s. 90 (Türk Tarihi TSK ve Atatürkçülük, s. 318)

“Evlatlarımızı o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, ticaret, ziraat ve sanat aleminde ve bütün bunların faaliyet sahalarında faydalı olsunlar, ameli bir uzuv olsunlar. Binaenaleyh maarif programımız, gerek ilk tahsilde, gerek orta tahsilde verilecek bütün şeyler bu görüşe göre olmalıdır.” (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 111)

Sabiha Gökçen Atatürkün dindarlığı ile ilgili hatırasını şöyle anlatıyor: 10-11 yaşlarında idim. Bursadaki evimiz Atatürkün köşküne çok yakındı. Bir gün Atatürk Bursayı şereflendirmiş, köşkün bahçesinde dolaşıyordu, ben de onu yakından görmek arzusu ile kıvranıyordum.

Yine bir gün bahçede dolaştığı sırada yerimden fırladım, Ona doğru koştum. Beni yolumdan çevirenlere ağlamakla karşı koymaya çalışıyordum, birden bir ses işittim: Bırakın onu diyordu, Bırakın gelsin. Koşarak Atanın yanına gittim, ellerine sarıldım. Atatürk sordu:
Çocuk, sen okula gidiyor musun?
Harpler sebebiyle okulumu yarıda bırakmıştım ve bir yatılı okula alınmamı istedim.
Ben seni yanıma alayım, gelir misin? diye Atatürk sordu.
Abime sorayım dedim. Kabul ettiler, derhal çağırtarak onunla konuştu, anlaştılar. Böylece Çankayaya geldim.
Uzun zaman ayrı kaldığım okuluma yeniden başlamanın sevinci içinde memnundum. Çankaya Köşkü bahçeleri içindeki eski bir seyis evi düzeltilerek okul haline getirilmişti. Köşkte çalışanların, yaverlerin ve diğer hizmetlilerin çocukları ile birlikte ben de bu okula gitmeye başladım.
Bir sabah, Atanın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldü. Bir süre ayakta bekledim birden, derin bir iç geçirdi ve Allah! dedi. (O, sık sık bu şekilde yapardı.)
Atatürk hakkında evvelce çok şeyler duymuştum, bu tesirle olacak bir hayli şaşırdım. Onun ağzından Allah kelimesini duymak beni şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı.
Atanın yüzüne şaşkın bir şekilde bakmış olacağım ki:
Sen dindar mısın? diye sordu.
Ben de ailemden aldığım din terbiyesi ile;
Evet dindarım dedim ve bu cevabımı nasıl karşılayacağını anlamak için ürkek ürkek yüzüne baktım. Cevabım hoşuna gitmişti.
Çok iyi... Allah, büyük bir kuvvettir. Ona daima inanmak lazımdır dedi ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki; Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur ve Ata, bütün söylenenlerin hilafına dindar bir insandır.”

Atatürk, camiiler ile ilgili ise şunu demiştir:”Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir,imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur.”(Atatürkün Söylev ve Demeçleri, c. 1, s. 225)

Düşmanlarımız, bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla itham ediyor, duraklamamızı ve çöküşümüzü buna bağlıyorlar; bu bir hatadır. Bizim dinimiz hiç bir vakit kadınların, erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allahın emrettiği şey, Müslüman erkekle, Müslüman kadının beraberce din öğrenerek eğitilmesidir. Kadın ve erkek bu ilim ve eğitimi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kuralla bağlanmış zannettiğimiz şey yoktur. Türk sosyal yaşantısında kadınlar bilimsel yönden eğitim ve öğretim görmekte ve diğer konularda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir. (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s.86)

Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık, suni, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Eğer ışığa yaklaşamazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız. (Atatürk ve Din Eğitimi)

Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.

“Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (II) , s. 128)
-Biz ne Bolşevikiz, ne de Komünist: Ne biri, ne diğeri olamayız. Türkler milliyetperver ve dinlerine hürmetkar bir millettir.(Petit Parisien muhabirine Bursada verdiği demeçten)

-Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.

Atatürkün İslamda vicdan özgürlüğü konusunda şunu demiştir: “Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz, dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasde ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz.” (Sadi Borak, Atatürk ve Din, 1962 (A. Gürtaş, s. 34)

Şıh ve Atatürk arasındaki şu fıkraya bakalım: Atatürk, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;
-Kimdir bu?
Vali yanıt verir; “Efendim kendisi Şıhtır. Yörede çok hatırlısı vardır.”
Atatürk Şıhı yanına çağırır ve Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyun
altı hizasını gösterir.
Şıh; Emrin olur Paşam diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasyadaki Şıhı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıhın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır.
Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliğine tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasyadan bir haber gelir ki Şıh Efendi Atayı görmek üzere Ankaraya yola çıkmış...
Şıh gelir Atatürk’ün karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünülmüştür.
Atatürkün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ataya sorarlar;
Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? Atatürk gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
Dün akşam Amasya Valiliğine bir yazı gönderdim ve Şıhı Afyona vali atadığımı bildirdim der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıha vermesini söyler.
Yazıda söyle yazmaktadır;
İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla...

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) hakkındaki düşünceleri:

Hz. Muhammed (sav) e hayrandı. Atatürk tarihin büyük simaları içinde en çok kimleri beğenirdi? 1924 Martının 3. günü Meclis kürsüsünde hilafet nutkunu söylerken Yavuz Selimden hep Hazreti Yavuz diye bahsetti. En çok takdir ettiği kumandan Timurdu. O sizin yerinizde olsa yaptıklarınızı yapabilir miydi? diyene Bunu bilmem, fakat ben onun yerinde olsaydım, yaptıklarını yapamazdım dedi. Fakat yeryüzünde kendisinin en hayran olduğu kimse, şüphesiz ki Hz. Muhammed (sav) dir. Onun devlet kurmaktaki şefliğine hayrandı. Hiç yoktan devlet kurmak (İsmail Habip Sevük)

Namaz Kılan Memurlar:

Atatürk devrinde namaz kılan memurların işlerinden atıldığı kesin olarak yalandır. Ordunun başı olan rahmetli Fevzi Çakmak yardımcısı Orgeneral Asım Gündüz namaz kılarlardı. Atatürk devrinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olan Abdülhalik Renda, Cuma namazlarını Hacı Bayram Camiinde kılardı. Yazılarımızın doğruluğunu ispat için canlı şahit de gösterebiliriz. Çok şükür Asım Gündüz Paşamız hayattadır. Kendilerinden sorabilirsiniz.

Yıl 1930, Atatürk Fevzi Çakmakla birlikte yurt gezisine çıkıyor, yolculuk trenle yapılıyor. Vagonda Atatürk, Fevzi Çakmakla başbaşa vermiş memleket işlerini görüşüyor. Dalkavukluğu ile tanınan bir milletvekili içeri giriyor. Atanın kulağına gizli bir şeyler söylüyor. Atatürk birden kaşlarını çatıyor ve Fevzi Paşaya dönerek, Paşam, lütfen beni takip ediniz, arkadaş bir haber getirdi, birlikte inceleyelim diyor.
Atatürk ile Çakmak, Cumhurbaşkanlığı Maiyet Erkanına ait vagona geçiyorlar. Atatürk vagonun kapısını hafifçe açıyor ve Fevzi Paşaya gösteriyor. Yüksek rütbeli bir subay vagonda kanepe üzerinde namaz kılmaktadır. Atatürk vagonun kapısını kapadıktan sonra milletvekilinin yüzüne tükürüyor ve Mareşala diyor ki: Paşam, bu adamın biraz evvel kulağıma gizli bir şeyler söylediğini gördünüz. Bu adam, Muhafız Kıtasına mensup yüksek rütbeli bir subayın vagonda namaz kıldığını gammazladı. Bu adam, namaz kılmayı kendi aklınca suç görüyor. Durumu size göstermek için buraya kadar zahmet ettirdim.
Atatürk ilk istasyonda milletvekilini trenden indiriyor ve gelen devrede milletvekili seçtirmiyor.

