GEORGE GANOV’da HAYALLER KİMİ ZEMAN
01/…
Asuman, evvel zaman içindeydin ya…
Ve senin asıl yatağın ol vaktin dışındaydı ya o an da…
Biz Kenan'da yol hazırlığındaydık; yani ben ve şakirdim…
Esiri saf olan altınlar atını kasmaktı ereğimiz bulutların yerinde,
Hatta bu sırada George Ganov da oralarda bir yerde,
Belki de bir sıra gecesinde hayal örerdi polaris ışığıyla,
Bakışıyla delerdi bir sivri asa, fiziğin meta(lik) duvarını,
Atlas feleği kasardı dizginimizi, gökteki koşumuzda,
Gökler biter, katlar başlardı katlanarak kat be kat
Hiçbirşeyler diyarı ölüm bile kusamazdı o an da üstümüze,
Biz kusardık istesek, iliklerimizdeki karanlık kuantumu,
Yolumuzu bir anda kanatlı karıncalar keserdi …
Meğerse, yanımızda bir parça evren taşımalıymışız,
Hiçlikte ürermiş bebekten evrenler, kozmik attalara giderken…
Biz, yeniden ürerdik kuyruk sokumu hizamızdan,
Çoğalışımız ise bir kader ölçüşünce feleksiz bir felekte,
Hiçliğin yokluğuna uyarak koşardık inadına,
Pervaneler misali tütün tüten o ezeli masala…
***
Dur burada Ey Şakirt!
Bilirsin ki, Miracın fiziği de kendine hastır be at uşağım,
Bu yüzden yerçekimi sıfır, gökçekimi heptir gerçekistanda,
Ancak kendi evrenini yanında taşıyanlar yaşarmış,
Oralarda bir yerde böyle kurulurmuş cennetler ancak,
Cehennemlerse kurulamayan yerin adıymış…
***
“Haydi, yola devam…” derdi Asuman…
Olay ufkumuz kendini yerdi Arafat’ta, bizi bırakıp öksüz;
İşte o an gezgin bir cennet kuşuyum yeşil zembillerde ben,
Tüneyecek zebercet bir folluk bulsam da,
Ne yazık, ayak bulamam tutunmak için…
Ee, bu hâlde yol niçin, yolcu ne gerek?
***
Yüksel Ey Şakirt; “Amin ya da amen! ” diyerek…
Kozmo merdivenler, badal baldal yanardı ayak altında,
Bir “Maşine” ki, “Tırrımtırak! ” sevişirdi derinliklerde,
O an yüreklerimize vurulan bir uzay sondası olmalıydı burgu burgu,
Ellerimize tutuşturulansa “Şoförün el kitabı” kozmik harflerle…
Sevdanın uzayıydı altımızda, vitesten attığımız araç,
Seyfert galaksileri tekrar tekrar doğururdu birazdan kozmik oğlunu,
Anamızsa azık derdinde arkamız sıra,
Yani bütün analar gibi dokurdu onlar da kirpiği ile bir parça astroyu…
***
İşte tarihi yazan ebruli katiplerin divit sesleri,
Gözümün son damlasına burada bindirirdim en ezeli acımı,
Yekinip bir sürgün süvari gibi, elest yurdundan…
Karakabirler birem birem açardı ağzını merkezde iştah ile,
Düşmanlar, burada dostlarını sırtlarında taşırdı,
Birer teker yollara düşerdi yıldızlar tetik tetiğe,
Kuantum tünel mekanizmasıydı o an gül suyunu soğuran,
İzbemizde çalışansa; “Tırram tak, tırram taklar! ”
Yol üzre, ayaklarımızla çizdiğimiz kahrolası kara kara tablolar…
***
Dur burada Ey Şakirt!
Arka dünyaya intikal edermiş her şey kıyameti sezince,
Oysa atom deyince, Cabir oğlu Hayyam gelmeliymiş akla,
Bir mavi bilge; “Kara ve ak, bir şeyin iki yüzüdür.” demişti,
“Bu yanı yutar ışığı aç bir deve misali,
Arka yüzü yutulanları geri kusar beyaza…”
İşte, o an temel taşları sökülürdü geçmişin işlerinin,
Bir semadır ki dönerek mavileyin, hep reddederdi inkarı,
İnkar edenin nöronlarına çığ olur düşerdi İbrahimden önceki ateş,
İsa’dan sonra biz antipervaneler misali karanlığa kaçardık,
Canah-ı kıble bozarmış yüzümüze bir parmak kına sıvardı o an…
***
De yürü, yola revan Asuman!
Bir Sabit oğlu Kura’yı bilrdik çünkü kapı bir komşumuzdu,
Oysa o bir Aristo dekoderiydi ve çözer ha çözer şimdi tüm sırları…
Siriussa bir akyıldız… bir doğar, bir batardı kozmoflexte,
On bin yıl aralıklarla her akşam üstü hem de…
***
Dem bu demdir şimdi Urfa’da, hadi sen de de be Bakırcıoğlu!
Zeynel Abidin, diz çöker cümbüşün dibine senin izinde,
Itri’den telgraflar çekilir sılaya şimdi…
Suya iz düşer… Mavi mavi bakarak
(Sana böyle yazılır mektup, kestaneyi kebap yaparak…)
***
Kayıt Tarihi : 23.4.2011 14:08:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!