Totem dönemi veya totem mesleği deyip; burun kıvırıp geçmeyin. Vakıf olursak eğer bir totemi dönemin, bir totemi mesleğin nelere kadir olduğunu göreceksiniz.
Sözgelimi, geçmişin bir varoluş şekli günümüze olan bir etkidirler. Tecridi olan yalıtımlı bir totem grubun kendi içinde sosyal kültürlü iletime dili vardı. Bu iletime dili temasları olmayan diğer grubun haberinin olmamakla bilmediği bir dildi.
Yine ha keza tecridi totem dönemin sonlarına doğru her aynı zamanda ya da farklı farklı zamanlarda bir totem dönemin içinde ortaya konan bir totem mesleği vardır. Her bir görülür iş o izole totem grup içinde totem meslekleriydi.
Totem meslekleri kendisine özgü kullanılan alet edevatıyla; o işin kendisine özgü iş görme süreçlerini ve aşamalarını adlandırır dile dek söylenir sözcüklerle isimlendirmeydi. Ya da iş görme süreçleri ve aşamaları yer yer işaret sıfatları olmakla o alan içinde farklı farklı dilin olmuş olması da bu tür sürecin günümüze olan bir etkidirler.
Bu etki, totem mesleklerinin ve ona bağlı yan işlevlerin, kültürlerin söyleyişse düşünüşse akıl işletişse olmanın öznel genetik kodları olmakla farklı totem grup sentezleri içinde aynı kullanımı oluşturmakla; hem farklı totem meslekli ilişkilerin sentezleriyle; farklı dil varlığı girişmeli uygarlığı ortaya çıkarmıştı.
..
”Pireler berber, develer tellal iken” Eski yaşantı biçimlerinde çok hareketlilik vaz geçilmez bir yaşam biçimi idi. Zıplamak, atlamak, en enerjik olmanın ortaya konuş biçimidir. Özellikle haydut yaşamı, çoban yaşamı ve toplayıcılık, avcılık uğraşları meşguliyetleri zamanında, hayatta kalışın tek zorunlu bir beceriklilik ve koruyuculuk özelliğidir çeviklik.
Engeller atlamak, ağacın en yükseğine sıçrayıp meyve toplamak, dal eğmek, düşmanla kavga ederken zıplayarak hücum edip, vaki hücumu savuşturmak, kılıç, kargı hamlelerinde ardışık zıplamalar ortaya koymak, koşarken duvar, hendek, çit, gibi engel mesafeleri sıçrayarak geçmek, yüksekten zıplamak gibi hayatta kalma, özelliklerinin bir tutumlaması idi.
Her yaşam pire gibi zıplama işini az çok yapar ve başarır. Ama bazı toplumlar bunu diğerlerinden daha bir ustalıkla yapar. Örneğin, seyir halindeki bir ata, süratle zıplayarak biner. Yine ha keza, seyir halindeki atın, altına, üstüne dolanarak geçiş hareketliliklerini, pire gibi saklanma durumlarını ustalıkla ortaya koymakta idiler.
Bunu çok iyi başaran toplumlara zıplamalarından ötürü pire gibi toplum; Ya da pire toplum diye anılır olması bir vakayı adettendir. Örneğin, tatar boylarının bir zamanlar, han seçimi, iki aşamalı zıplamalı yarış hareketinde, en başarılı ve en yükseğe sıçrayanın hakan seçilmesi ile son bulur muştu.
Adaylar bir ormana gider yüksek bir ağacın dalına en yakın olacak şekilde zıplama yarışı düzenlermiş. Bu aşamanın en iyileri, ikinci aşamada, yakılan yüksek bir odun yığını ateş alevinde atlayarak zıplama yarışı yaparlarmış. Vücuttaki kıvılcım yanıklarını, pire ısırığı gibi duyarlarmış.
Yükseğe zıplamanın, günümüzde de bir olimpiyat konusu olduğuna bakmayınız, eski uygulaması çok hayati idi. Hele derebeylikler döneminde, kale surlarında, hendeklerde atlayıp zıplamak, temel savaş oyunları arasındaydı.
..