Cumhuriyetin ilk Diyanet İşleri Başkanı rahmetli Rıfat Börekçiden defalarca dinledik. Rıfat Börekçi bize şöyle söylemişti: Atanın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılarlardı. Utanır, ezilir, büzülür, Paşam beni mahcup ediyorsunuz dediğim zaman din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır buyururlardı. Atatürk, şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi. 21

Atatürkün Din Telakkisi

Atatürkün din telakkisini kati olarak pek az kimse öğrenebilmiştir. Orman Çiftliğinde başbaşa kaldığımız bir gün, din hakkında ne düşündüğünü sordum. Bana dedi ki: Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var.Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz, düşünüşe ve tefekküre muhalif değiliz. Biz sadece, din işlerini millet ve devlet işleriyle karşılaştırmamaya çalışıyoruz; kaste ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz. Mürtecilere asla fırsat vermeyeceğiz (Olaylar ve Atatürk, s. 55)

Atatürke göre, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü hazırlayan önemli sebeplerden birisi İslamiyetten uzaklaşmaktı:

Türkler İslam oldukları halde, bozulmaya, yoksulluğa, gerilemeye maruz kaldılar; geçmişin batıl alışkanlık ve inançlarıyla İslamiyeti karıştırdıkları ve bu suretle gerçek İslamiyetten uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar. Gerçek İslamın çok yüce, çok kıymetli gerçeklerini olduğu gibi almamakta inatçı bulundular. İşte gerilememizin belli başlı sebeplerini bu nokta teşkil ediyor...(Sadi Borak, Atatürk ve Din, s. 36-37 Rönesans,Aralık 1991, s. 61)

Evet, Türk insanının yaşadığı din gerçek İslamdan uzak, hurafeler ve batıl inançlar üzerine kurulu bir dindi. Bu din, Türkiyeyi karanlığa götürüyordu. Bu gidişi durdurmanın tek çaresi vardı: Gerçek İslamın halka anlatılması... Yani hurafeleri, batıl inançları içinde barındırmayan, Atatürkün, akla, fenne, ilme uygun... (İzmir, 3 Şubat 1923, Atatürk Diyor ki, Varlık Yayınları, s. 46) dediği, dinin özünü teşkil eden Kuranın anlatılması gerekiyordu. Atatürk bu amaçla şunları söylüyordu: Türkler, dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran, Türkçe olmalıdır. “ (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 A. Gürtaş, s. 41)

Dini meseleler hakkındaki görüşlerini öğrenmek isteyen Fransız gazeteci Maurice Pernoya Atatürk yine kesin bir şekilde şu cevapları vermiştir:

M. Perno: “Şu halde yeni Türkiyenin siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak demek? ”

Atatürk: Siyasetimiz dine aykırı olmak şöyle dursun, din bakımından eksik bile hissediyoruz.

M. Perno:” Zat-ı asilaneleri, düşündüklerini bendenize daha iyi izah buyururlar mı? ”
Atatürk: Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık, suni, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Eğer ışığa yaklaşamazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız. (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.32)

“Türk Kuranın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu Kitapta neler olduğunu Türk anlasın.” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, İstanbul 1977 (A. Gürtaş, s. 41)

