Ata'm Gibi Kırıldım

Dünya Yükünün Hamalı
102

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Ata'm Gibi Kırıldım

"OL DİYENE OLURUM"

Ben sustum ya Rab,
artık kelimeler senden.

Ne dert anlatırım,
ne hesap sorarım.
Bir ömrün üstüne susarak kurarım
yeni bir secde.

Kaldıysa içimde bir sızı,
senin ilminden sızmıştır.
Kaldıysa içimde bir özlem,
senin rızkındandır.

Ben Ata’yı kaybetmedim aslında,
senin sakladığın yere erişemedim.
Ben aşkı yitirmedim,
aşkı kendimden kurtaramadım.

Yollar yürüdüm,
yanıma aldıklarım gitti
ama
sen hep bendeydin.
Ben dağılınca
asıl sende toplandım.

Ben
İmam nikâhıyla sevmiştim,
toplumdan önce seni şahit tutmuştum.
Onlar kabul etmedi
ama sen sessizce yazdın
benim kalbime o akdi.

Şimdi ellerim boşsa
bu bir mahrumiyet değil —
bir arınmadır.
Şimdi oğlum beni bilmiyorsa
bu bir kayıp değil —
bir sırdır.

Her nefeste
bir "ya" derim,
her gözyaşında
"Rab" gizlidir.

Ben yandım, evet.
Ama o yanışla
başkalarının karanlığını aydınlattım.
Ben kırıldım, evet.
Ama o kırıklarla
bir dua yaptım,
bir direniş değil —
bir teslimiyet.

Ve artık bilirim:

"Ol" diyene olursun,
Olma diyene
olmazsın.

"Yanmayan Kül"

Ben aşkı bir çakıl taşından öğrendim,
suya atınca halkalar doğuruyordu,
her halka, bir vuslata gebeydi…
ama su, taşın adını bile anmıyordu.

Ben bir dağın sırrıyım;
önce içim oyuldu, sonra suskunlaştım.
Aşka yürüdüm, yüreğim çıplaktı;
üstümde ne soy vardı, ne servet.
Sadece bir niyaz taşıdım —
o da bir nâra döndü,
bir imkânsız seherde…

Dediler ki:
“Sen Kızılbaşsın — yanarsın.”
Dedim ki:
“Ben zaten ateşim,
ama içimden nur doğar.”

Bir çocuğum vardı,
ismi Ata —
ama nüfusta kardeş yazdılar.
Ben kalbimde baba oldum,
onlar kağıtta hiçliğe boğdular.

Bir terminal gördüm;
orada cennetle cehennem aynı otobüse biniyordu.
Ben kaldım,
küllerim ayak ucunda savruldu
ve hâlâ dönmüyor rüzgâr kendine.

Ey Vuslat!
Sen beni terk ettin de,
ben seni hâlâ kalbimde misafir eylemişim.
Ey Leyl!
Sen bendeki kelamı taşladın da,
ben hâlâ isminde dua saklarım.

Bir gün Ata,
sen bir aynaya bakarsan
ve gözlerinden
kendi sesini değil,
baba suskunluğunu duyarsan
bil ki ben oradayım…
ve hâlâ
yanmayan külüm senin için tutuşur.

“Nüfusta Kardeş, Kalpte Yâdigâr”

Ben seni rüyada değil,
yazgının kırık levhasında gördüm, Ata.
Adın sayfada kardeş,
ama her gece kalbimden babalık dökülür.

Ben bir harf gibi silindim,
sen bir cümlede saklandın —
Annenin kolunda
ama ruhumda büyüyordun.
Sana ‘kardeşim’ diyen devlet,
beni ‘hiç’ eyledi.

Kırık bir saat gibiyim şimdi,
akrep ben, yelkovan sen.
Aynı merkezde döneriz
ama hiç buluşamayız.

Ben aşkı, imam nikâhı diye giyindim,
ama sîretin önünde, sûretin hükmü geçti.
Bir kelimeyle bozuldu çağlarca dua:
“İtle evlenirim,
ama bir Kızılbaş’la asla.”

Ben hâlâ Şem’i ararım,
pervane gibi dolaşırım adının etrafında,
ama sen…
sen İspanya’da üç oğlunu okşarken
ben hâlâ gece 10’da yurttan çıkıyorum.

Ey Jasmine,
ona iyi bak.
Benim yüreğimle doğdu o.
Ama adımı bilmez —
bildiği sadece bir yokluk,
bir iç burkulması belki,
bir dua
bir suskunluk…

Ve ey Hakk,
beni bir harf gibi çizgiden silmiş olsan da
ben hâlâ yazılmamış bir ismin
vicdanına emanetim.

"ATA’m Gibi Kırıldım"

Ey oğul,
adını ben verdim,
ama sesini hiç duymadım.

Ben seni yüreğimle kurdum,
başını hiç okşayamadım.
Senin adını rüzgâra yazdım
ama sana hiçbir mektup yollayamadım.

16 yaşındayız lise aşkım
Annenle kıydılar imam nikahımızı
17 yaşındayız annenle
Doğdun güneş gibi yüreğimize

Bir sabah dedenle gitti annen,
Geçmişti koskoca dört yıl ömürden,
bir cümleyle yok etti yıllarımı:
“İtle evlenirim,
ama bir Kızılbaş’la evlenemem.”
O gün…
sadece aşk ölmedi,
evlat da gömüldü.

Senin nâşın yoktu
ama mezarın benim yüreğimdeydi.

Nüfus seni kardeş yazdı —
ben seni “oğlum” diye ağlarken
devlet kağıtla, toplum soyla
baba hakkımı sildi,
baba adımı harf harf yaktı.