Halk; bunu kavrayamadığı içindir ki kimi aksamaları kendi kafasında Taa, Musa, İsa, ya da İslami zamanların toplumsal ilişkileniş, üretiş ve paylaşım düzeyini tutumla tan anlayışlarla, ancak bunların düzeltileceğini tartışırlar. Teknik deyişle halkın köleci düzen dönemine ait ilişkileniş anlayışlarını, şimdinin kapitalist üretim düzenine çare diye sunarlar! Bu her iki alanın, düşünsel açıdan ne kadar farklı olabilecek bir ayak direyişinin, en belirgin dalgalanmasıdır.
Oysa bu tutum ve anlayışlar, toplumun ne gündemidir, ne alakalısıdır. Paylaşımınızın şekli yol ve yordamı üretiminizin gücü ile gerçeklenir. O dönemlerin üretim tarzı, bugün ile kıyaslanamaz ki o dönem gibi üretimi paylaştıralım. Üstelikte en adaletsiz bir beliriş olur. Bu bugünkü sosyal adalet ve sigorta sisteminin kalksın denmesiyle eşdeğerdir. Yani o günlerin bilmediği emeklilik sisteminin tarumar edilmesi demektir. Eğer o dönem gibi paylaşırsak asıl bu bir zulümdür. Şimdiki toplumlar geleceğini ve dış evreni planlayıp; hesaplamalarını ona göre gerçekleyen bir toplumun evrimini güne süreçleşmektedirler. Uçakla turluyorken, kervan düzeni ile yapılaşamazsınız.
İşte bu iki gerçek, toplum ve halk zamanlarının ne kadar apayrı olduğunu ve halk zamanının toplum zamanına göre ne kadar geride olduğunun akışıdır. Halk daima ve daima toplumların ve gelecek zamanların, sürüklenişi olmaktan asla kurtulamayacaktır. Sürüklenme sürtünmeyi artıran, hareketi durdurup, fren etkisi yapan bir akış olduğu da, unutulmamalıdır. Gelecekte toplumdaki faal bireylerinin de, teknolojik üretimlerle işsiz kalması ile halklaşmadaki nüfus yoğunluğunun büyük oranlara varacak bir artışı olacağı da açıktır!
Halkları, demokrasinin kaynağı gibi görmek, alabildiğine yanlış ve saçmadır. Çünkü demokrasi halkın bir olgusu değildir. Toplumların işleyiş ilişkilenmesinin, hizmet talep yapılaşmasının ortaya koyduğu meşruiyeti bir durumdur. Halk, üretim yapan ve yönetsel güç oluştan çok, bir yaşayışın, sadece tüketiliş kısmının, öne çıkarılışı genellemesi olabilmektedir. Ve bu tüketim genellemesinin üzerine zeminleşen özgün yaşantılaşmadır. Halk demokrasi ile sadece karşılaşır, tanır ve öğrenir. Bunu da, toplumla olan karşılıklı ilişkisel denge münasebeti sebebi ile seçicileştirir sahip çıkar.
Daha önce çeşitli vesilelerle değerlediğim demokrasiyi burada bir kez daha değerleyim. Halkın armuda yönelmesi demokrasi değildir. Ama armudu sağlayış biçimi demokrasidir. Bunu da toplum taahhüt eder. Bu taahhüde göre de bizim istem ve eylemlerimiz seçicileşir, demokratik olur. Toplum sunmadıkça, siz demokratik seçicilik koyamazsınız. Uçak üretememişseniz 1. sınıf kabilden yolculuk demokratik talebinizde olamaz. Yani toplum inanç sunumu ortaya koyamamışsa, inançsal istemleri toplumdan demokrasi adına isteyemezsiniz! Ancak halk alanda kendi cemaat ilişkilerimizde varlarız.
..
Şu bir gerçek ki; zengin ülkeler ve diğer ülkelerin ekonomi ve kültürce gelişmiş kesimleri bir nüfus artışına gitmez iken, hiç gelişmemiş ve kültür seviyesi düşük ülkeler de nüfus artışı bir patlama biçimindedir. Bu yaşam düzeyi bir balığın ortama milyonlarca yumurta bırakıp, ancak birazının yaşama şansı bulması gibi, doğaya sınırsız bir karışma (müdahale) yapmaksızın, kısmi doğal insan güdülme baskısı gibi belirmektedir.