Atatürk, Kurana olan bağlılığını onu “Kitab-ı Ekmel” yani “En Mükemmel Kitap” Prof. Enver Ziya Karal, Atatürkten Düşünceler, İş Bankası Yayınları,1969 (A. Gürtaş, s. 39) diye tanımlayarak dile getiriyordu. Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşküne hafızları çağırtarak sık sık Kuran okutmuş, ayetler üzerinde incelemelerde bulunmuş ve hafızlarla meal ve tefsir konularında fikir alış verişinde bulunmuştu.
Atatürk özel sohbetlerinde pek çok kez dindar olmanın gerekliliğinden, Peygamber Efendimizin hayatından, Asr-ı Saadet ve Hülefayı Raşidin (dört halife) dönemlerinden, dinimizin yüceliğinden, Allahın kudretinden söz etmiştir. İslam Dininin son ve mükemmel din, Peygamberimiz (sav) in de son peygamber olduğunu her fırsatta vurgulayan Atatürk, ulusuna da dindar olmayı, dinini öğrenmeyi öğütlemiştir.

Atatürk, dinimizin akıl ve mantığa uygun olduğunu da aşağıdaki sözleriyle belirtmiştir: “Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslamın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı”.(10 Atatürkün S.D. II, 1923, s. 127)

Atatürk’ün ölmeden hemen önceki son sözleri:

Atatürk’ün son anlarında başucunda bulunan Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün, gözlerini açtığında saat kaç? diye sorduğunu, fakat ruhunu teslim etmeden önceki son sözünün ’Vealeykümesselam’ olduğunu hatıratında anlatmıştır.

Her insanın karşılaşacağı ölüm gerçeğinin son saniyeleri geldiğinde, o sırada yanında bulunanlardan Dr. Neşet Ömer bey “Dilinizi göreyim efendim. Lütfen dilinizi dışarıya doğru çıkartın” diye telaşlanırken, Atatürk, Dr. Neşet Ömer beye bakarak “ve Aleykümselam” diyerek gözlerini kapatmıştır. (Kılıç Ali’nin Anıları Sh 659. Hulusi TURGUT)

Peki, o sırada Atatürk’ün yanında bulunanlar telaş ve çaresizlik içerisinde kıvranırlarken ve hiç gereği yokken Atatürk’ün “ve Aleykümselam” demesinin anlamı ne olabilir?
Böyle bir sorunun yanıtını Kur’an ayetlerinden öğrenelim. İşte Kur’an’ın söyledikleri: “Rabbimiz Allah’tır” dedikten sonra dosdoğru yolu izleyenlerin ölümleri anında melekler yanlarına gelirler: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin. Dünya yaşamında da, ahiret yaşamında da biz sizin dostunuzuz. Cennet’te canınızın çektiği ve istediğiniz her şey, esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın bir ikramı olarak size sunulur’ diye kulaklarına fısıldarlar.” (Fussilet Suresi 30,31,32)
“ İyiliklerini içeren kitabı sağ tarafından verileceklere, melekler: “ Selamün Aleyke “ derler.” (Vakıa Suresi 90,91)

Ulu Önder Atatürk’ün İslam dini ile ilgili düşüncelerine yer verdiğim bu araştırma yazısı pekala bununla sınırlı olamaz. Tarihimizi gerçek kaynaklardan ve her türlü baskıdan uzak objektif bir şekilde öğrenmemiz şarttır. Yalan yanlış, siyasi ihtiraslarla dolu ve maksatlı yazılan yazılar bizim tarihimizi yansıtamaz. Ve asla şunu unutmayalım ki, her tarih dilimi kendi zaman dilimi içinde değerlendirilmelidir.İnsanlar yalan söyleyebilir, olayları çarpıtabilir. Ancak tarih asla yalan söylemez. Her türlü yanlı, siyasi ve subjektif bilgilerden uzak olunmasını ve tarihimizin doğru kaynaklardan öğrenilmesini temenni ediyorum.

Yanılmayan bir tek Allah(c.c) tır.
Saygılarımla.

Vecdi Murat SOYDAN
17 Aralık 2011-Isparta

Vecdi Murat Soydan
Kayıt Tarihi : 17.12.2011 23:19:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Vecdi Murat Soydan