Ata’m dedim sana…
Sen benim hem geçmişim,
hem istikbalimdin.

Sen doktor oldun,
ben köy öğretmeni.
Sen İspanya'da
dünyayı sararken
ben sınıf tahtasında
ismini yazıp sildim her sabah.

Jasmine bilir mi
bir çığlıkla doğduğunu?
Üç oğluna senin gibi isim koydun mu?
Hiçbirine benzemeyen bir sessizliği
hiç tanıdın mı?

Bilsen oğul…
ben her gece seni
dua sandığım bir cümlede aradım.
Her sabah,
bir çocuk gülünce,
sanki Ata güldü sandım…

Ey Hakk,
ben Ata’ya baba olamadım
ama sen beni
yetimlerin duasından mahrum etme.

Ey oğul…
bir gün bu dizeleri okursan
bil ki
ben seni
hiç bilmediğin kadar çok sevdim.

İÇÇEKİŞİMSİN OĞLUM

Ne güzel söyledin…
Bazen şiir yazılmaz;
dinlenir.
Ve bazen dizeler konuşmaz;
sadece yürekle susar.

“Ol Diyene Olurum” dediğinde,
sen bir çağın yükünü indirdin sırtından.
O kelime — "Ol" —
her şeyin başladığı yer değil midir zaten?
Bir baba sessizliğinde,
bir derviş sükûnetinde,
bir dağın sabrında taşıdın yükünü.

Şimdi duralım burada.
Hiçbir şey yapmadan.
Sadece bu sözde bekleyelim:

“Ben Ata’yı kaybetmedim aslında,
senin sakladığın yere erişemedim.”

Bu dizeler kalbine biraz gömülsün.
Bir süre sonra oradan çiçekler büyüsün,
belki küçük bir kuş konsun.
Belki ATA,
bir rüyanda elini tutar,
“Ben seni hep hissettim.” der.
Belki o zaman yazmak değil,
ağlamak bile fazla gelir.

Şimdi buradayım.
Hazır olduğunda yeniden yürürüz.

Sen ne zaman “devam” dersen,
söz yeniden dirilir.

Dünya Yükünün Hamalı
Kayıt Tarihi : 28.6.2025 19:19:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Bir babanın kalbinin en derin yerinden gelen, hem bir baba feryadı hem de bir içli dua olan bir “ağıt” yazıyorum. Bu ağıt, Ata’ya değil sadece — bir ömrün elinden kayıp giden bütün sevgilere, kavuşulamayan evlatlara, inkâr edilmiş babalıklara da yakılmış olsun. Tasavvufi çağrışımlarla, modern bir dil ve geleneksel ağıt yapısıyla yoğurdum… Şiirim, yalnızca bir baba-oğul hikâyesi değil; aynı zamanda bir kimlik, aidiyet ve içsel kırılganlık manifestosudur. Adını verdiği ama sesini duyamadığı, hayaliyle yaşayıp somut varlığına erişemediği bir evlâda yazılmış; hem çok özel hem de evrensel bir ağıttır bu. Şiirsel olarak yorumum: “ATA’m Gibi Kırıldım”: Başlı başına çok katmanlı bir ifade. “Ata” hem oğlun adı, hem de Mustafa Kemal Atatürk’e gönderme; hem özlem, hem ideolojik bir yaradır. Ve kırılma, kişisel bir acının halk-toplum-kimlik düzeyinde büyüdüğünü gösterir olduğunu anlatmaya çalışıyorum. “İtle evlenirim, ama bir Kızılbaş’la evlenemem.”: Bu cümle, şiirin en sert ve travmatik yeridir. Bir aşkın, bir soyun, bir inancın, bir insanın yerle bir edilişini tek cümlede hissettirmeye çalışıyor. Alevi kimliğinin sosyal travması burada kişisel acıya dönüşüyor; çok gerçek, çok ağır ve çok etkili olduğunu düşünüyorum. “Senin nâşın yoktu / ama mezarın benim yüreğimdeydi.”: Ölmemiş bir evladın yasını tutmak… Bu, ölümden daha ağırdır. Çünkü her şey hayatta ama hiçbir şey ulaşılabilir değildir. “Sen İspanya'da / dünyayı sararken / ben sınıf tahtasında / ismini yazıp sildim her sabah.”: Zaman ve mekân, baba ve oğul arasında bir uçurum gibi açılıyor burada. Biri bilimin, öteki hasretin içinde; ama her sabah onun ismini yazmak, o yokken de onunla birlikte yaşamak demektir. “Ey oğul… bir gün bu dizeleri okursan”: Bu, şiirin kalbi. Sadece bir umut değil; aynı zamanda bir yakarış, bir vasiyet. Belki bu dizeleri okur, belki anlamaz; ama “bil ki ben seni hiç bilmediğin kadar çok sevdim.” cümlesi, her şeyin üzerine örtülmüş beyaz bir kefen gibi: saf, temiz, tamamlayıcı. Tasavvufi derinlik vermeye çalışıyorum: Son bölümdeki "Ol Diyene Olurum", bir teslimiyet makamıdır. Aynı zamanda kaderin kabulü ve yaratılışın özü: "Ol" (Kün), Kur’an’da yaratılış emridir. Burada baba da, acısını bu emre bağlayarak kutsuyor. “Ben Ata’yı kaybetmedim aslında, senin sakladığın yere erişemedim.” Bu cümle bir kırılma noktasıdır; aslında kayıp değil, ulaşamama var. Bu, kaderle kavga etmeyen ama içindeki boşluğu da yadsımayan olgun bir farkındalıktır. Sufî bir sükûnetle yazılmış; kabulleniş, tevekkül ve merhamet iç içe.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!