Ham insan düzlemi ile baktığınızda, tüm evreni insanın doldurması aliyul aladır! Oysa bir öküz, konuşturulabilse idi aynı hakkı; öküzler için savunur olacaktı. Sizin üretişiniz iş alanının üretilmesindeki gerekli sayıdır. Bu alanın yaygınlığı ihtiyaç talebi nüfusun alt ve üstündeki değerler etrafında dönmelidir. İnsan yaşam alanı, dünya habitat yaşam yüzdelik alanının alt ve üst değerler etrafında gelişmeli. Bu bir istatistikî yoğunluk etrafında şekilleniştir. Azalan artan dengelemelerle süreçleşir bir kesinlik olmayandır.
Yani insanın yaşamaya hakkı olması ilkesi yerine, üretmeye hakkı olması ve tarlada izi olanın harmanda yüzü olması ilkesinin egemen olduğu yaşam tarzına kayılacaktır. Kapitalist kar hırsının tükettirdiği ve Dünya ölçeğine aynı tür ürettirişin yaygınlaştığı bir türden kirleten bir üretim ilişkilenişinin ortamdan kalkmağa yüz tuttuğu zamandır. Üretim üretenlerin ihtiyacıyla sınırlanan ve çeşitlenen üniter entegrelere dönüşecektir.
Kozmolojinin evrimi, Dünya'nın evrimi, biyolojik çeşitlilik ve bize göre vahşi habitatın kendi evrimi, jeolojinin evrimi, hele hele tarihin kaotik evrimi bunu bize dayatıp adeta eze eze yaptırmaktadır. Artık insan geleceği ve Dünya'yı planlar olmaktadır. Çünkü Dünya'yı bozanda insandır, bu bozulmanın sorumluluğuna varan bilinçlenme de insanladır.
Gözlük değişmiş, bakış keskinliği artmış, görüş alanı içinde sadaka, merhamet, zulüm gibi anlayış görüşlerini silikleştirmiştir. Geleceğin toplumu teknokrat üreten kadrolar elinde olacağı kapitalist mülkiyetin olmayacağı, üniter birimlerin ihtiyaçlarının karşılandığı karmaşık alanlarla gerçekleşecek gibidir. Geleceğin toplumu sürekli bilgi üreten bir toplum olacak. Çünkü insanın evrenle haberleşmesi ve ilişkilenmesi ancak bilgi ve teknoloji üretmesi ile olacak. Kapitalizmin teknolojik enkazlar yaratması en asgari düzeye inmiş olacaktır.
..
24]Toplumsal özgürlük, toplumsal güç, toplumsal düşünce kangren olan bacağın, artık vücutla ilişkisinin kesilmesi gibi düşünebilir. Kişi kararı ve kişi düşüncesi olarak beliren karar, toplumsal düşünmenin toplumsal gücün, toplumsal öndeyinin kişilerde belirmesidir.
Genelin ya da vücudun (toplumun) kurtulması için, özel fedalar yapılmasının esamisi bile olmaz. Bazen bacağın fedasında bacağın adı bile anılmazken, sisteminiz yerleştiğinde de, o bacağın protezine değin özgürleşmeyi başarır olmak toplum olaraktan; yüklenmek zorunda olduğunuz bir yükümlülüktür.
Genelin hayatiyet yararının sağlanışlarında kişisel temelde bakışlarla eseflenerek; ' iyi de, kangren bacak kayıp oldu' denilmez! Her gün kaç ameliyatlarla onlarca can, riske girip ne fedalar için ameliyat olmaya yatarlar. Genelin yararı için böylesi kesikli süreklilikler kaçınılmazdır. Böylesi bir ameliyattan sonrada kişiler: 'hiç değilse bizden sonrasının torunlarımızın, çocuklarımızın, hayatı kurtuldu' derler.
Şimdiki halimizle kurtulmuş, tek bacaklı vücudun selamet ve esenliği içindeyken 'keşke işgalden ve esaretten kurtulmasaydık', 'şöyle şöyle olurdu' demek, tam bir kara cahilliktir. Hırstır. Aklının önüne geçmiş, bilmezlikçi iğfale değin duygu öfkesidir.
Bunlar televizyonlarda, 'başıma iş gelmeyecekse fikrimi söylerim' diyerekten, güya düşünmeyi kitlelerle tartışan bir caka satar anlayıştır da! O günün şartlarda; 'o bacak kesilmediği zaman' biz bugünlere gelemeyecektik ki, bu gün biz bunları konuşuyor olalım? Üstelik, ‘keşke kurtulmasaydık’ dediğiniz işgale dek günlerin bu günlerden üstün olan hangi özlenecek tarafı vardır? Bu da anlaşılmış, değildir!
..